Söylenecek çok söz, sorulacak çok soru var… 6 Şubat 2023 günü ve sonrasında yaşadıklarımız, hissettiklerimiz çoğumuzun zihninden ve yüreğinden çıkmayacak. Milyonlarca yurttaşı etkileyen binlercesini ise hayattan koparan iki depremin yarattığı yıkımın tahribatı hepimiz için çok ağır… Yüreğimizin en derinine saplanan ve vücudumuzun her hücresinde hissettiğimiz bu acının yaşanması kadar tarifi de çok zor…06.02.2023 saat 04:17 ve sonrasında yitip giden binlerce insanla birlikte hepimiz enkaz altında kaldık. Bu topraklarda nefes alan her yaştan insan için tüm bu yaşananlar koca bir çentik oldu. Yaşam, kara pazartesiden önce ve sonra olarak ayrıldı. Hiç birimiz istesek bile 5 Şubat 2023’de olduğumuz kişi olamayız. Oysa yaşanacaklar Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi kitabındaki kadar açık ve netti. İşleneceğini herkesin bildiği, engel olmak için ise kimsenin bir şey yapmadığı bir cinayetin öyküsü…
Acıya gark olduğumuz o gün ve sonrasında gördüklerimiz ve tanık olduğumuz çaresizlik karşısında hissettiklerimize katlanmak çok güç. Biz, uzaktan şahit olduklarımız karşısında kendimizde dayanma gücü bulamazken orada o acıyla baş başa bırakılan insanların çaresizliğini tahayyül bile edemeyiz. Ancak elimizden geldiğince “diğerkam” olmaya çalışıyoruz. Sevgili Ercan Kesal “diğerkam” sözcüğünün anlamını, yerine kullanılan “özgecilik” ve “empati” kelimelerinin karşılamadığını söyler ve şöyle açıklar: “ ‘Empati’ karşındakini anlamak aslında. Anlayarak iletişimi sürdürmek. ‘Diğerkam’ ise kendini karşıdakinin yerine koymak. O çok tuhaf, çok daha başka bir şey…’Diğerkam’ deyince karşındakini anlamayı kastetmiyorsun, karşındakiyle artık bir olmayı kastediyorsun. Empatide mesafe var. Karşındakini anlıyorsun, bu güzel ama o kişiyle aranda hep bir ayrılık kalıyor. Acısını çekmiyorsun, kederini almıyorsun…’Diğerkam’ da ise karşındakini kendi benliğine, özüne yerleştiriyor; o oluyorsun. O olduğun zaman, diğerkam olduğun zaman mesafe de kalkıyor.”(1) Bir çoğumuz işte bu diğerkamlıkla orada acı çeken insanları kendi benliğimize ve özümüze yerleştirip onların acılarıyla hemhal olduk.
Bütün yaşadıklarımızı ve hissettiklerimizi ne kadar zor olsa da bir kenara bırakıp becerebildiğimiz kadar soğukkanlılığımızı koruyarak olayın öncesi ve sonrasını sorgulamamız gerekiyor. Göz göre göre gelen bir deprem öncesi ve sonrasında yapılanlara bakıldığında çıldırmamak elde değil. O kadar çok yapılan hata var ki yazmaya sayfalar, söylemeye sözler yetmez. Vatandaşa müjde olarak yansıtılıp çıkarılan imar afları, binayı usulsüzce yapan bir de üstüne onaylayan yapı denetim firmaları, imara açılan ve zemini bina yapmaya uygun olmayan tarım arazileri… Bunlar öncesinde insanlara evlerini mezar haline getiren süreç. Bir de deprem sonrasında yaşanan bir süreç var ki içler acısı…
Heybetiyle ortalıkta salınanların inlerinden çıkamadığı, acılar içinde canlarını kaybeden insanların çaresizce ortada bırakıldığı o kritik saatler. Liyakattan yoksun insanların yalakalıkla başında bulunduğu devlet kurumlarının koordinasyonsuzluk sonucu insanların yaralarını saramadığı o saatler. Birilerinin para ve makam hırsının bedelini binlerce vatandaşımız beton bloklar altında kalarak ödedi. Yakınları ise kurtarılma ihtimali olan canlarının çaresizce enkaz altında, soğuktan ve açlıktan ölmelerini izlediler. Üstelik yardım çığlıklarını duyarak…. Bu çaresizlik içinde insanların dileği ise kurtarılamayan yakınlarının soğuktan çaresizce bekleyerek ölmüş olması yerine deprem anında hemen ölmüş olmaları oldu. Ne kadar acı… İnsan olanın yüreği dayanmaz.
