Yüzlerce yıl öncesinden gelen, Çin kökenli genel kabul görmüş yönetim öğütleri , içinde yaşadığımız süreçte karşılaştığımız sorunlara ne kadar anlamlı ışık tutmakta. “Zaman ufkun bir yıl ise pirinç ek, on yılsa ağaç dik, yüzyılsa insan yetiştir.
Özellikle son yirmi yıldır biz bu öğüdün tam tersini yaptık. Üretmedik, dikmedik, yetiştirmedik. Tamamen tersini yaparak varolanı da yitirdik, tükettik. Ülke nüfusu 40 milyon dolayında 20 milyon ton buğday üretirken, yarım asır sonra nüfus 85 milyon olduğunda , 20 milyon ton buğday dahi üretemiyoruz.
Ülke için buğday, mercimek, ayçiçeği yağı ithalatı yapmak kabul edilebilecek bir şey değildir. Üretimsizlik, verimsizlik göstergesidir. Bir Bakanın bu ayıbı övünce dönüştürüp “ Paramız var ki ithal ediyoruz .” açıklaması çok talihsiz bir açıklamadır.
Biz dış ticaret açığı vererek, borçlanarak tarım ürünü dış alımı yapıyoruz. Ülkede ekim alanları daralıyor, verim gereken şekilde artmıyor. Zaman zaman yabancı ülkelerde tarım için arazi kiralandığı açıklaması yapılıyor. Bu konuda da bilgi kirliliği var ve maalesef şeffaflık yine yok. Açıklanan her resmi rakama, verilen bilgiye kuşku ile yaklaşılıyor. 20 yıllık süreçte ne yazık ki halk olarak bu noktaya getirildik.
Orman varlığımız, yangın, rant uğruna kesim, maden arama amacıyla yok ediliyor. Duyarlı insanlarımızın tepkisi, direnişi olmasa kayıplar çok daha fazla olacak. Ekonomide sosyal maliyet kavramı vardır. Yok edilen orman, kirletilen çevre ve tahrip edilen doğa topluma maliyet olacağı için , maden şirketinin değerinden çok daha fazla maliyet oluşturuyor.
İktidarın yıkım ve tahrip gücü çok yüksek. Bu yirmi yıllık süreçte en büyük tahribat eğitimde gerçekleşti. Bunu da Türkiye Cumhuriyeti karşıtı bir kuşak yetiştirmeye yönelerek yaptılar.
Yeniden kalkınma için yapılması gerekenler, öğütlendiği gibi, üretimi arttırmak, doğayı koruyup orman varlığını zenginleştirmek, daha önemlisi nitelikli insan yetiştirmektir. Yapılması gerekenleri gerçekleştirmek için de yönetim ilkelerine uyulması, yöneticilerin de belli niteliklere sahip olması zorunludur.
Yönetim ilkeleri, öğrenmeden, bilmeden karar vermemek, tek yanlı uygulama yapmamak, ayrım yapmamak, tutarlı davranmak, kamuyu doğru bilgilendirmek olarak özetlenebilir. Yöneticilerde ise her konuda dürürstlük, bilgili ve kişisel beklentileri için değil kamuya hizmet konusunda arzulu olmak , kibirli ve ben merkezli olmamak, savurganlık yapmamak, alçakgönüllü davranmak, çıkar ilişkileriyle değil davranışlarla itibar , saygı kazanmak gibi kişisel nitelikler aranmalıdır. Başarı ancak ilkeli ve nitelikli olmakla kazanılır.
Temmuz ayında (24 Temmuz) Lozan Konferansı’nın 99. yılını kutladık. Önümüzdeki yıl Cumhuriyet’in 100.yılı münasebetiyle iki kutlamayı bir arada yapacağız. Çifte kutlamanın başka iki nedeni daha var; birincisi, Lozan hakkında Cumhuriyet düşmanlarınca uydurulan ve merdiven altı öğretiyle saf insanların zihinlerine mıh gibi çakılan yalanların miadı dolduğu için, ikinicisi ise yüzyıldır dışarıdan ve içeriden yapılan yıkıcılığa rağmen ayakta kaldığı ve son 20 yılın tahribatını aşarak daha da güçleneceği için.
Lozan’a ve Montrö’ye olan ihtiyaçın önemini uygarca bir duyuruyla gözler önüne seren ve bu nedenle yargılanmakta olan saygın emekli amirallere, sığınmacı baskısı altında inleyen başta Hatay olmak üzere ülkemize sahip çıkma zamanıdır.
Aydınlık bir ay dileği ile,