İmparatorluklar Çökerken…

Geleceği tahmin etmek için dünya tarihinden daha büyük bir laboratuvar olamaz. Büyük güçler doğar, gelişir ve mutlaka çökerler. İmparatorlukların sürekliliği ekonomik ve askeri gücün bir sentezidir. Bu sentezi doğru zaman ve doğru yerde kullananlar hayatta kalmayı başarırlar.

TEK KUTUPLULUK NADİR BİR DURUMDUR

Tek kutupluluk tarihin akışında nadiren görülür ve görece kısa sürelidir. Örneğin İngiltere’nin hem ekonomik hem askeri güç olarak rakipsiz liderliği Trafalgar zaferi sonrası (1805) başladı ve Birinci Dünya Savaşı sonunda (1918) sona erdi. Hem askeri gücünü idame edecek ekonomik güce hem de teknolojik liderliğe sahipti, ancak en önemlisi dünya ekonomisinin bağımlı olduğu deniz ticaret yolları ile düğüm noktalarını büyük donanması ve üsler zinciri üzerinden kontrol edebiliyordu. Ekonomik, siyasi, demografik güç, deniz gücü ve teknolojik güç ile bir araya gelip jeopolitik paradigma içinde etki yarattığı anda imparatorluk güçleniyor. Ancak hepsi arasında bir denge olması gerekir. Amerikalı Tarihçi Paul Kennedy dengenin bozulmasını askeri çatışmalar ve ekonomik değişimler içinde görür. Ünlü ‘Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri’’ başlıklı kitabında şöyle yazıyor: ‘Bir büyük gücün zaferi ya da bir diğerinin çöküşü, genellikle silahlı kuvvetlerinin uzun süren savaşlarının sonucu olmuştur; aynı zamanda, devletin verimli ekonomik kaynaklarının savaş zamanında etkin kullanımının da rolü vardır. Daha da öte arka planda, o devletin ekonomisinin diğer rakip uluslara göre yükselme veya düşme biçiminin sonuçları yatar.’’

İNGİLTERE-ABD REKABETİ

Bir ada devleti olarak İngiltere’nin 1918 yılına kadar neredeyse 100 yıllık liderliğinin asli sebeplerinden birisi sanayi devrimine ev sahipliği yapmasıydı. 1750’de kişi başına sanayileşme oranı 10 iken 1900’de 100’e çıkan bir denizci ada devletinden bahsediyoruz. (20.yy. başında bu değer Fransa için 39 idi.)  Diğer yandan 20. Yüzyıl başında ABD’nin her alanda İngiltere’yi geçmeye başladığını görüyoruz. O dönem devletlerin küresel hegemonik yarış parametreleri nüfus büyüklüğü, kentleşme oranları, kişi başına düşen sanayileşme düzeyleri, demir ve çelik üretimi, enerji tüketimi ve toplam endüstriyel çıktıyla ölçüldüğünde şu tablo karşımıza çıkıyor: Nüfusta 135 milyonla Rusya; kentleşmede %18,7 ile ABD; Endüstrileşmede %100 ile İngiltere; demir ve çelik üretiminde 27 milyon tonla ABD; enerji tüketiminde 248 milyon ton kömür eşleniği ile ABD; Topyekun endüstriyel potansiyelde %127 ile ABD; Küresel üretim paylarında %23,6 ile ABD birinciler olarak karşımıza çıkıyor. Halbuki 1880’de yani 20 yıl önce dünya ekonomisi üretim payında İngiltere %22,9, ABD ise %14,7 idi. Kısacası 1880’de nüfus ve kentleşme hariç hemen hemen her alanda ABD’yi geçen İngiltere, 1890 sonrası önce ekonomik alanda daha sonra diğer alanlarda liderliği ABD’ye devretmeye başladı. ABD’yi yakın akrabası olarak gören İngiltere bu geçişi yaşamsal bir tehdit olarak görmedi. Neticede Anglosakson emperyalizm ortak değerlere sahipti.

