Bizim neslin, yani 60’lı yılları ilkokulda, 70’li yılları da orta, lise ve üniversitede geçirmiş yaşta insanların sıkça duyduğu ve hafızalarımıza adeta nakşedilmiş bir “kalıp söylem” (klişe) vardır:
“Anayasanın tamamını ya da bir kısmını tağyir (aykırı hakeret), tebdil (değiştirmek) ve ilga (ortadan kaldırmak)…”
12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşizminin en karanlık, en ağır baskıcı dönemlerinde, resmi bildirilerde, Türk Ceza Yasası’nın bu cümlesi, özellikle vurgu yapılarak, neredeyse günde 1500 kez kullanılırdı. Ancak, bunu kullanan darbecilerin farkında olmadıkları ama işin en en ironik yanı da şuydu:
Anayasa’nın tamanını tağyir eden yani ihlal ederek darbe yapan, tebdil eden, yani değiştirerek yerine başka hükümler getiren ve ilga eden, yani tamamen ortadan kaldıranlar da bizzat kendileriydi.
Başka bir deyişle, “Elinizde darbe yapacak bir güç varsa, bu suçu (tağyir, tebdil ve ilga) işleme hürriyetine – ayrıcalığına sahipsiniz” demektir. “Şark usulü çakma demokrasi” işte, tam da böyle bir şey. Hani derler ya: “Ustanın dediğini yap, yaptığını yapma…” o hesap.
Bu ülkeyi 20 yıldır yönettiğini söyleyen iradenin de yaptığı, aslında budur. Hem Anayasayı hem de mevcut tüm yasaları, yazılı olan ya da olmayan tüm kural ve teamülleri, Cumhuriyetimizin tüm güzel geleneklerini 7 gün 24 saat 365 gün esasıyla “tağyir, tebdil ve ilga” faaliyetinden söz ediyorum.
Son olarak da, “giderayak” bunun doruklarına ulaşmış bulunuyorlar. Aslında bugüne kadar Anayasa’nın pek çok amir hükmüne açıkça ve utanmazca ihlal etmekten sabık bu muktedirler, cebren (evet, bas bas bağırtarak, mühürsüz oylarla referandum yolsuzluğu yaparak Şahsım Rejimi’ni tesis ettiler) madde madde ihlal etmeye devam ediyorlar.
Bugün gelinen noktada da, Cumhurbaşkanı seçimi konusunda aynı utanmazca ihlallerden birine daha imza atmaya hazırlanıyorlar. Anayasa’nın 101’nci maddesi ve 116’ncı maddesi açık seçik ifade etmesine rağmen, “Şahsım” tutturmuş, “İlle de 3’ncü kez aday olacağım” diyor. Yahu olamazsın. Maddeler çok açık söylüyor. İtiraz edene de, (mealen) “Ben arada sistemi – rejimi değiştirdim. O zaman Anayasa’nın o kuralı (maddeleri) geçersiz hale geldi. Kronometre sıfırlandı” diyor.
Bu “sıfırlama” lafını bizzat kullanmasındaki talihsizliği ve 2013 Aralık ayını kendi kendine hatırlatmasındaki ironiyi bir tarafa bırakırsak, zihniyet çok net biçimde açığa vurulmuş olmuyor mu?
Özetle: “Güç bende. Askeri güç, polis gücü, yargı mekanizması, en önemlisi de, seçimler konusunda tartışmalarda son ve kesin kararı verecek olan güç (YSK) benim elimde. O yüzden Ayasaya, yasa filan dinlemem. Kırar geçerim. Devirir geçerim” diyor.
İyi de bunun darbe mantığından farkı ne?
Yani o zaman, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönetimini şu veya bu şekilde ele geçirdikten sonra yeni bir anayasa ve yeni yasalar yapanların, bu anayasaları ve yasaları yapmasının bir anlamı, insanların da o “ara” dönemlerde bunlara uyma zorunluluğunun kalır mı? Gücü ele geçirdikten sonra “Benim tanımama ayrıcalığım var bunları. Ben ne dersem o!.. Var mı itirazı olan? Dağılın lan!..” denilebilen bir yerde demokrasiden söz edilebilir mi?
Bütün bunların söylenebildiği ve yaşandığı bir yerde, yani “tağyir, tebdil ve ilga” suçunun, zaman zaman bir “suç” değil, bazılarına tanınmış bir ayrıcalık haline geldiği bir ülkede, o ülkenin itibarından söz edilebilir mi?
O itibarı geri getirebilmek için büşük bir şanstır 14 Mayıs.
Haydi sandığa ve haydi, yeniden inşa çabasına destek vermeye.