Beyaz Büyü

İnsanlık tarihinin yazıyla bambaşka bir evreye girdiği kuşkusuzdur. Kulaktan kulağa aktarmanın, unutkanlığın ya da yanlış aktarmanın yerini belgeleme almıştır böylelikle. Taş, tahta, metal, kil yazıya konaklık eden nesneler olmuş. Her birini yazı devriminin köşe taşları saymak gerekir. Biriktirmek, saklamak ve taşımak kestirilebileceği gibi önde gelen sorunlar olmuş.

Zamanla biriken bilgi ve dolayısı ile yazılı belgeler daha hafif ve taşınabilir bir yazı nesnesi gerekliliğini dayatmış. Buluşların gereksinimden doğduğu düşüncesi bir kez daha doğrulanmış böylece.

Kâğıt denen nesneyi bu zorunluluğa borçluyuz.

Yazıyı kitleselleştiren, saklamayı kolaylaştıran ve bir o kadar önemlisi kitap denen en önemli kültürel öğeyi doğuran gereç olmuş kâğıt.

Pusula ve barut gibi kâğıdın serüveni de Çin’de başlamış. Doğal olarak, baskı düzeneği de ilk burada kullanılmış. Kâğıdı geliştirenin MS 105’te Çin’de saray memuru olan Cai Lun olduğu geçmiş kayıtlara. İlk kâğıdın ağaç dutunun sak kabuğundan üretildiği notunu eklemiş olalım.

Arapların İslâmiyet’le birlikte doğuya yönelmeleri Çin’de kâğıtla tanışmalarını sağlamış. 751’de Araplara tutsak düşen kâğıt ustaları Batı’da bilinmeyen bu nesnenin uzaklara taşınması fırsatı yaratmış. Bu taşınmada dönemin önemli kenti Semerkant’ın köprü işlevini unutmamak gerek.

Yeri gelmişken değinmekte yarar var. Batı’da kâğıt eşdeğeri nesne papirüs ya da Nil kâğıdı adıyla Eski Mısır’da geliştirilmiş ve yaygın şekilde kullanılmış. Yerel bir kamıştan yapılan papirüs doğduğu yer dışındaki iklim ve nem koşullarının uygunsuzluğu nedeniyle Mısır coğrafyasının ötesinde kullanım alanı bulamamış.

Arap coğrafyasına taşınan kâğıt üretimi doğal olarak yeni bir hammadde gerektirmiş. Bunlar arasında paçavra, halat ve diğer tekstil ürünleri öne çıkmış. Böylelikle üretim coğrafyadaki ürünlerle sınırlanmaktan, başka deyişle zincirlerinden ve kısıtlarından kurtulmuş. Belki de böylelikle Batı ortaçağ karanlığına gömülürken Doğu’nun aydınlanma çağı kâğıt gibi önemli bir kültür iletkenine kavuşmuştu. Artık, sınırsızca yayılma zamanıydı kâğıt için.

Tarihe geçen yargıdır :“Kâğıt yapımı Batı’ya Araplar aracılığıyla ulaşmıştır.”

Arap kâğıdının yayılmaya başladığı dönemde bölgede papirüsten başka bir seçenek daha vardı: Parşömen. Arap kâğıdı karşısında tutunma şansı olmayan papirüs tarihe karışırken hayvan derisinden üretilen parşömen bir süre daha varlığını sürdürdü. Arap egemenliğinin pekişmesi parşömenin varlığını da sonlandırdı.

Arap Kâğıdı Kur’an’ın yayılımını da hızlandırmış oluyordu. Bu yeni kâğıt türü yalnızca dinde değil yönetimde, hukukta, ticarette ve gündelik yaşamda seçeneksizleşti.

Avrupa’da IX. yüzyılda bir Papalık fermanının yazıldığı kâğıt da Arap kökenliydi. Ortaçağ karanlığından aydınlığa çıkma çabalarında Arap kâğıdı ilginç bir şekilde Avrupa’nın önde gelen ışık kaynağına dönüşmüş oldu.

Avrupa’da ilk kâğıt değirmenleri 1235’de İtalya’nın Ancona eyaletinin Fabriano kentinde yükseldi. Geç ortaçağın teknik ve zanaatkâr devrimi bu gelişmedeki ateşleyici oldu. Adından da anlaşılacağı gibi Fabriano demir/metal işleme kentiydi. Bu bağlamdaki gelişmişlik kâğıt üretiminin sıçramasında çokça işe yaradı. Avrupa’daki kâğıt üretiminde Arapların bitkisel tutkalı yerine hayvansal tutkal kullanılarak bu bakımdan da bir devrim yapılmış oldu. Bol su ve paçavra bulma kolaylığı bir araya gelince Avrupa’da kâğıt üretimini sıçratacak elverişli ortam oluşmuş oluyordu.