DENKLEM DEĞİŞTİREN GÜÇ: ALMANYA

İngiltere, 1900’lerde ABD’nin kendisine rakip devasa ekonomik büyümesini gördüğü halde, jeopolitik alanda doğusunda hızla büyüyen Almanya’yı büyük bir tehdit olarak gördü ve askeri harcamalarını arttırdı. İngiltere geçmiş savaşların aksine İngiltere yerine, ABD bankerlerinden borçlanarak Birinci Dünya Savaşına girdi.  İşte burada bir kez daha jeopolitiğin ideoloji, siyaset ve ekonominin önüne geçtiğini görüyoruz. İngiltere’nin durum muhakemesinde öne çıkan temel jeopolitik prensip, büyüyen rakip bir kıta devletinin (Almanya), hayatı denizlere bağımlı gerileyen bir hegemon ada devletini boğmasını önlemekti. Bu prensibi yüzyıllarca Fransa’ya karşı uygulamıştı. Birinci Dünya Savaşı devam ederken 1917’de eğer ABD, İngiltere yanında savaşa girmeseydi boğulma işlemi gerçekleşebilirdi. Aynı durum İkinci Dünya Savaşında tekrarlandı. Eğer 1941 sonunda ABD, İngiltere yanında savaşa girmese ve “lend lease” politikası ile  savaş gemileri karşılığında ABD’ye deniz aşırı üslerini 100 yıllığına kiralamasa bugün bağımsız ada devleti İngiltere’den bahsedemiyor olurduk. ABD bunun karşılığında savaşın sonunda İngiltere’den küresel liderliği devraldı.

ABD’NİN YÜKSELİŞİ

1918 -1947 arası dönem ABD’nin kayıtsız şartsız ve açık ara dünya liderliğine yürüdüğü dönem olarak karşımıza çıkıyor. Ancak bu yükselişte en önemli faktörün ABD’nin bilhassa İkinci Dünya Savaşına girişi ve özellikle Japonya ile yaşanan Pasifik’teki savaşın silah sanayii üzerinden yarattığı devasa üretim gücü olduğunu söyleyebiliriz.  ABD, her iki yanı okyanuslarla emniyete alınmış bir ada gibidir. İkinci Dünya Savaşında toprağına tek bir bomba düşmedi. İnsan kaybı diğer güçlere oranla asgaride kaldı. 1941-46 arasında kıta içi ticaretine devam etti. Hammadde, tarım, finansal ve endüstriyel gücü ile başta nükleer teknoloji olmak üzere güç unsurlarının tümünden yararlandı.

Bu arada İspanya, Portekiz, Kuzey Fransa hariç Avrupa, Kuzey Afrika, Urallar batısındaki Sovyetler Birliği savaştan çok büyük zarar görmüştü.  ABD, II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünyanın tek büyük sanayileşmiş ülkesi olarak ortaya çıktı. Hem ekonomik hem askeri politik alanda tarihin gördüğü en güçlü devlet konumundaydı. Milli gelirinin %28’i sanayi üretimine dayalıydı. (Bugün %11)

ABD GERİLEMESİ

ABD, imparatorluğunun gerilemesi 1970’lerden sonra başlamıştır. Askeri alanda gerilemesi önce Kore daha sonra Vietnam Savaşıyla başladı. Kore’de yarımadanın bütünlüğünü sağlayamadı. 1961-1972 arasında devam eden Vietnam Savaşından ise büyük bir hezimetle yenik ayrıldı. Ancak her iki savaşın en büyük zararı kamuoyunun Amerikan savaşlarında kendi çocuklarının ölmesine tahammülün kalmamış olmasıydı. ABD, artık savaşları teknolojik gücünü ve vekillerini kullanarak devam ettirecekti. Bu durum askeri harcamalar ve vekalet savaşlarına ekonomik gücünün çok ötesinde kaynak ayırması sonucunu getirdi. 1980’lerden sonra, tarım ve mamul mal ihracatında düşüş yaşamaya başladı. 90’lı yıllara yaklaşırken, soğuk savaştan kurşun atmadan galip çıkan ABD borçlu ülke konumuna gelmişti. Hem iç hem de dış borç stokları artışa geçti. Bugün 27 trilyon dolar borcu olan bir ülke konumunda.

