9 Eylül: İzmir’in Kurtuluşu Mu Sonu Mu?

İlk bakışta hiç de gerekli olmayan bir ikilem gibi görünebilir 9 Eylül’ün kurtuluş-çöküş ikiliğinde ele alınması. Oysa, ortada yıkılan bir imparatorluğun “batan geminin malları” eşdeğeri toprakları vardı. Çanakkale sularına gömülenler, Gelibolu’da toprağa düşenler yakın geçmişin yenilgilerinin öfkesini dindirme olanağı bulmuşlardı.

Anadolu’da emperyal çizmesiyle kirlenmemiş toprak parçası kalmamıştır. İzmir onlar içinde öne çıkan simgedir. Milli Mücadele’nin başladığı ve bittiği yerdir.

  • ÇOK DİNLİ,

  • ÇOK DİLLİ,

  • ÇOK KÜLTÜRLÜ liman kenti İzmir’in bu özellikleri, kimi konuları tartışmaya ve kullanmaya kararlı olanlar için elverişli özellikler olarak öne çıkmıştır.

İzmir’in kurtuluşunun ve elbette Milli Mücadele’nin utkuyla sonlanışının 100. Yılında olan bitene aykırı bakışta yarar var. İzmir’in kurtuluşunun üzerinden geçen süre uzadıkça ve unutkanlıkla engelli bellek bozukluğu güç kazandıkça aykırı koro sesini yükseltiyor.

Bir yandan Lozan’da katlayıp ceplerine koydukları isteklerini “şimdi değilse ne zaman” dercesine önümüze koyarlarken diğer yandan da ilk ve son kurşun kenti İzmir üzerine çeşitlemelerini bulabildikleri her fırsatta ve her yolla dolaşıma sokuyorlar.

Çoğumuz için “hadi canım sen de” dedirtecek türden sözde tarih saptamalarını ciddiye almak gerekmese de biraz olsun bilmekte sakınca olmadığı gibi yarar bile vardır.

Aradan geçen 100 yıldan sonra Anadolu topraklarını kirletenlerin işi vardırdığı nokta bizlerin de aynaya bakmasını ve özeleştirisini kaçınılmaz kılmaktadır.

9 Eylül’ü izleyen günlerde yaşanan İzmir Yangını konuyla ilgili en bilinen tartışma başlıklarındandır. Çok sayıda yazı ve kitapla bu konu aradan geçen 100 yıl boyunca (ustalıkla) diri tutulabilmiştir.

Her ne kadar 9 Eylül 1922’den hemen sonra İzmir’e ilişkin emperyal savlar dile getirilmiş olsa da bizlerin önüne özgüvenle sürülmesi için yaklaşık yarım yüzyıl beklenmiştir.

Milli Mücadele’nin hemen sonrasında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında ve özellikle de Atatürk’ün sağlığında bu ve benzeri savları değil ileri sürmek seslendirmek bile neredeyse olanaksızdı.

Çeşitli kaynaklardan yapılmış bir seçkiyi bilginize sunarak sürdürüyorum.

Kozmopolit Smyrna bir Yunan şehri değildi, ama Osmanlı İzmir’i de bir Türk şehri değildi” sözlerinin yaşadığım kenti nitelemesi ilgi çekici geldi bana. Yazar, Herve Georgelin daha başlangıçta Türkiye’deki ilk ve orta öğretimi kör bir inanç aşılamaya çalışmakla suçlamakta sakınca görmemiş.1

Türkiye’deki tarih yorumculuğu Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak resmi tarih tezi üzerinde yükselmiştir. Türklere göre Yunan işgalini desteklemiş, (desteklemekle de kalmamış “Türk kanı içmek kutsal görevdir” diyebilmiş y.n.) Hrisosotmos’u nesnellikle irdelemenin biricik yolu resmi tarihten bağımsız yaklaşım gerektirmektedir.2

Az önce örneklediğim yayınların ya da kitapların neredeyse ortak diline dönüşen söylem “Küçük Asya Felaketi” vurgusudur. Bizim, vatan topraklarımızı yabancılarca çiğnenmekten kurtarışımızın bu şekilde nitelenmesi ilginçitr. Böylelikle, bir yandan “işgal” gibi emperyalist bir girişim ve onun ayrılmaz parçası olan emperyal maşalığı gözlerden kaçırılırken diğer yandan da bu adlandırma işgalcinin “suçtan bağışık tutulması” amacına önemli hizmet sunmaktadır.

Küçük Asya Felaketi sırasında öldürülenlere(!) ve katledilenlere(!) eklenen İNTİHAR olgularına vurgu çok da alışılmış bir söylem olmasa gerektir. Ürkü, çekilmez yaşam koşulları, onurunu koruma ve çileli yaşamı sonlandırma gibi nedenlerle açıklanmış İNTİHAR olguları. Yine, bu kaynakta bir şekilde İzmir’deki yaşamdan çekilenlerin geride bıraktıkları taşınır/taşınmaz değerler üzerinden de yanılsama yaratılması amaçlanmış.3

Kemalist yönetimin mal rejimine ilişkin düzenlemeleri İttihat ve Terakki’nin 1915’te Ermenilere yönelik düzenlemelerinin sürdürülmesi olarak da etiketlenerek bir taşla iki kuş vurulması unutulmamış.

