Mudanya’da, bundan 100 yıl önce, yani 1922 yılının Ekim ayında atılan imzalar sizce ne kadar önemliydi? Savaş meydanlarında kazanılan zaferin meyvesi diplomasi masasında toplanabilir miydi?
1918 yılında Osmanlı Devleti’ne dayatılan Mondros Mütarekesi, ne denli uğursuz bir ateşkes anlaşmasıysa, Mudanya Konferansı da o denli sevindirici sonuçlar devşiren bir silah bırakışmasını tarihe armağan ediyordu.
Dünya Savaşı’ndaki yenilgi Mondros’ta yapılan ateşkes anlaşmasını ve dolayısıyla kara bulutları getirmiş, Büyük Türk Zaferi ise Mondros’un yerine Mudanya’yı koymuş, memleketi aydınlık günlere kavuşturmanın müjdecisi olmuştu.
ZAFERİN DUMANI TÜTERKEN
Mustafa Kemal’in askerleri, istilacı düşmanı ezici bir zaferle imha etmiş, güzel İzmir’i kurtarmıştı. Yurdun her yanında kutlamalar sürüyor, ancak savaşın dumanı halen tütüyordu.
Türk ordusu, Misakımilli sınırları içindeki yurt parçalarını bütünüyle ele geçirinceye kadar harekâtı sürdürmeye kararlıydı. Bu görüş İstanbul’daki Anadolu Hükümeti temsilcisine bildirildi. Böylece, Türk tarafının harekâtı durdurup barış konferansı istemek düşüncesinde olmadığı Avrupa’dan duyulacaktı.
Gelişmeleri değerlendiren Fransız başbakanı, Çanakkale’deki Fransız askerlerinin yirmi dört saat içinde geri çekilmesi için talimat veriyor, İtalya da aynı şeyi yapıyordu. Böylece, İngilizler inatçı politikalarında yalnız kalıyordu.
Mehmetçik bölgeye varırken İngiltere ise Çanakkale’ye takviye kuvvet arayışına giriyordu. Ancak bu çok sürmeyecekti. Kral başbakanına yazdığı mektupta, “ General Harrington gibi ihtiyatlı ve tedbirli bir başkomutana sahip olmaktan duyduğu memnuniyeti belirtiyor, yeni bir savaşın patlak vermesine aleyhtar olduğunu diplomatik bir dille iletiyordu.
26 Eylülde, İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri Komutanı İngiliz General Harrington, “Türk süvarilerinin tarafsız bölge dışına çekilmesi” hakkında bir telgraf yolladı. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, tarafsız bölge tanımadığını bildiren cevabında, “Süvarilerimizin ve kıtalarımızın harekâtı, mağlup Yunan ordusunu takip harekâtından ibarettir.” diyordu. Hem diplomatik ilişkileri koparmıyor hem de aba altından sopa gösteriyordu.
ÇANAKKALE’DE GÖVDE GÖSTERİSİ
Mehmetçik iki koldan, İstanbul ve Çanakkale kıyılarına doğru ilerliyordu. Çanakkale’ye yürüyen bir Türk birliği tarafsız bölge sınırındaki bir köprüye yaklaştı. “Köprünün karşı yanındaki direğe İngiliz bayrağı çekilmiş, iki makineli tüfek yerleştirilmişti. Eller tetikteydi. İngiliz subayı bir şeyi fark etti. Türk askerleri tüfeklerini omuzlarına, namluları aşağıya gelecek biçimde, ters asmışlardı. Birlik köprüden geçmek için bir zorlamada bulunmadı. Köprünün karşısında küçük bir ordugâh kurdu. Askerler derede çamaşır yıkadılar. Çamaşırlarını kurusun diye İngiliz tel örgülerine serdiler. General Marden birliklerini daha gerilere çekip savunma alanını daralttı. Tel örgüleri çoğalttı.”1
Mustafa Kemal’in askerleri, savaşmak niyetiyle değil, İngilizleri mütarekeye zorlamak içi için gövde gösterisi yapıyordu.
İngilizler gurur kırıcı bir duruma düşmüştü. “Savaş Bakanı L.W. Ewans, “Takviye yollamaya devam ediyoruz.” dedi, “Ama Türkler tel örgülere kadar sokulup adeta dillerini çıkarıyorlar. Ateş açmadıkça bu gidişi durdurmak mümkün değil.”
28 Eylül’de, Mustafa Kemal Paşa’dan Harrington’a yeni bir telgraf ulaştı: “Fransızlar ve İtalyanlar gibi sizin de Asya sahilinde bulunan kıtalarınızı geri çekmeğe hazır olduğunuz takdirde, Boğazlar sahilinde bulunan kıtalarımıza yavaş yavaş geri çekilmeleri ve yalnız mülki idare ve polis teşkilatını kurmakla yetinmeleri hususunda emir vermeye hazırım”
GELDİKLERİ GİBİ GİTTİLER
Bu arada Fransızların temsilcisi olan Franklin Bouillion, Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek için İzmir’e vardı. İstanbul’da görevli olan Fransız Generali Pelle de İzmir’de görüşmelere katıldı. Ateşkes fikri olgunlaşıyordu.
