Erzincan’ın İliç’te Anagold Madencilik’in sahasında yaşanan siyanür hattının patlamasına ve yarattığı çevre felaketine değinmiştim.
Büyük bir çevre felaketi yaşanması özellikle sosyal medyada geniş tepkilere yol açmıştı.
Böylece küresel sermayenin, işbirlikçileriyle birlikte Anadolu’nun altını üstüne getiren diğer altın işletmeleri gibi uyguladıkları “vahşi madenciliğin” sonuçlarından birisini daha yaşadık.
Son yıllarda Afrika’da bile görünmeyen saldırganlığın yansımasıydı sonuç.
1999 yılındaki ilk cevher arama faaliyetleri, dünya madenciliğinin en büyük şirketlerinden Rio Tinto ve ABD’li Anatolia Minerals Development Limitetin Türkiye’de faaliyet gösteren alt iştiraki Çukurdere Madencilik ortaklığında başlamıştı.
Ardından, Alacer, Anagold, Lidya Madencilik, Çalık Holding, Avoca Resources ve SSR Mining gibi şirketlere devirler oldu.
Madende adeta bir şeyler gizlenmek isteniyormuşçasına, birkaç yılda bir ya maden işletmecisi firmanın ismi değişti ya da hisseler yeni tüzel kişiliklere devredildi.
Soruyoruz niçin?
İşbirlikçiler dedik, peki neden?
AKP iktidarı yıllardır küresel sermayenin isteklerini karşılıyor. Tıpkı tarımın ve hayvancılığın bitirilmesine yol açan yasalar gibi çeşitli düzenlemelerle yeraltı kaynaklarımızı peşkeş çekiyor. Orman, tarım alanı, koruma bölgesi, sit demeden yerli ve yabancı şirketlere binlerce arama ve işletme ruhsatı verildi.
İşletmelerde ne kadar altın ve benzeri kaynağın elde edildiğine, hazineye ne kadar pay ayrıldığına ilişkin bilgiler, sürekli gizli tutuldu. Ticari sır sayıldı…
* * *
İliç madeni, bölge ekolojisini tümüyle etkiledi. Yaban hayatını öldürdü. Astım, bronşit ve kanser benzeri sağlık sorunları tırmandı. Arıcılık ve hayvancılıkla geçimini sağlayan Sabırlı ve Yakuplu köylerinde artık hayvancılık yapılmıyor.
AKP iktidarı, kanayan bir yara “siyanür liçi” yöntemiyle ( toprak yığınlarını siyanür kullanarak çözme yoluyla altın madenine ulaşma tekniği) işletmeyle ilgili yıllardır sürdürülen yakınmaları hiç dikkate almadı.
Bırakın almayı Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, Türkiye’nin ikinci en büyük siyanür atık havuzu için 2008, 2014 ve 2021 tarihli ÇED kararlarıyla sürekli kapasite artırımına yol verdi.
Bu depoda 38 öldürücü kimyasal madde, yıllık 360 bin ton sülfürik asit, 20 ile 30 bin ton arasında siyanür kullanılıyordu oysa.
Öte yandan altın üretiminde, yer altında bulunan diğer ağır metallerin de yerüstüne çıkarılması ekolojk sorunlara yol açıyor.
Yer üstüne çıkarılan mineraller siyanür ve diğer asit çözeltileriyle ayrıştıktan sonra sadece altın ve gümüş alınıp, topraktaki toksit ağır metalleri içeren zehirler atık barajında depolanıyor.
* * *
Yetmedi, cehennem çukuruna kurulan devasa pompalarla atık sular, havaya püskürtülerek çok riskli bir tutum sürdürüldü.
Ardından korkulan ve beklenen oldu. 21 Haziran’da, tıpkı geçmişte Giresun Şebinkarahisar ve Kütahya’da yaşandığı gibi atık deposu patladı.
Şirket önce sızıntıyı inkâr etti. Bakanlık ve bürokrasi dört gün sessiz kaldı.
Başta yıllardır işletmeye karşı mücadele eden Sedat Cezayirlioğlu, avukatı İsmail Hakkı Atal ve sınırlı sayıda medya kuruluşunun ortaya koyduğu delillerle inkârdan, kabule geçildi.
Bakanlık, şirketin faaliyetini geçici olarak durdururken devede kıl sayılmayacak ölçüde, 16 milyon 441 bin TL idari para cezası kesildiğini duyurdu.
