Emperyalizm, başka ülke ve ülkeler üzerinde siyasal, ekonomik, askeri, kültürel egemenlik kurarak onları çıkar doğrultusuna yönlendirmektir. Kapitalizm varlığını sürdürebilmek için emperyal güç olmak zorundadır.
Kapitalizm, özel girişime , piyasa serbestliğine , büyük mali sermayenin ekonomik egemenliğine dayanan iktisadi bir sistemdir. Amaç, büyük sermayenin, emek sömürüsü ile yaratılan artı değere el koyması, hakim pozisyonun kötüye kullanılması, kartel antlaşmaları ile karın maksimizasyonudur. Kar maksimizasyonun sürdürülebilmesi için, karın sermayeye dönüştürülerek üretimde kullanılması, pazarın genişlemesi gerekir. Kapalı bir ekonomide pazarın genişlemesinin sınırı vardır. Giderek azalan kar, kapalı bir ekonomide ekonomik olarak sıfırlanır. Kar elde edilmesini güvence altına almak için, siyasal güç elde edilmesi, bu gücün başka ülkeler üzerinde hegemonya kurabilmesi için de pazarın genişletilmesi gerekir.
Kapitalizm ile birlikte sömürge oluşturma hızlanmış, emperyal güçler arasında çıkar çatışması başlamıştır. Sömürge, metropolün kendi sınırları dışında yönettiği, ekonomik, siyasal çıkar sağladığı topraklar, ülkelerdir.
Doğa yıkımı, çevre kirliliği de yaratan madencilik gibi faaliyetler öncelikli olarak sömürgelerde yapılarak sömürgenin doğal kaynakları kullanılır, tüketilir. Zaman zaman sömürgeye mali yardım gibi gösteriler, göz boyamaları yapılsa da sonuçta küresel sermaye zenginleşirken sömürge doğal kaynaklarını da yitirmiş olarak yoksullaşır.
19. yüzyılın başlarında emperyal güçler arasında uzlaşının temelini “Monroe Doktirini” oluşturur. Dönemin ABD Başkanı J. Monroe’nun kongreye sunduğu bildiri, Avrupa devletlerinin ; İspanya, Fransa, Rusya, İngiltere’nin Güney Amerika’da sömürge girişimlerinden el çekmeleri karşılığında ABD’nin de Avrupa devletlerinin diğer kıtalardaki girişimlerine karışmayacağı önerisiyle, sömürgecilik konusunda iş bölümü yapılmasıdır. Monroe Doktirini çevresinde Florida İspanya’dan alınmış, ABD’nin Güney Amerika üzerinde hegemonyasının temeli oluşturulmuştur.
Birinci Dünya Savaşı sonrası itibarıyla Osmanlı’nın paylaşımı Alman sömürgelerine el konulmasıdır. Mustafa Kemal Atatürk gibi bir lider, sözde değil özde vatansever, özverili güvenilir silah arkadaşları olmasaydı Trakya’nın tümü elden çıkacak, Anadolu paylaşılmış olacaktı. Emperyal güç olarak İngiltere, güneş batmayacak hegemonyasını kurmuş, Fransa’ya da Afrika ve Ortadoğu’da pay verilmişti. Bağımsızlık savaşımız görünürde Türk-Yunan, gerçekte ise İngiltere ile yapılan bir savaştır. Yunanistan, toprak vaadi karşılığı İngiltere’nin adına vekaleten savaşmıştır. Anadolu’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri kurulup mücadele başladığında, Anadolu hareketini bastırmak için İngiltere’nin desteği ile Yunan askeri İzmir’e çıkmıştır. Emperyal gücün bir aracı da vekalet savaşlarıdır.
İngiltere Başbakanı Lloyd George’un 16 Ağustos 19121’de Avam Kamarasında yaptığı konuşma, vekalet savaşını ve kapitalist anlayışı yansıtması açısından bir itiraftır. “ …Kemalist ayaklanmayı bastırmak için Anadolu içlerine kadar İngiliz askeri gönderilmediğine göre tek bir şık vardır. O da iki tarafın sonuna kadar vuruşmasıdır.”
İkinci Dünya Savaşı sonrasının emperyal gücü ABD, BOP ile Afrika Batı Atlantik kıyılarından Hazar’a kadar bölgede hegemonya kurmayı amaçlamaktadır. Ülkemizde 24 Ocak ekonomik karalarını, 12 Eylül 1980 askeri hareketini, Cumhur İttifakının hilafet-şeriat gösterilerini bu proje kapsamında değerlendirmek gerekir.
Emperyal güçler, tehdit ögesi olarak ve ekonomiyi canlı tutabilmek için savaş ekonomisi stratejisini izlerken iş birlikçiler kanalıyla da hedef ülkelere nüfuz ederler. Mücadele, geçen asırda Sultan Galiyev’in vurguladığı gibi emperyal güçlerle mazlum ülkeler arasındadır. Sömürüye karşı bağımsızlık savaşı sürüyor.
Jeopolitik konjonktür’deki son gelişmelere de kısaca değinirsem; 7 Ekim Hamas saldırısı ve sonuçları, senaryosu önceden yazılmış, vizyondaki yerini almayı bekleyen bir film gibi. Mesele asla sadece Filistin ile ilgili değildir. İsrail-Filistin çatışması barıştan çok daha maliyetli bir tablodur. Çözüm istenmediği için sürüp gidiyordu. Şimdi yeni bir sayfa açılıyor. Nedeni de bölgedeki değişimin üzerinden planlanan küresel sonuçlara ulaşma arzusu. Doğal olarak hesap değişince roller de, hedef te farklılık gösteriyor. İşte şimdi bu süreçteyiz.
ABD’nin küresel çapta rakip gördüğü İngiltere – Çin – Avrupa Birliği eksenin gücünün zayıflatılması için yeni bir kurguya ve ortaklara ihtiyacı vardı. Türkiye son dönemde ortaya çıkan bir aktör, diğeri de Rusya bu bağlamda önem kazandı.
Rusya’yı kaybeden AB’nin zayıflatılması için atılacak adımın stratejik olarak Afrika tabanlı olması gerekiyordu. Ankara da, Moskova da konu ile ilgili çok önemli adımlar atıyor. Ukrayna savaşından Avrupa, özellikle Almanya büyük yara aldı. Birliğin ayakta kalabilmesi için Afrika’ya öncelik verilmesi kaçınılmazdır. Afrika üzerinden AB’ye esecek sert bir rüzgar Paris- Brüksel-Berlin hattını çatlatabilir.
Türkiye’nin Babül Mendeb’e konuşlanması ve orada AB destekli operasyonlara kapıyı kapaması çok stratejik bir hamledir. Hayat boşluk kabul etmez. Avrupa’nın terk etmek zorunda olacağı bir yere başka bir güç gelecektir. Bu da büyük olasılıkla Türkiye olacaktır.
Dünyanın böylesine zorlu bir sürece girdiği bir dönemde, Milgem ve Kaan’dan sonra Kara Kuvvetleri’nin ana muharebe silahı Altay bir an evvel envantere dahil edilmelidir.
Aydınlık bir ay dileğimle.