GERİLEMEYE HAYAT ÖPÜCÜKLERİ

Gerileme sürecinde, soğuk savaşın bitişi ve Kuveyt/Irak müdahalesi ile kısa süreli bir iyileşme yaşandı. Ancak bu iyileşme gerileyen ekonominin toparlanmasına yetmedi. 11 Eylül 2001 olayları imparatorluğun devamı için fırsata dönüştürüldüyse de Afganistan, Irak, Libya ve Suriye müdahaleleri ve vekalet savaşları silahlanma/askeri kampanya ve ekonomik güç arasındaki dengeyi ikincisi aleyhine bozdu. Askeri harcamaları arttıkça, büyümeye yapılan yatırımları azalttılar. 2008 finans krizi Amerikan ekonomisinin kırılganlığını gösterdi.  Bu durum yavaş büyüme, daha ağır vergiler, ülke içi kutuplaşmalar sonucunu doğurdu. Gerek Covid gerekse, ‘Black Lives Matter’’ olayları ve son olarak başkan seçimlerinde yaşanan Kongre baskınını ABD’nin zayıfladığını ortaya çıkardı.

ÇİN’İN YÜKSELİŞİ

ABD, bugün 1900’lerin başındaki İngiltere ile aynı duruma gerilemiştir. Rakibi Çin Halk Cumhuriyetidir. Çin’in ekonomik süreci inişli ve çıkışlıdır. 1750’de küresel üretimin %32,8’ini karşılarken bu değer Afyon Savaşları sonrası 1880’de 205 milyar dolar ile %12,5’a düşer. İkinci Dünya Savaşı 1945 yılında bittiğinde Pasifik’in en kalabalık ülkesi Çin, ulusal birliğini sağlayamamıştı. Nüfusu yarım milyar, milli geliri 20 milyar dolardı. (ABD’nin aynı yıl 280 milyar dolar) Son 14 yılda (1931-1945) savaşlardaki toplam insan kayıpları 20 milyonu aşmıştı. 1952 yılında milli geliri 30 milyar dolar oldu.  Çin’in 2000 yılında 1,2 trilyon dolar olan milli geliri 2021 yılında 17,7 trilyon dolara yükseldi. Küresel ekonominin %18,7 sine hükmeden Çin’e karşılık ABD’nin payı %15,9 olarak gerçekleşti. Bugün satın alma gücü paritesinde Çin, dünyanın en büyük ekonomisi ve en büyük üretim merkezidir. 2008 finans krizinden sonra dünya ekonomisinin büyümesinin üçte biri Çin’de gerçekleşmiştir. 2020 yılında Çin en değerli küresel firmaların birinci olduğu ülke oldu. Küresel 500 firma sahipliği sıralamasında ilk kez ABD’yi geçmiştir. Benzer şekilde yabancı sermaye çekmede ve araştırma geliştirme yatırımlarında da ABD’yi geçmiştir.  Çin’in karşısında ABD’nin direnebildiği üç cephe kalmıştır: Doların ticari değişim aracı olarak liderliğini sürdürmesi ki, bu cephe son günlerde BRICS hamleleri, ruble, rupi ve yuan ile ticaret üzerinden Avrasya’da ciddi yara almaya başlamıştır; Borsa gücü; Beyin göçü ile entelektüel birikim ve inovasyon çekim gücüdür. Diğer yandan dengeleri değiştiren jeopolitik gelişmeler arasında Rusya ve Çin yakınlaşması üzerinden stratejik iş birliği; Çin’in Pasifik Okyanusuna deniz gücü olarak 500 yıl sonra geri dönmesi; Arktik Okyanusunun erime sonucu Rusya için deniz ulaştırma rotasına dönüşmesi sayılabilir.