Yazar Falih Rıfkı, zafer haberiyle birlikte yakın dostu Yakup Kadri ile birlikte İzmir’e koşmuştu. Yaşananlara tanıklık ediyordu: “Limandaki İngiliz donanması, Mustafa Kemal’i rahatsız etmekte idi. Yirmi dört saatte sularımızdan çıkması için amirale mektup göndereceği vakit, zayıfların yüreği oynadı; İngilizlerle harbe tutuşacaktık”
Başkomutan Kemal Paşa, Fransızların verdiği teminat üzerine Türk ordularının harekâtını durdurdu. Zira Edirne de dâhil olmak üzere Trakya’nın Meriç’e kadar boşaltılmasında ve Türklere tesliminde mutabık kalınmıştı. Artık Trakya’nın boşaltılıp Türklere devredilmesi konusu Mudanya’da ele alınacaktı. Mütareke görüşmelerinde Türk haklarını Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa savunacaktı.
Gelişmeler üzerine, İngiliz donanmasının limandan çıkışını herkes sevinçle izliyordu. Başkomutan ise, penceresi denize bakan çalışma odasında olmasına rağmen, o tarafa bakmıyordu bile. Yaklaşık dört yıl önce cepheden İstanbul’a döndüğü gün, söylediği şey gerçek oluyordu. Geldikleri gibi gidiyorlardı. “Zincirini alan her gemi yalnız onu selamlayarak değil, biraz da başı öne eğilir gibi uzaklaşıyordu…”
KONFERANS
Mudanya Konferansının esaslarını, İzmir’deki görüşmelerde F. Bouillon ile Hariciye Vekili Yusuf Kemal Bey hazırladılar.
Mudanya’daki ilk buluşma 3 Ekim 1922’de yapıldı. Fransa’yı General Charpy, İtalya’yı General Mombelli ve Britanya’yı General Harrington temsil ediyordu.
Oturum İsmet Paşa’nın teşekkür konuşmasıyla başladı. Ertesi gün görüşmeler çetin şekilde sürdü. Karaağaç meselesi, hararetli tartışmalara yol açıyordu. Jandarma kuvvetlerinin sayısı, Yunanlıların çekileceği hat gibi konular da müzakere ediliyordu. Biraz yol alındıysa da sonuca ulaşılamadı.
5 Ekim’de taraflar yine masadaydı. Fakat görüşmeler bir sonuç alınamadan kesildi. Bir buhran beliriyordu. Silah bırakışması konusunda imza atmak için Türk tarafının kesin olarak bir şartı vardı. Trakya’nın İzmir’de kararlaştırılan esaslar dâhilinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti’ne iadesi kabul edilmediği takdirde Batı Cephesi orduları İstanbul üzerine harekete geçecekti. 6 Ekim’de İstanbul’da toplanan müttefik devletlerin delegeleri Trakya ve Karaağaç hakkındaki Türk ısrarını kabul etme yönünde bir beyanatta bulunmaya karar verdiler. Başkomutanın, “Gerekirse İstanbul’a yürünmesi talimatı” işe yaramış görünüyordu. Ancak görüşmelerin uzaması barış gayretlerinin suya düşeceği endişesini yaratıyordu. Batı devletlerinin başkentlerinde gelen talimatlar bir ara uyuşmazlık ufuklarını gündeme taşıdı.
MÜTAREKE
Konferansın son toplantısı 11 Ekim 1922 tarihinde sabaha karşı yapıldı. Saat 6 sularında Mudanya Askerî Sözleşmesi imzalandı. Buna göre Yunan askerleri Meriç batısına çekilecek, bundan 1 ay sonra Doğu Trakya Ankara Hükümeti’ne teslim edilecekti. 2
İmzalar atıldıktan sonra İsmet Paşa konuklarını askerî bandoyla yolcu etti. Tören kıtası selam vaziyetindeydi. “Misafir generaller bu birliği teftiş ederek rıhtıma doğru giderken, bando bir marşa girdi. İtilaf devletleri kumandanları bu marşın ahengine ayak uydurarak rıhtıma doğru yürüdüler. Bu marş biraz fazla oynaktı. Müttefik delegeler ilerledikçe mızıkanın temposu da hızlanıyordu. Bando temposunu büsbütün hızlandırdı, nağmeler gittikçe oynaklaştı. Mudanya anlaşmasını imzalayan yabancı komutanlar, Mudanya’yı bu oynak marşın temposu içinde terk ettiler.” 3
Askeri zaferin ardından yapılan bu mütareke anlaşması, Ankara’nın siyasi alandaki geniş çaplı ilk başarısı olarak kabul edilmelidir. Eğer bu silah bırakışması yapılmasaydı, dünya için yeni bir kriz, hatta savaş ihtimali belirecekti. Atılan imzalar, Ankara Hükümeti’nin İtilaf Devletleri tarafından resmen tanınması anlamına geliyordu. Böylece İstanbul, Çanakkale ve Trakya, başka kan dökmeden kurtarıldı. Mudanya, Mondros’u tarihe gömüyordu. Sevr anlaşması çoktan sulara gömülmüştü. Artık Türkiye’nin ufkunda, onurlu bir barışın getireceği tam bağımsızlık için son bir adım kalacaktı. O adım da kısa süre sonra Lozan’da atılacak, çetin ve uzun görüşmelerin sonucunda barış anlaşması imzalanacaktı…
1 Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler, Bilgi Yayınevi s. 384.
2 Sözleşmede Yunan delegesinin imzası yoktu; birkaç gün sonra onların da bu anlaşmayı kabul ettiği Türk tarafına bildirildi.
3 Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 3, s. 35