“Karbon ayakizi” ya da “karbon salımı” günümüzde sıkça kulağımıza çalınan kavramlar. İklim ağıryıkımının ayak sesleri her geçen yıl daha üst perdeden işitilirken soruna kayıtsız kalınmadığını düşündüren gelişmeler eksik değil.
Rio, Kyoto, Paris, Roma derken son olarak Glaskow’daki COP 26 ilk akla gelenler.
Konulan hedef küresel sıcaklığı endüstri öncesinin 1.5 derece üzerine geri döndürerek “küresel ısınma”nın önlenmesi yolunda güçlü bir adım atabilmek.
Küresel ısınma, karbon salımı ve iklim ağıryıkımı bağlamında ele alınan başlıkların zaman zaman küresel ölçekli siyaset ve ticaret savaşında kullanılmakta oluşunu anımsadığımızda bu konunun nesnel ve bilimsel olarak ele alındığından emin olabiliyor muyuz?
Her şeyden önce ulus devletlerin aldıkları kararların küresel düzeydeki durumu bire bir yansıttığından kuşku duymamız gerekir. Özellikle adlarının önünde “gelişmiş” yazan ülkelerin kendi sınırları içinde yaptıkları düzenlemelerle çevre anlaşmalarına uydukları ve başka ülkeleri de buna uymaya çağırdıkları sıkça karşılaştığımız bir durum.
Bir örnek vererek durumu aydınlatmaya çalışalım.
Karbon salımıyla ilgili sınırlamalar karşısında “gelişmiş” kimi ülkelerin “gelişmemiş” ülkelerden karbon kotası satın aldıklarını okumuştum yakın zamanda. Bu davranışın Türkçe’ye çevirisi şöyle olabilir.
“Ben tüketmekten vazgeçemem. Karbon salımıyla ilgili olarak kimi sözler versem de ne yurttaşlarımın alışkanlıkları ne de ekonomik yapım bu konuda doğru davranmama engeldir. Karbon salımı yapmayanların/az yapanların yerine de karbon salımı yaparım.”
Hemen her fırsatta küreselleşme vurgusu yapanların duruma göre ulusal davranabildikleri, küreselleşmeyi göz ardı ettikleri kuşkusuz. İklim ağıryıkımı başlığı altında da benzer çoklu standardın söz konusu olduğu görülüyor.
Örneğin, İngiltere karbon salımı düzenlemeleriyle doksanlı yıllardaki düzeye geri dönülebileceğinden söz ediyor.
Bu ve benzeri gelişmeler ancak karbon sömürgeciliği aşılırsa olumlu algı yaratabilir.
İngiltere’deki karbon salımı ölçümü titizliğinin İngiltere sınırları dışında hiç de geçerli olmadığı bilindiğinde iyimserliğin yerini karamsarlığa değilse bile derin düşünceye bırakması kaçınılmaz olacaktır.
Yapılan kestirimler küresel ölçekli karbon salımının % 22’sinden giysi ve elektronik üretiminin sorumlu olduğunu gösteriyor. Giysi üretiminin Bangladeş, Hindistan, Kamboçya ve Sri Lanka’da kümelendiği düşünüldüğünde ve İngiltere ve eşdeğeri gelişmiş ülkelerin aynı zamanda büyük tüketiciler olduğu göz önüne alındığında ulusal sınırlar içinde sınırlanan karbon salımına dış alım yoluyla karbon salımının eklendiği anlaşılmış olur. Kuşkusuz dışalım yoluyla doğrudan karbon girmez bu ve benzeri ülkelere ama bu ürünlerin üretimi sonucu açığa çıkan karbonun küresel atmosfere çoktan salınmış olduğu da kuşkusuzdur. İngiltere ya da bir başka gelişmiş ülke ulusal sınırları içinde karbon salımına kısıtlama getirmiş olsa da bu uygulamalarının sınır ötesi için geçerlilik taşımayacağı açıktır.
Sınır ötesi karbon salımlarının belirlenmesiyle ilgili yönergelerin gevşek olduğu ve dolayısı ile bu salımların gerçek niceliklerinin belirlenmesinin olanaksıza yakın olduğu da unutulmamalı. İngiltere ya da eşdeğeri bir ülke için “başarılı” görünen karbon salımı denetiminin küresel ölçekte başarısız olduğu bu örnekten kolaylıkla anlaşılacaktır.
Karbon salımı belirlemesinde bulanıklık sergileyen bir başka alan “tedarik zinciri” etkinlikleridir. Deniz, demir, kara ve havayolu taşımacılığının kullanıldığı bu alanda ortaya çıkan karbon salımının hangi ülkeye ait olduğu tartışmalıdır. Kimi durumlarda çok sayıda ulus devletin sınırlarından geçerek karbon ayakizi oluşturan salımının sorumlusu kim olacaktır. Ya da ortaya çıkan salım hangi ülkeye yazılacaktır?
Tam da “ya hep birlikte, ya hiç birimiz” söylemine uygun bir durum değil mi?
Küresel salgının aşı ve varyantlar evresini yaşamakta olduğumuz şu sıralarda vatandaşı başına 10 dozu aşkın aşı edinip istifleyen “gelişmişlik” bir yanda aşının adını duymamış olan “gelişmemişlik” ise diğer yandadır. Bu tanımlanması zor uçurumun günümüzdeki izdüşümü ise bolca aşı bulan, aşı yaptıran gelişmiş ülkelerin buna karşın bir kez daha salgın sarmalına girmiş olmalarıdır.
Dünyanın bir ucundaki aşısızlığın salgını besleyen kaynak olmayı sürdürmesi gibi, İngiltere’de karbon salımının denetlenmesine karşın dünyanın pek çok yerinde denetimsizce sürmesi iklim ağıryıkımında arpa boyu yol alınamamasının önde gelen etkenidir.
Dünyayı ve elbette dünyadaki canlılığı yakından ilgilendiren bu konuda “karbon sömürgeciliği” başarıya giden yolun önündeki önemli engeldir. Olasılıkla bu nedenle, iklim üzerine yapılan tüm toplantılar ve bu toplantılarda alınan kararlar havada kalmakta, yapılanlar tiyatrodan öte anlam taşımamaktadır.
Mahatma Gandi’nin şu sözünü bir kez daha anımsama zamanıdır :
“Gereksindiğin kadar tüket!”
Dağarcık okurlarına iyi ve az karbonlu yıllar dileğiyle…
Kaynakça