UKRAYNA KRİZİ VE İMPARATORLUĞUN ÇÖKÜŞÜNÜN GECİKTİRİLMESİ

24 Şubat 2022 tarihinde başlayan Rusya Ukrayna krizi, ABD için, İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşına girmesi sürecine benzetilebilir. Bu savaş İngiltere için kaçınılmazdı. Zira Almanya başta ticaret ve teknoloji olmak üzere hızla büyüyordu. Bugünün Çin’i nasıl her alanda ABD’yi geçiyorsa, o dönem de Almanya İngiltere’yi geçiyordu. Bir ada devleti olarak bu büyüme Avrupa’da ittifak sistemleri kurularak durdurulmalıydı. İmparatorluğu idame etme iç güdüsü ile jeopolitik refleks ne ekonomi ne ideoloji tanıyordu. ABD için de bugün asıl hedef Rusya değildir. Her ne kadar ABD, 15 cumhuriyetten oluşan Sovyetler Birliğini soğuk savaş sonunda tek kurşun atmadan dağıtmışsa da bu başarıyı Rusya’nın parçalanması için devam ettiremedi. Rusya bugün Avrasya adasının batı yarımadası olan Avrupa’da Çin’in ileri kalesidir. ABD bu kaleyi zayıflatmak, kan kaybettirmek için Ukrayna’yı kullanmaktadır.

RUSYA’NIN JEOPOLİTİK DİRENCİ

Rusya ise çok hazırlıksız yakalandığı 1989 bozgununu bu kez tekrar etmek niyetinde değildir. Benzer bir bozgunu 1918 Brest Litovsk anlaşması sonucunda yaşamıştı. Ama o zaman büyük bir savaş ve rejim değişikliği getiren devrim yaşanmıştı. Çin’in 1978 sonrası yükselişe geçmesi ve Rusya’nın 2000 sonrası Putin liderliğinde toparlanması mümkün olmasa ABD, 1970’ler sonrası başlayan gerilemesini durdurabilir ve imparatorluğunu konsolide edebilirdi. Ancak bunu başaramadı. Ukrayna Rusya krizi ABD’ye ucuz Ukrayna kanı ve Zelensky üzerinden büyük fırsat sunmuştur. Bu kriz ABD kenar kuşak ve Avrasya’yı çevreleme için fırsat gibi kullanılmış, NATO üyelerinin bağlılığı sağlamlaştırılmış gibi görünse de krizin üzerinden 5 ay geçmeden ABD’nin Avrupalı müttefiklerinde sonucu siyasi olan ciddi ekonomik sorunlar baş göstermeye başlamıştır.