Bu sürece gidişte yapılanların ayrıntılarına da değinmek gerekiyor. Yeni nesil dijital medya servisi olan Aposto, yapılan hataları ayrıntılı bir şekilde açıklamış.(2) Burada da dikkat çekici olan kısımlara değinmek istiyorum:
-
İmar affı, yapılaşma da yapılan yanlışların en başında gelmekte. İnsanlara müjde olarak sunulan ve iktidarlar tarafından oy devşirmenin en önemli aracı haline getirilmiştir. İmar affında arsa veya hisse tapusuna sahip ancak oturma izni olmayan konutlar, konut olarak kayıtlı olsa da iş yeri olarak kullanılan yerler ya da iskân belgesi olmayan, kat irtifak tapusu olup kat mülkiyet tapusu olmayan, belirlenen azami yüksekliği aşarak ruhsatsız kat çıkan yüksek binalar faydalanıyor. Böylece depreme dayanıklı olup olmamasına bakılmadan yapılan kaçak binalar belli bir ödeme karşılığında legal hale getiriliyor.
-
Diğer bir mevzuu ise yapı denetim süreci. 1999 depreminin ardından 2001’de yürürlüğe giren 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun, 2011’de yapılan yasal düzenlemeyle 81 ili kapsayacak şekilde genişletildi. Yapı denetiminin kapsamının genişletilmesi olumlu bir adım olarak görülse de denetim görevinin meslek odalarından alınarak özel şirketlere devredilmesi yönetmeliğe uygun olmayan ve depremde binlerce kişiye mezar olan binaların yapılmasına ve onaylanmasına zemin hazırladı. AK Parti hükümeti tarafından kurulan bu sistemde, inşaat şirketine sahip ailenin bir ferdi müteahhitlik yaparken, diğeri de yapı denetim firması kurabiliyor ve kendi inşaatına onay verebiliyor.
-
1999’da yaşanan deprem aslında dönüm noktası olacaktı. Bu depremden sonra iktidara gelen AKP, bu süreçten ders çıkarıp önlemler almak yerine ne yazık ki ülkeyi daha beter bir enkazın altında bıraktı. Bu dönemde, ekonomik yıkımı düzeltmek, Türkiye’yi depreme hazırlamak, kentsel dönüşüm projelerini hayata geçirmek ve ilk yardım, arama-kurtarma faaliyetlerini geliştirmek hedefiyle özel iletişim vergisi (ÖİV) getirilmişti. Daha sonra kalıcı hale geldiği için “deprem vergisi” olarak anılan ÖİV ile devlet, 2000-2022 yılları arasında 87 milyar 998,6 milyon liralık tahsilat gerçekleştirdi. Bu toplanan vergilerin deprem öncesinde ülkeyi depreme hazırlamak için kullanılmadığını hep birlikte gördük. Peki bu vergiler nerede?(3) Deprem öncesinde kullanılmayan bu vergiler deprem sonrasında kullanılsın o halde!
-
Deprem gerçekleştikten sonra ise gözlerin her yerde aradığı fakat bulamadığı iki kurum AFAD ve Kızılay’dı. Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı yani AFAD, 2009 yılında kuruldu. Kurulduğunda Başbakanlığa bağlı olan kurum Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra İçişleri Bakanlığına bağlandı. AFAD’ın karar alma mekanizmasında yapılan bazı değişiklikler de kurumun hareket kabiliyetini önemli ölçüde azalttı. Bunlardan ilki, TSK’nın Afet ve Acil Durum Kurulu’ndan çıkarılması. Ordunun, depremin ilk günlerinde sahaya inerek müdahale edememesinin en önemli sebeplerinden biri de buydu. AFAD’ın kuruluşunu temsil eden 5209 sayılı kanunda Afet ve Acil Durum Kurulu içinde Millî Savunma Bakanlığı, TSK’nın üst kurulu da bulunuyor. Ancak Millî Savunma Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçiş sonrası bir Cumhurbaşkanı kararnamesi ile birlikte bu kuruldan çıkarılıyor. Yani afetle mücadelelerdeki en üst koordinasyon kurulunda TSK bulunmuyor. Benzer bir şekilde 1997 yılında yürürlüğe giren, TSK’ya valilik izni olmadan ve sadece bilgi vererek toplumsal olaylara ve doğal afet yaşanan yerlere müdahale edebilme yetkisi veren Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) Protokolü 2010 senesinde darbe planlarına dayanak yapılması sebebi ile iptal ediliyor. Bunlara ek olarak AFAD’da Afetlere Müdahale Genel Müdürlüğü görevini İsmail Palakoğlu yürütüyor. Palakoğlu, İlahiyat Fakültesi mezunu ve daha AFAD’daki görevinden önce Türkiye Diyanet Vakfı Genel Müdürü ve Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri görevlerinde bulunmuş. Kendisinin, afetle mücadele veya arama-kurtarmaya ilişkin bir eğitimi bulunmuyor. 2015’ten 2022’ye kadar Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) Bilgi Sistemleri ve Haberleşme Dairesi başkanlığı görevini yürüten İrfan Keskin’in siber güvenlik zirvesindeki içler acısı hali de, AFAD’ın durumunu yeterince ortaya koyuyor.(4)
