Toprağın bir topluluk oluşu ekolojinin temel kavramıdır, ama toprağın sevilmesi ve sayılması etiğin bir uzantısıdır.
Aldo Leopold
İklim değişikliğini durdurmak için, kapitalizmin/emperyalizmin dünyayı riske atan yıkıcı süreçlerine karşı nasıl bir siyasi hattın örülmesi gerektiğini ve bu hattın hangi şartlarla birlikte var olabileceğini anlamalıyız.
Bu yüzden demokratikleşme, toplumsal örgütlülük ile paralel gelişen olgular olmakla birlikte, sistemli yıkım politikalarına ve iklim değişikliğine karşı en önemli araçlardır.
Demokratikleşme ve toplumsal farkındalığın örgütlü gücü kapitalizmin sınır tanımazlığına karşı görece bir yavaşlatma sağladığından iklim krizini önleme açısından hayati öneme sahiptir. Elbette iklim değişikliğine karşı “yavaş şehir” (slow city) ve yavaş hayat, gibi kavramlarla yola çıkılan karbon salınımının azaltılması yönelik politikalar önem arz etmektedir. Fakat bunlar sadece belli bir bölgeyi belli bir süre sürdürülebilir kılmaktan öteye gidememektedir. İklim krizinin yarattığı problemlerle mücadele aynı zamanda toplumsal davranış ve kültür değişimini gerektirir. Emperyalizmin toprak egemenliğine karşı “toprak etiği” kavramı iklim krizi ile mücadeledeki etik zeminlerden en önemlisidir diyebiliriz. Toprak Etiği Aldo Leopold tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. “Leopold doğaya insan faaliyetleriyle gelen zararı, “insan ve doğa arasında uyum” olarak tanımladığı doğa korumayla [conservation] ve özellikle de doğa koruma eğitiminin “içeriğini” değiştirmek suretiyle karşılamaya çalışır.”
Leopold’e göre biyotik toplulukların da “hakları” vardır. İnsanı toprak/yeryüzü topluluğun bir üyesi olarak görmemiz gerektiği bu amaçla insan toplulukları arasındaki ilişkilerin toprak topluluğu üyeleri arasındaki ilişkiler gibi toprağı da ait olduğumuz bir topluluk olarak görülmesi gerektiğini ifade eder. Toprak topluluğu bilinci Kapitalist-emperyalist sistemin yarattığı yağmacı ve talancı iklime karşı etik bir zemin olarak durmaktadır. Bu zeminden hareketle toplumsal hareketlerin ekolojik ivme kazanması “toprak etiği” kavramının sömürü ilişkilerinin demokratikleşme süreçleriyle berraklaşan görünürlüğüne bağlıdır.
Özellikle 20. yüzyılın sonlarına doğru, küreselleşme süreci, sivil toplum hareketlerinin etkinliğini azalttı. Kapitalist sistemdeki şirketler, finans kuruluşları ve hükümetlerin sivil toplum hareketlerini görmezden gelmeleri, onların etkisiz hale gelmelerine ve nitelik ve nicelik olarak da daha mikro düzeylere düşmelerine sebep oldu. Küreselleşme, kapitalist sistemin yağmacı ve talancı boyutunu daha da derinleştirmekle birlikte toplumsal hareketlerin sistem karşıtlığı üzerinden politikalar yaratmasına engel olan düşünsel hegemonyayı inşa etti. Bu hegemonya ise Alain Minc’in tabiriyle “Yeni Ortaçağ” yarattı.
Taş devri (Paleo) dönemine benzetme yapan Lewis Mumford Technics and Civilization adlı kitabındaki şu bölümde kapitalist-emperyalist modernizminin içine gizlenmiş arkaik ilkel bir toplumsal düzeni gösterir;
“Paleoteknik bir toplumun durumu bir savaş hali olarak tarif edilebilir. Madenden fabrikaya, maden eritme ocağından gecekondu mahallesine, oradan muharebe meydanlarına bütün tipik organları ölümün –rekabettin var kalma mücadelesinin, tahakküm ve itaatin, yokoluşun – hizmetindeydi. Savaş aynı anda bu toplumun hem ana uyaranı hem de dayanağı temel haline gelince, insanların normal saikleri ve tepkileri darala darala yoksulluk ve aç kalma korkusuna, yok olma korkusuna indirgendi… bütün paleoteknik faaliyetlerin temelinde maden ve muharebe meydanı yatıyordu; bunların teşvik ettiği eylem ve uygulamalar da korkunun bol bol sömürülmesine yok açmıştır.”
Sivil toplumun, ”küreselleşmeden önce”ki ifadeyle söylersek; kitle hareketlerinin, karşısında korkunun sömürülmesi yatmaktadır. Korkunun sömürülmesi sivil toplumun karşısına çıkarılan arkaik-ilkel dürtülerle kapitalizmin ekonomik sisteminde kendini var eden çeteleşmeler ve biat kültürüdür. Bu “kültür” yağma ve talan kültürüyle birlikte var olur.
1960’lı yıllar toplumsal eylemlerin, devrimci dönüşümlerin yoğun olduğu yıllardı. Fakat Emperyalizm, kapitalizm ve sömürgeciliğe yönelik eleştirilerde radikal bir çevresel belirleyicinin bulunmaması bir eksiklikti. Günümüze geldiğimizde ise neoliberalizmle birlikte çevre hareketleri yaygınlaşmış ve artmış görünür olmakla birlikte kapitalizmin ve emperyalizmin ekolojik felaketlerin ve ekosistem çöküşlerinin sebebi olarak kapitalizm ve emperyalizmin bu sivil toplum hareketleri içinde esamesi bile okunmaz.
Yaşadığımız iklim krizi bir süreç olmaktan çıkmış, hayatımızın her anını etkileyen ve kıyamet senaryolarına götüren bir unsur olmuştur. Kapitalist-Emperyalist sömürüsü ve bu sistemin düşünsel-kültürel hegemonyasına karşı, toplumsal hareketlerin, yada güncel tabirle sivil toplumun demokratik mücadelesinde radikal taleplerle yürümesi hayati bir zorunluluktur. Radikal taleplerin, ülkelerin koşulları oranında toprak etiği düzleminde buluşturulması doğanın düşmanlarına karşı verilecek mücadelede yeni ufuklar açacaktır.
Kaynakça
Özdağ, Ufuk , “Aldo Leopold ve Toprak Etiği Toprak Topluluğunun Sade Bir Üyesi ve Vatandaşı Olmak”. Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, Nisan 2011 sayı:134 s.26
Mumford, Lewis, Technics and Civilization, Brace and World, New York: 1962, s.195.