Kağıt üretiminin İtalya’dan sonra geliştiği yer Alman kentleri oldu. Papalığın cennetin tapusunu satma girişimi olan endüljansın Almanya’da direnç görmesinin önemli etkeni olmuştur kâğıt değirmenlerinden çıkan bolca kâğıt ve o kâğıtlara basılan Almanca İncil. Kâğıt devrimi din devrimine yol açmıştır desek abartmış olmayız. Kâğıt devrimine kadar “anlaşılmaz” olan kutsal kitap, kâğıtla birlikte geniş kitlelere kendi dilinden ulaşınca dinsel bağnazlığın sorgulanması kaçınılmaz oldu. Protestanlığın doğuşunda da önemli katkısı vardır kâğıt iletkenliğiyle kitlelere ulaşan anlaşılır bilginin.

Avrupa kâğıdı Arap kâğıdı karşısında üstünlük sağlamaya başlamıştı. Öyle ki, hızla Kuzey Afrika’ya ve oradan da Mısır ve Suriye’ye ulaşan Avrupa kâğıdı, Arap kâğıdının sonunu getirdi. Çağ değiş tokuşu gerçekleşmiştir dense abartılmış olmaz. Avrupa Arap kâğıdından aldığı ışıktan sonra kendi kâğıdıyla birlikte yükselişe geçerken Doğu, kâğıdını yitirdiği noktada karanlığa gömülmeye başlamıştır.

Dil ve din devrimiyle başlayan Avrupa aydınlanmasının bu yükselişinde kâğıdın kilit rol oynadığına az önce değinmiştik. Devrimlerin çorap söküğü gibi birinin diğerini doğurarak yaşama geçtiğine tanıklık edildi yaşlı anakarada.

Avrupa’nın bu alandaki üstünlüğü günümüze dek sürdü. Ancak, bu üstünlüğün sürmesinde ve pekişmesinde bir başka köşe taşından söz etmemek olmaz.

Selüloz Devrimi…

Selüloz, kâğıt üretiminin temel maddesi olur olmaz kâğıdın taşıdığı her türden basılı bilgi ışık hızıyla kitleselleşti. Başta gazete olmak üzere süreli her tür basılı yayın büyük niceliklerde ve kısa sürede basılabilir duruma geldi. Kâğıt bobinleri, rotatifler, hızlı baskı bu devrimin dağarcığımıza kazandırdığı önemli kavramlar oldu. Ağacın temel kâğıt üretim hammaddesi olmasıyla geometrik olarak artış gösteren kâğıt gereksinimi sınırsız bir kaynağa da kavuşmuş olmaktaydı. Kâğıt sorunu çözüldüğünde bilgi üretimi de kâğıdı kıskandıracak boyutlara erişti.

Türkiye’de kâğıt

Baskı aygıtının Osmanlı’ya 300 yıl gecikmeyle geldiği ezberlediğimiz bilgidir. Hem doğru hem yanlıştır. Basım aygıtları Osmanlı’ya XV. yüzyılın sonunda gelmeye başlamıştır. Gayrimüslimlerin getirdiği baskı aygıtlarında Türkçe yapıt basılması yasak olduğu için baskı aygıtı Osmanlı’da cisimsel olarak var olsa da Osmanlı bilim ve kültür yaşamına etkisi sıfır olmuştur. İbrahim Müteferrika adı da belleğimize çakılıdır. Kuşkusuz büyük bir iştir yaptığı. Ancak, yine de eli kolu bağlıdır. Basımevinden çıkan yapıtların Osmanlı kültür ortamında kıpırdanma yaratma gücünün sınırlı olduğu kuşkusuzdur. Osmanlı’da yaşanan Tanzimat ve Islahat dönemleri de baskı konusundaki açmazın aşılmasına yetmemiştir.

Her şeye karşın yenileşme ve çağdaşlaşma çabaları hiç olmazsa eğitim ve öğretimde filizler vermiştir. Basılmış yapıtların dışalım yoluyla edinildiği görülür bu dönemde.

Üç yüz yıllık aranın kapatılması görevi Cumhuriyet’e düşecektir.

Devrimlerle kabuk değiştiren Türklerin bu arayı çeyrek yüzyılda kapatıp karanlığı hiç yaşamamış gibi özgüven sergilemesi şaşırtıcı olduğu kadar bir şekilde pusuda bekleyen emperyalizm için heves kırıcı olmuştur.

Yazı Devrimi dönüm noktasının dönüm noktası olmuştur dersek yanılmış olmayız.

Bu konuda vereceğimiz örnek sayfalar dolusu yazıyla anlatamayacağımızı anlatmaya yetecektir.

Osmanlı döneminde basımevinin açılmasıyla birlikte Cumhuriyet’e dek uzanan 200 yıllık zaman aralığında basılan kitap sayısı 30.000 kadardır. Fransız düşünür Voltaire’e göre o dönemde İstanbul’da 1 yılda basılanlar Paris’te 1 günde yazılanlar kadar bile değildir.

Yazı Devrimi’nden sonraki ilk 10 yılda bu sayının yarısına erişilmiştir.

Bu konuda ayrıntılı bilgi için daha önce bu köşede yayımlanmış olan bağlantıdaki yazı okunabilir : http://dagarcikturkiye.com/2019/11/01/turk-yazi-devrimi/

Türk Yazı Devrimi 1 Kasım 1928’de yapıldı. İnsanlık tarihinin önemli devrimi 2 ay sonraki Nat Geo dergisine konu oldu.