GERİLEYEN ABD VE AVRUPA

Avrupa’da geçen 2 haftada 3 Başbakan (İngiltere, Estonya, İtalya) istifa etti. Bu istifaların ardında siyasi nedenler kadar eşit ağırlıkta ekonomik nedenler de vardı. Bu nedenler arasında gerek Covid ve sonrası dönem sıkıntıları, gerekse Rusya’ya uygulanan yaptırımların dolaylı sonuçları da sayılabilir. Hafta içinde birçok siyasi liderin önemli açıklamalarını gördük. Alman Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock Kanada’dan ithal edilen, Rus gazı ile işleyen Gaz Türbinlerinin Rus yaptırımlarına takılması üzerine şunu söylüyordu: Ancak bu gaz türbinini alamazsak, o zaman daha fazla gaz alamayız, gaz alamayınca da Almanya olarak Ukrayna’ya hiçbir şekilde destek veremeyiz çünkü o zaman halk ayaklanmalarıyla meşgul olacağız.” Geçen hafta içinde Putin de yaptığı bir konuşmada Batıdaki altın milyar denilen nüfusun tüm zenginliğini diğer ülkelerden çalarak sağladığını ve fakat artık bu dönemin sona erdiğini ve jeopolitik devrimci sürecin başladığını” ilan etti. Alman Şansölye Olaf Scholz da yazdığı bir makalede yeni “çok kutuplu” dünya fikrinden bahsetti. Başkan George Bush döneminde, Irak müdahalesi sırasına ABD kuklası olarak hareket eden Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair de bir konferansta şunları söyledi: ‘Çin’in Rusya ile ortaklaşa süper güç statüsüne yükselmesiyle Ukrayna savaşı, Batı’nın egemenliğinin sona erdiğini gösterdi…Dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi veya Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile karşılaştırılabilir dönüm noktasında, ancak bu sefer Batı açıkça yükselişte değil…Dünya en azından iki kutuplu ve muhtemelen çok kutuplu olacak ve bu yüzyılın en büyük jeopolitik değişimi Rusya’dan değil Çin’den gelecek.’’Blair’in konuşmasında kanaatimce batı imparatorluğunun yıkım sürecini hızlandıracak en önemli cümle şuydu:  “Batı savunma harcamalarını artırmalı ve askeri üstünlüğü sürdürmeli.’’ Aynı zaman diliminde Kraliyet Birinci Deniz Lordu Amiral Ben Key’in  yaptığı bir konuşmada vurguladığı şu hususlar da dikkat çekici: ‘Sadece Rus ayısına odaklanmak kaplanı kaçırma riski taşır… Biz Rusya’yı yakın ve açık bir tehlike olarak görürken, Çin uzun vadeli bir meydan okuma oluşturuyor… Yalnızca Rusya’ya odaklanmanın riski, Çin’in ortaya koyduğu uzun vadeli stratejik zorluğu kaçırmamızdır…”Çin, askeri ve siyasi nüfuzunu genişletmek için önce gizlice, sonra derecelerle ve şimdi büyük sıçramalarla bir açık deniz donanması ve bir üs ağı inşa ediyor…Geçmişte biz de aynısını yaptık. Tarihimiz bir noktada Donanmamızın, sonraki iki rakibin toplamından daha büyük olması gerektiğini söylüyordu…Çinlilerin yaptıklarını yapmaya oldukça hak sahibi oldukları tartışılabilir. Ama eğer bunun barış ve refaha bağlılıkla ilgili olduğunu iddia ediyorlar ve düzenli olarak tekrarlıyorlarsa, neden bunu yapma gereği duysunlar ve Güney Çin Denizi’nde oldukları gibi davransınlar?’’ Kısacası Amiral diyor ki, geçmişte biz emperyalizm için donanmamızı ve üsler zincirini genişlettik. Sömürgeler kurduk. Savaşlar çıkardık. Donanma kurmak bize has bir ayrıcalık. Çin nereden çıktı? Diğer yandan ABD’nin Hint asıllı bir kadını Başkan Yardımcısı yapacak kadar yeni dünya düzeninde bel bağladığı Hindistan, Rusya Ukrayna krizinde Rusya’nın yanında kaldı. İran ve Çin Rusya’ya bağlı kalmış, Türkiye BM yaptırımları dışında ekonomik yaptırım ve ambargolara iştirak etmemiştir.

ESKİ DÜNYA ARTIK YOK

Geçen hafta Fransız stratejist Pascal Boniface bir TV kanalında şöyle dedi: Artık ABD ve Batı’nın tüm dünyayı yönettiği devir sona erdi. Tüm ülkeler Washington’u takmadan kendi gündemlerini yürütüyor. Sadece Avrupalılar kendilerine söyleneni yapıyor”.  Yeni bir dünya kuruluyor. 100 yıl önce İngiltere 1.Dünya Savaşında Almanya’nın büyümesini ve kendine tehdit oluşturmasını ancak ABD sayesinde önleyebilmiş, tarih 21 yıl sonra 2. Dünya Savaşında tekrar etmişti. Bu kez İngiltere ve Avrupa’yı sadece ABD değil, Sovyet Ordusu da kurtarmıştı. 2.Dünya Savaşından 50 yıl sonra Atlantik emperyalizmi soğuk savaş sonrası kendini dizginleyemedi. Neoliberal kapitalizmi kan sınırları çizerek genişletti. Almanya’nın Hitler döneminde hayal ettiğinin çok daha büyüğünü dünya hakimiyeti için kurguladı. Bu gidişe dur denmese ulus devletler parçalanmış, kaynakları çok uluslu dev batılı şirketlerin sınırsız kullanımına açılmış, insanları köleleştirilmiş, yerlerinden edilmiş olabilirdi. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de yaşananlar geniş coğrafyalara yayılabilirdi. Ne uğruna? Batı dünyasındaki oligarşik bir azınlık ve 1 milyar insanın daha mutlu, daha zengin ve huzurlu yaşaması için. NATO Madrid Zirvesinde onaylanan 2022 Konsept Belgesinin girişindeki şu cümleyi hatırlatırım. Bir milyar vatandaşımızı koruma kararlılığımızı koruyoruz- We remain steadfast in our resolve to protect our one billion citizens.’’ Ancak 21. Yüzyıl başından itibaren dünya tarihinde geçmişte yaşananlar tekrar etti. Denizci Atlantik gücünün karşısına denizcileşen Asya çıktı. Çin’in hem kıta gücü hem de okyanusa doğrudan her mevsim çıkışı olan deniz gücü olarak 21. yüzyıla girmesi tüm dengeleri alt üst etti. Çin büyüyen ekonomik gücünü son 25 yılda deniz kuvvetlerine yansıttı. Büyüme devam ediyor. Atlantik deniz gücü 50 yıl sonra ilk kez okyanuslarda ciddi meydan okuma ile karşılaştı. İngiltere’nin 100 yıl önce Almanya’yı dengelemek için tüm donanmasını Kuzey Denizine çektiği zaman dilimine benzer gelişmeler Pasifik’te yaşandı. ABD Donanmasının 2012 de pivot stratejiye geçmesi; 2021 yılında acele ile AUKUS paktının kurulması; Japonya’nın silahlandırılması ve anayasasının değiştirilmesi gibi örnekler çoğaltılabilir. O zaman İngiltere sıkıştığında yanına yakın akrabası ABD gelmişti. Bugün ABD’nin birleşen Asya güçleri karşısında yanına gelecek güç kalmadı. NATO ve AUKUS, hesaplaşma günü geldiğinde Almanya karşısında İngiltere’nin yanına gelen ABD gibi olmayacaktır. Görünen şu ki, tarih tam 100 yıl sonra tekrar ediyor.