Şirkete gelince, beşinci günün sonunda 20 ton siyanür iddiasının gerçeği yansıtmadığını, dökülen siyanür miktarının 8 kg olduğunu ve hemen temizlendiğini öne sürdü.
***
5 yılda 7 ayrı dava açıldı: Sonuç yok
Kamuoyunun ilgisini bu madene çekmek için her yolu deneyen Cezayirlioğlu, hukuki mücadeleyi de avukatı İsmail Hakkı Atal ile beraber yürüttü, yürütüyor.
Cezayiroğlu’nun 2017 yılından bu yana açtığı yedi ayrı davanın yanı sıra Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Genel Merkezi de dava açtı. Türkiye Barolar Birliği (TBB) ve TMMOB bu davalara müdahil oldu. Sedat Cezayirlioğlu, sürekli ölüm tehdidi aldığını ve koruma talebinde bulunduğunu açıkladı ancak herhangi bir adım atılmadı.
Patlamanın ardından bölgeye gelen bakanlık yetkilileri hakkında “görevi kötüye kullanma, suç delillerini gizleme, değiştirme veya yok etme” iddiasıyla yeni bir suç duyurusunda daha bulunuldu.
Sızıntının Fırat’a karışmadığı, kuru dereye aktığını iddia eden yetkililere yeni görüntülerle yanıt verildi.
Son olarak 27 Haziran’da yine hile, yalan devreye sokuldu. Zehirli atık sözde temizlik adına iş makinalarıyla taşınarak toprağa bulaştırıldı. Bu çaba bilgilendirilmeyen, sağlıkları riske atılarak çalıştırılan işler tarafından kamerayla tespit edildi.
Bu arada TMMOB “felaketin tüm sorumluları yargı karşısında hesap vermeli, kapasite artırımı için verilen ÇED olumlu kararı iptal edilmeli ve işletme gecikmeden kapatılmadır” çağrısı yaptı.
TMMOB Genel Sekreteri Dersim Gül tarafından okunan açıklamada sömürge madenciliğine karşı bu anlayışa son verilene kadar mücadele etmeye devam edileceği belirtildi. TMMOB’un yaşanan facianın üzerinin örtülmesine ve unutturulmasına izin verilmeyeceği vurgulandı.
Yapılan açıklamayı özetleyeyim şimdi:
“Geçmiş yıllarda, Artvin Cerattepe’de, Uşak Eşme’de, İzmir Efemçukuru’nda, Bergama Ovacık’ta, Ordu Fatsa’da ve Çanakkale Kazdağları’nda gördüğümüz bu madencilik anlayışı Erzincan İliç’de de büyük bir yıkıma neden olmaktadır. Ekosistemi yok eden, ormanlarımızı, yeraltı sularımızı ve nehirlerimizi tehdit eden, çevreye geri dönüşü mümkün olmayan zararlar veren bu anlayış, ülkemizin geleceği açısından büyük bir tehdittir. Yürütülen madencilik çalışmaları, üretim etkinliği değil bir sömürü faaliyetidir; madenlerimizi olduğu gibi, doğamızı ve halkımızı da sömürmektedir. Siyanürlü altın işletmeciliğinde hiçbir kamu yararı bulunmamaktadır. Bu madencilik anlayışının tek kazananı maden şirketleridir.
Maden Kanunu’nda 2004 yılında, Madencilik Faaliyetleri İzin Yönetmeliği’nde 2005 yılında yapılan değişiklik ve düzenlemelerle madenlerimiz sömürüye açılmıştır. Bu tarihlerden itibaren, milli parklar, sit alanları, ormanlar, ağaçlandırma sahaları, özel koruma bölgeleri, meralar, su havzaları, kıyı alanları ve turizm bölgeleri madencilik faaliyetine açılmıştır. Sermayenin sınırsız sömürüsünün önündeki yasal engeller birer birer ortadan kaldırılmış ve İliç’te yaşadığımız faciaların zemini böylece hazırlanmıştır.
Bir kez daha İliç’ten sesleniyoruz; madenlerimiz ulusal ve uluslararası sermaye gruplarının yağma alanı olmaktan çıkarılmalı, İliç’te yaşanan felaketin tüm sorumluları yargı karşısında hesap vermeli, kapasite artırımı için verilen ÇED Olumlu kararı iptal edilmeli ve işletme gecikmeden kapatılmadır.”
Doğamızın ve kaynaklarımızın sömürülmesine karşı mücadeleye devam…