Asya, Kafkasya, Avrasya ve Türk dünyası, Mustafa Kemal Atatürk’ün dış politikası içinde önemli bir yere sahiptir. Atatürk’ün bu bölgelere ilişkin yaklaşımı, büyük önderin genel tutumunu yansıtır. Tam bağımsızlık ve ulusal egemenlikten ödün vermez. Bu konularda hassastır, kıskançtır. İdeolojik önyargıları yoktur. İyi komşuluk ilişkilerini önemser. Ezeli – ebedi dostluklara veya düşmanlıklara değil, karşılıklı çıkara, ortak yarara öncelik verir. Devletler arasında eşitliği esas alır.
Bağımsızlık, bütünlük, egemenlik ve siyasal birlik konularında kıskanç olan Atatürk; dış politikada gerçekçidir, akılcıdır, faydacıdır. Maceracı, yayılmacı, ırkçı, hesapsız değildir. “Sınırlarımızı ve olanaklarımızı bilelim” derken, dış politikanın iç politikanın devamı olduğunun bilincindedir. Israrla “Asıl olan iç cephedir” diyerek, bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Ekonomiden siyasete dek her alanda tam bağımsızlık ilkesini benimsemiştir. Dış politikada güce başvurmaya karşı çıkmış, anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümünü savunmuştur.
Atatürk; ittifakları önemsemiştir. Ama ittifakların gücünü abartmamıştır. Türkiye’nin öncelikle kendi gücüne güvenmesi gerektiğini savunmuştur. Balkan Antantı (1934) ve Sadabad Paktı (1937), Türkiye’nin öncülüğünde kurulmuştur. Büyük devletlerle ittifaklara ise mesafeli yaklaşmıştır. Çünkü büyük devletin nüfuzu, gölgesi, baskısı söz konusudur bu tür ittifaklarda. Koruyan devlet – korunan devlet algısı güçlüdür. Asıl ödünü de zayıf devlet verir her zaman.
Atatürk’ün dış politikasının genel hatları
Dış politikada aktiftir Atatürk. Dikkatlidir. Edilgen değildir. Stratejide, taktikte, zamanlamada ustadır. Stratejinin üç temel unsuru olan kuvvet, zaman, mekân dengesini çok iyi hesaplar. Bölge merkezli dış politikayı önceler. Antiemperyalisttir. Yurtta ve dünyada barışı savunur. İçişlerine karışılmaması konusunda hassastır. Hiçbir devlete ve halka karşı önyargılı değildir. Düşmanlık gütmez. Uluslararası ölçekte barışı, istikrarı, işbirliğini önemser. Üçüncü dünya ülkeleri, Atatürk’ün deyimiyle “mazlum milletler” arasındaki dayanışmaya, birlikteliğe önem verir. Karşılıklılık (mütekabiliyet), karşılıklı eşitlik ve saygı, dış müdahalelere ve emperyalizme karşı tavır almak, öncelikleridir.
Atatürk’ün örgütçü yapısı, yeteneği ve zekâsı, arkadaşları arasında, orduda ve halk arasındaki itibarı, saygınlığı, diğer öncü isimlerden çok daha üstündür. Bu gerçeğin farkındadır o kahramanlar da. Örneğin; Feridun Kandemir, Kâzım Karabekir Paşa’ya, “Siz niye Anadolu hareketinin başına geçmeyi düşünmediniz?” diye sorduğunda, şu yanıtı almıştır: “Eğer ben öne çıksaydım, diğer paşalar beni desteklemezlerdi”. Bu durum, 17 yıl başbakanlık, 12 yıl cumhurbaşkanlığı yapan İsmet Paşa için de geçerlidir. Atatürk için, “O olmasaydı, biz bu işi başaramazdık. Biz olmasaydık, o bu işi yine başarırdı. İçimizde en büyük komutan oydu” diyen Rauf Orbay için de geçerlidir. Atatürk hakkında, “Mustafa Kemal olmasaydı, Anadolu’da yine bir kurtuluş hareketine kalkışılırdı. Yer yer ayaklanmalar, savaşlar olurdu. Başarılar da görülürdü. Ancak bir süre sonra bunlar teker teker elenirdi” diye konuşan Ali Fuat Cebesoy için de geçerlidir.