ABD VE ATLANTİK SİSTEM ÇÖKÜYOR

Asya güçleri yükseliyor. Bunu sayılar ve olgular söylüyor. Rusya’ya uygulanan jeopolitik kuşatma ters tepiyor. Yaptırımların ucu ABD’ye ve ABD’nin tam sömürgesi olan AB’ye dokunmaya başladı. Bu süreci uzatmak, Rusya’yı ve Çin’i zayıflatmak kısacası Asya’yı parçalamak için ABD, İngiltere ve Anglosakson birlik her şeyi yapacaktır. Ancak, NATO’da ekonomik sıkıntıların artmasıyla birlikte Washington’a bağlılık ve ABD’nin her dediğine kayıtsız şartsız iman dönemi de yara alacaktır. Çöken imparatorluklar geri çekilirken anafor ve karmaşa yaratırlar. Gücü kolay bırakmazlar. Geri adım atarken yeni hamle yaparlar. Ancak bu zig zaglar sonucu değiştirmez. Türkiye bu tuzaklara düşmemeli ve büyük resmi çok iyi takip etmelidir. Ukrayna Rusya Krizine veya Tayvan sorununa sadece Atlantik mercekleri ile bakarak, jeopolitik mücadelenin asıl resmini görmezden gelerek, batının kural temelli uluslararsı düzen yalanına kanarak bir yere varamayız.

Kısacası, imparatorluklar ekonomik gelişmeyi ihmal edip, askeri maceralara girdiğinde ve kontrol edemedikleri derecede büyüdükleri andan itibaren çökerler. ABD tam da bunu yapmıştır. Türkiye bu durumu görmek ve çöken imparatorluklar döneminde yeni rota çizmek mecburiyetindedir. Bir  denizci olarak şu tavsiyeyi yaparak bu yazıyı tamamlayalım: ‘’Gideceği limanı bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar fayda sağlamaz. Türkiye’nin rotası 99 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk tarafından belirlendi. Tek tek yapacağımız o rotaya geri dönmektir.’’

(Emperyalizmin tüm tuzak ve kışkırtmalarına; içimizdeki mandacıların, gericilerin, bölücülerin, işbirlikçilerin, hainlerin ve mankurtların tüm ihanet ve kumpaslarına rağmen Cumhuriyetin omurgası Lozan 99. yılını tamamladı. Yaşasın Lozan. Yaşasın Cumhuriyet. Kutlu olsun.)

Bunları da sevebilirsiniz