İzmir Tebliğleri ünlü yazın insanı Yorgo Seferis’in Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliği’ndeki görevi sırasında İzmir’e yaptığı ziyarete ilişkin izlenimlerle de süslenmiş. Seferis’in 1950’deki ziyaretinde kendi bildiği İzmir’den iz bulamaması kenti hayalete ve tabuta benzetmesine neden olmuş.4 İzmir’deki 3 yılı aşkın işgal süresince yaşananlara değinmek her nedense Seferis’in aklına gelmemiş demek zorundayız.

Dokuz Eylül 1922’de İzmir Türklerce yeniden işgal edildi.”5 XI. yüzyıla uzanmayı ve Emir Çaka Bey’i bir an için unutalım. İzmir Osmanlı bayrağı altında en az 500 yıl Türk kenti değil miydi diye sormayalım mı?

İzmir’de yaşananların yine eşsiz bir ustalıkla günümüze bağlanması da göz ardı edilmemiş. “…günümüz Orta Doğusu’nda yaşananları aydınlatmak, Kıbrıs sorununu Smyrna yangınının ışığıyla anlamak…”6

En bilgisiz birisi bile Attila adını korku ve vahşetle özdeşleştirmekte zorlanmaz. Buna karşılık İzmir sorunu günümüz insanının bilgisinden kaçırılmıştır.”7

Türkler 1922 9 Eylül’ünde birliklerini Hıristiyan baskın İzmir’e soktuğunda körfezde 27 parça müttefik savaş gemisi bulunmaktaydı. Batılılar ticari çıkarları ve petrol bölgelerinden beklentileri nedeniyle Türk ordusunun katliam ve tecavüzlerine sessiz kaldılar. Türkler, İzmir’i yakarak yaptıklarını taçlandırdılar. O sırada yapılanlar Batılı güçlerle Türklerin anlaşması sonucu tarih dışında tüm belleklerden uzak tutulmuş oldu.”8

Gazeteci Clayton, portatif daktilosunda yeni bir destan döktürüyordu: “Bakımsız Türk mahallesi hariç, İzmir diye bir şey kalmadı. Azınlıklar sorunu artık sonsuza kadar halloldu.”9

Kartaca’nın yok edilmesi, büyük Roma ve Londra yangınları Batı vicdanında bugün bile yankı bulmaktadır, fakat sadece elli yıl önce büyük bir kentin yok edilmiş olması neredeyse unutulmuştur.10

Örnekler çoğaltılabilir. Bu yazının sınırlarını daha fazla zorlamamak amacıyla örneklemeyi daha fazla sürdürmüyorum. Okura ve ilgilisine, bu konuyu araştırma ve bilgilenme bakımından rehberlik edecek bir bakış açısı sunmuş olduğumu umuyorum.

9 Eylül’de İzmir’in emperyal kurgu gereği gerçekleştirilen işgalden kurtuluşunu “İzmir’in sonu” olarak anlatmaya ve algılatmaya çalışanların günümüzde de boş durmadıklarını akıldan çıkartmamakta yarar var.

İzmir ve çevresinin geçmişine, nüfus yapısına ve başkaca kültürel özelliklerine değinmeyi gerekli görmeyen empreyal uzantıları olayların önünü ve sonunu bir yana bırakarak “9 Eylül ve İzmir’in Sonu” kavramlarını ustaca (!) bir araya getirerek ve böylelikle bilinçaltına yönelik etkinlik sergileyerek yarıda kalan İzmir ve Anadolu düşlerini bir şekilde canlandırma peşinde olma kararlılığı içindedirler.

Yüz yıldır sonu gelmeyen bu inat, bizlerin duyarsızlığı ve aymazlığı sürdükçe gündemde kalacak gibi görünmektedir. Bu konuyu gündemde tutmak emperyalin kararlılığıdır kuşkusuz. Buna karşılık, bunu gündemden düşürmek konusundaki ödevimizi bir an olsun unutmamak göreviyle karşı karşıya olduğumuz da açıktır.

Yazıya son verirken İzmir Yangını’ndan günümüze kalan Kültürpark’a uzanalım. Şimdiki Açıkhava tiyatrosuyla Cumhuriyet kapısı arasında çok da dikkat çekmeyen bir anıta gidelim. Yangının yıkıntıları üzerinde yeşeren Kültürpark’ın yapımı sırasında telef olan atlar içindir bu anıt. Hayvan dostlarımızı unutmamıştır Cumhuriyet’i kuranlar, Kültürpark’ı var edenler.

http://dagarcikturkiye.com/2017/07/01/cumhuriyetin-atlari/

Bir yanda atlara şükranlarını sunmayı unutmayan Cumhuriyet diğer yanda bitmek tükenmek bilmez emperyal inat.

Her an uyanık, bilgili ve donanımlı olmak gereği ortada değil mi?

Not : Yazı dağarcık Türkiye Ütopya söyleşileri dizisinin altıncısından (26.05.2022) derlenmiştir.

1 Hervé Georgelin, Smyrna’nın Sonu İzmir’de Kozmopolitizmden Milliyetçiliğe, Bir Zamanlar Yayıncılık, İstanbul, 2008.

2 Yavuz Özmakas, Metropolit Efendi. Şenocak Yayınları, İzmir, 2. Baskı, 2008.

3 Mehmet Polatel, Nazife Kosukoğlu, İzmir Tebliğleri, İzmir ve Çevresi : Toplumsal, Ekonomik ve Kültürel Değişimin Yüz Yılı, HDV Yayınları, İstanbul, 2021.

4 age

5 Marjorie Housepian Dobkin, Smyrna 1922, The Dstruction of a City, Newmark Press, New York, 1998

6 age

7 age

8 age

10 agm

Bunları da sevebilirsiniz