Milli Mücadele başlarken, öncü kahramanlar arasında, Anadolu’da kolordusu olan iki komutan vardır: Ali Fuat Paşa (Cebesoy) ve Kâzım Karabekir Paşa. İki komutan da, Mustafa Kemal Paşa karşısında liderliğe oynamazlar. Lakin ikisi de devrimci değildir. Dahası, Karabekir Paşa’nın Saray’la arasında sorun yoktur. Saray onu görevden azletmemiştir. Hakkında idam fermanı vermemiştir. Üstüne üstlük Atatürk sonrasında 9. Ordu Müfettiş Vekili bile yapmıştır.
Atatürk’ün 2. Dünya Savaşı öngörüsü
Öngörülerinde isabetlidir Atatürk. O kadar ki, 1932’de, ABD’li General Mac Arthur ile görüşmesinde, 2. Dünya Savaşı’nın çıkacağına ilişkin öngörüsünü şöyle paylaşmıştır:
“Versay Antlaşması, 1. Dünya Savaşı’na neden olan öğelerden hiçbirini ortadan kaldırmadığı gibi, dünün başlıca rakipleri arasındaki uçurumu büsbütün derinleştirmiştir. Böylece, bugün içinde yaşadığımız barış dönemi, yalnızca mütarekeden ibaret kalmıştır. Bence, dün olduğu gibi, yarın da Avrupa’nın kaderi, Almanya’nın alacağı tutuma bağlı olacaktır. Fevkalade bir dinamizme sahip olan bu 70 milyonluk çalışkan ve disiplinli ulus, üstelik ulusal ihtiraslarını kamçılayabilecek siyasal bir akıma kendisini kaptırdı mı, er geç Versay Antlaşması’nın tasfiyesi yoluna başvuracaktır”.
Atatürk, General Mac Arthur’la sohbetinde, Almanya’nın 1940 – 1946 yılları arasında savaş başlatacağını, ABD’nin kaçınılmaz olarak savaşa gireceğini, savaş sonunda Almanya’nın ağır biçimde tahrip olacağını, dünya savaşının asıl büyük galibinin SSCB olacağını, savaştan sonra ABD ve SSCB’nin dünyanın en büyük iki gücü olarak öne çıkacağını da söylemiştir.
Atatürk’ün Türk Dünyası siyaseti
Atatürk’ün özelde Türk Dünyası, genelde Avrasya’ya bakışı bütünsellik içerir. SSCB ile Türkiye arasında gelişen ilişkileri de gözeterek, Türk Dünyası’na yaklaşımında kültürel, tarihsel bağları öne çıkarmıştır. Türk tarihinin ve dilinin kaynaklarını araştırıp, öğrenerek (Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu bu amaçla kurulmuştu. Dil ve tarih üzerine yapılan kongrelerin bir amacı da buydu) tarihsel bağlara vurgu yapmıştır. Tarih, iktisat, coğrafya, siyaset, dil, kültür, felsefe, toplumbilim, dış politika, askerlik, matematik konularındaki engin bilgisi ve entelektüel donanımı da, Atatürk’ün konuya bütüncül bakmasını sağlamıştır.
Kafkasya’dan, Türk Dünyası’ndan gelen aydınların, düşünürlerin, bilim insanlarının, Atatürk’ün bu bölgeye yönelik politikalarına katkıları olmuştur. Atatürk, hepsi de Cumhuriyetçi ve aydınlanmacı olan bu isimlerin görüşlerinden ve çalışmalarından yararlanmış, onlara çeşitli görevler vermiştir.
Kısacası, Atatürk’ün Türk Dünyası’na yönelik siyaseti de, genel politikası içinde, gerçekçi ve akılcı bir yaklaşımla yerli yerine oturmuştur.