Yazı Devrimi’nin Türk kültür ortamına ve okuryazarlık oranlarındaki sıçramaya belirgin etkisi kuşkuya yer bırakmayacak denli açıktır.

Türkiye okula gidince kâğıt da tüketilen bir kültür gereci oldu. Önceki denemeler başarısızlığa uğramış olsa da kâğıt üretimi Türkiye’de başarılı olduğu gibi yerleşikleşti. Özelleştirme aymazlığına kurban edilene dek.

Cumhuriyet’in üzerinde yükseldiği önemli sacayaklarından biri olan kültürün sağlam temeller üzerinde yükselmesinde beyaz büyü, kâğıdın etkisi ve önemi yadsınmazdır. Kâğıdın hammaddesi olan selüloza “medeniyet hamuru” denmesi de bundandır.

Her ne kadar Osmanlı döneminde kâğıt üretimine ilişkin adımlar atılmışsa da bu önemli kültür ürününün yeterince tüketilememesi sonucu kâğıt sanayisi girişimleri uzun ömürlü olamamıştır.

Her konuda olduğu gibi kâğıtta da bağımsızlık önde gelen amaç olmuştur. Bu amacın doğal gereği kâğıdı Türkiye’de üretmektir.

1899 doğumlu Mehmet Ali Bey Darülfünun’u bitirip kimyager olduktan sonra kâğıt konusunda uzmanlaşmak amacıyla Avrupa’da eğitim gördü. Almanya’da başlayan bu doğrultudaki öğrenimini Fransa’da sürdürdü ve okulunu birincilikle bitirdi. Yurda dönünce kâğıt üretiminin başına getirildi. Soyadı da doğal olarak Kâğıtçı oldu. Türk kâğıdının 1936 İzmit’te başlayan serüveni selüloz ve kaolin fabrikalarının eklenmesiyle gelişti ve serpildi.

Mehmet Ali Kâğıtçı (1899-1982)

1936-1984 arasında kamuya ait 11 kâğıt fabrikası işletmeye alındı. 1993 yılında kamununkilere 21 özel girişim fabrikası eklendi. Bu yıllarda kamu ve özel fabrikalar Türkiye’nin kâğıt gereksinimini karşılar durumdaydı.

2005 yılında uygulamaya konan kamu kâğıt fabrikalarının özelleştirilmesi kararıyla bugüne gelen yolun taşları döşenmeye başladı. Özelleştirilen fabrikalarda kâğıt üretimi yapılmadı. Taşınır ve taşınmaz mallarıyla birlikte özel mülkiyete geçen köklü kurumlar çürümeye bırakılırlarken ranta kurban edilmiş oldular.

Bugün Türkiye, tıpkı mercimek, nohut, tahıl ve başka birçok ürün gibi kâğıtta da dışa bağımlıdır.

Türkiye’nin belirli aralıklarla yaşadığı döviz darboğazlarında göze çarpan önemli özelliklerden birisi de bu duruma kâğıt krizlerinin de eşlik etmesi oldu.

Değişen dünyada selüloz temelli kâğıt devrimi 150 yıllık saltanatının sonuna doğru yol alıyor. Kâğıt yerini sanal ortama bırakırken elle tutulur olmaktan çıktı. Artan bilgi ve veri birikiminin kâğıda sığamayacak oyluma eriştiği de bir başka gerçektir. Kitapların yanı sıra özellikle gazete ve dergi gibi süreli yayınların sanallaşma yolunda olduğu her geçen gün belirginleşmektedir.

Kâğıtta dışa bağımlı Türkiye’de bu dönüşümün çok daha hızlı gerçekleşmesi kaçınılmaz gibi görünmektedir. 1990’da 150 ülke arasında kâğıt üretiminde 30. sırada olan Türkiye ayrıcalıklı basın kuruluşları dışında bu dışa bağımlılığı kaldıracak gibi görünmemektedir. Sonuçta evrileceği noktaya bu dış bağımlılık nedeniyle çok daha hızlı yol alacağı ortadadır.

Beyaz Büyü kâğıdın çağın gerekleri doğrultusunda sahneden çekilecek olması kaçınılmaz olsa da Türkiye’de bu dönüşümün hızlı olmasının yanı sıra gürültülü ve acıklı olması da bir başka özellik olarak karşımıza çıkıyor.

Haberlere bakılırsa satma güvencesi olmayan kitaplar basılmayacaktır artık Türkiye’de.

Ayrıca, başta gazeteler olmak üzere süreli yayınlar da topun ağzındadır.

Elektrik, akaryakıt, doğal gaz ve besin başta olmak üzere sayısız üründe yaşanan eder artışları yaşamı zorlaştırırken kâğıt krizine bağlı kültürel yıkım hak ettiği ilgiyi görür mü? Görse de gereği yapılır mı?

Kaynakça

https://www.youtube.com/watch?v=lssdV2J8ptk

Bunları da sevebilirsiniz