-
Deprem sonrasında gözlerin aradığı diğer bir kurum ise Kızılay oldu. Yaraları saran, açıkta kalan insanları sarıp sarmalayan bir tas sıcak çorba verecek olan 155 yıllık Hilal-i Ahmer ortalarda yoktu. Kızılay’ın resmi internet sitesinde yer alan mali tablolara göre deprem anında yurttaşları yalnız bırakan kurumun milyarlarca liralık bütçesi var. 2017 yılında 3 milyar 150 milyon TL gelir elde ettiğini açıklayan Kızılay’ın geliri 2021 yılında neredeyse iki katına çıktı. Kurumun 2021 gelirinin 7 milyar 935 milyon TL olduğu ifade edildi. Malatya’daki ülkenin en büyük konteyner üretim fabrikası ise skandallarla anılan Kızılay’a ait. Ancak, dünya da en büyük konteyner üretim fabrikalarından biri olduğu da ifade edilen Kızılay’ın fabrikasında deprem felaketine rağmen günlerce üretim yapılmadı. Personelin tüm uyarılarına rağmen Kızılay afet durumları için fabrikada konteyner stoklanmasına “ekonomik gerekçelerle” onay vermediği belirtiliyor. Kızılay yönetimi izin verseydi fabrika arazisinde on binlerce konteyner de stoklanabilirdi. Daha önce kebapçılık yapan Recep Toy isimli bir kişi fabrikada idare müdürü olarak görevlendirildi.(5)
Her ne kadar yüz karası bir siyasi iktidar ve onun medya ayağı olsa da toplumu yüceltecek ve ayağa kaldıracak adaletli ve vicdanlı insanlarımız ve medyamızda var. Bu süreçte gösterdi ki bu ülke hala ayaktaysa bu insanların sayesindedir. İnsan canını, oturduğu makam ve elindeki güç için hiçe sayan yüz karası başkan, bakan, milletvekili, müteahhit, müdür sıfatları ne olursa olsun eninde sonunda hak ettiklerini bulacaklar. Bize düşen ise Atatürk’ün ilkeleri ve felsefesi doğrultusunda aklın ve bilimin ışığında yok edilmeye çalışılan her bir kurumu ayağa kaldırmak olmalıdır.
Unutmamamız gereken diğer bir şey ise deprem milyonlarca yıldır süren ve bundan sonra da sürecek olan bir doğa olayı. Dünyanın devamı ve gelişimi için de sürmek zorunda. Bu nedenle ülke ve toplum olarak depreme karşı savaşmak yerine onunla yaşamayı öğrenmemiz gerekiyor. Bunun için doğa üstü güçlere ihtiyacımız yok. Sadece teknoloji ve mühendislik bilgileri doğrultusunda, hile yapmadan gerekli tedbirler alınarak yapılacak binalara ihtiyacımız var. Tabi en önemlisi kendi vatandaşını özellikle gerçekleşme ihtimali olan bir afet öncesinde gerekli tedbirleri alarak koruyan, afet olduktan sonra da tıpkı şefkatli bir babanın çocuklarını koruduğu gibi koruyup kollayacak dürüst, namuslu, şerefli, vicdanlı, adaletli ve bilimi kendine rehber edinen bir yönetime ihtiyacı var.
1939’da yine bir deprem felaketi yaşanır ve o sırada cezaevinde olan Nazım Hikmet bundan 84 yıl önce yazdığı dizelerle bize bugünü anlatır ve ekler: “Kesemden verecek şeyim yok; yüreğimden verdim.”
Kara haber
Erzincan’da bir kuş var
Kanadında gümüş yok
Gitti yarim gelmedi
gayrı bunda bir iş yok.
Oy dağlar dağlar, dağlar, dağlar…
Aldı ellerine kanlı başını
Karın ortasında Erzincan ağlar…
O ağlamasında kimler ağlasın
Kar yağar lapa lapa
tipidir gelir geçer…
Yan yana sırt üstü yatan ölüler
akşam uyur tandıramaz
ateşini yandıramaz
Gün ağarır şafak söker
kimsecikler gitmez suya
ezilmiş başlarıyla ölüler
vardılar uyanılmaz uykuya
Ses edip geceye beyaz taşından
kışlanın saati çaldı ikiyi.
Ne çabuk lahzada bitti yaşamak
Kimisi altı aylık,
kimisi sakalı ak,
kimi on üç, on dört yaşında;
kimi yola gidecek
kimisi mektup bekler
yan yana sırt üstü yatan ölüler…
Yayıkta yağ vardı, dövülemedi,
akpeynir torbaya koyulamadı,
hasret gitti ölüler
dünyaya doyulamadı…
Uyanıp kaçamadılar,
kuş olup uçamadılar
açıldı kuyular kimse inemez
Erzincan Beygiri rahvandır amma
ölüler ata binemez
yan yana sırt üstü yatan ölüler..
-
Cebimdeki Ekmek Kırıntıları, Ercan Kesal(Söyleşi: Yenal Bilgici İstanbul: Kronik Kitap, Aralık 2022 s.s. 81-82)
-
https://aposto.com/i/kriz-neden-yonetilemiyor-hatalar-silsilesi-1
-
https://www.diken.com.tr/afad-daire-baskani-osmanli-okcusu-kostumuyle-sahnede/
-
https://www.birgun.net/haber/kizilay-i-adim-adim-nasil-cokerttiler-421477?utm_source=aposto