Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 20 Nisan’da bir televizyon kanalında gazetecilerin sorularını yanıtladı. Türk dış politikasında hareketli bir sürecin yaşandığı bu dönemde bakanın açıklamaları ülke gündeminin yoğunluğu nedeniyle yeterince yankı bulmadı. Program aslında ülkenin dış politikasına yönelik önemli ipuçları veriyordu. Ama diğer yandan da bakanın açıklamaları aslında dış politikanın ne kadar savrulduğunun bir göstergesi gibiydi.
Programın Mısır ile ilgili olan kısmı hayli dikkat çekiciydi. AKP iktidarının Mısır konusunda attığı yeni hamleler eleştirilirken bakan, “yolumuzdan geri dönmedik” mesajı vermeye çalıştı. AKP dış politikasına damga vuran ve Türk dış politikasının köklerinden tamamen kopmasına neden olan “İhvancılık” sanki hiç var olmamış gibi yansıtılmaya çalışıldı. “Sisi’ye darbe yapılsaydı da aynı tutumu sergilerdik” denilerek Türkiye’nin Mısır’la ilişkilerinin kopması Türkiye’nin “demokrasi savunuculuğuna” dayandırıldı. Sanki Sisi’ye hiç “firavun” canavar” “tiran” “zalim” “katil” denmemiş gibiydi.
Bakan, Erdoğan’ın temaslar koptuktan sonra da zaten bakanlar düzeyinde görüşmeler yapılabileceğini söylediğini, uluslararası toplantılarda, zaten olumlu bir atmosferde temasların olduğunu belirterek Türkiye’nin tavrını “ilkeli” olarak niteledi. Oysa Mısır yönetimiyle ilişkilerin düzelmesinin yalnızca İhvancıların serbest bırakılması ve ülkeye demokrasi gelmesi koşuluna dayandırıldığını görmek için, geriye dönük bir medya taraması yapmak yeterli. Sonuç olarak, AKP Mısır politikası konusunda, jeopolitik gereklilikler nedeniyle geri adım atıyor ama asıl endişelendikleri nokta bu dış politika dönüşünü açıklayamamak değil. Nitekim Bakan eleştirilerin “Mısır muhalefeti satılıyor mu” sorusunu gündeme getirdiğinden yakınıyor. Başka bir ifadeyle, AKP’nin Türkiye’deki ve kaldıysa ülke dışındaki destekçilerinin Mısır politikasındaki sapmadan ötürü AKP’ye desteğini geri çekmesinden endişe ediliyor.
Programın dikkat çekici olan diğer bir noktası ise Suriye konusuyla ilgiliydi. Çavuşoğlu, AKP’nin hala Suriye rejimiyle ciddi sorunları olduğunu vurgulamaktan elbette geri durmadı. Ancak, programda Suriye ile potansiyel bir anlaşma zemini olduğunun altı çizildi. PKK’nın Suriye toprak bütünlüğüne de, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne de tehdit oluşturduğunu belirten Bakan, Suriye’nin zaman zaman PKK’yı kullanmaya çalıştığını ama örgütün bölücü ajandası nedeniyle anlaşamadığını ifade etti. Türkiye’nin Suriye ile bu konuda örtüştüğünü ifade etti. Aslında PKK ile mücadelenin Suriye ile bir uzlaşma zemini olabileceğinin bir sinyalini vermiş oldu. Dış politikada keskin dönüşlere alıştığımız bir dönemde, Suriye konusunda da bir geri adım gelir mi zaman gösterecek elbette.
Öte yandan, Bakan Türkiye-ABD ilişkileri açısından tam da PKK ile mücadele bağlamında çok şaşırtıcı ama gündemde yer bulmayan bir açıklama yaptı. Bakan, “Türkiye ile Amerika bölgesel konularda özellikle işbirliği yapabilecek iki ülke. Geniş resme bakmak lazım. S-400’e takılmak yerine buna bir formül bulmak lazım. Daha geniş bir şeyle ilişkilere baktığımız zaman PKK’ya destek vermek zorunda kalmayacak Amerika.” dedi. Bu ifade açıkçası bana çok garip geldi çünkü ifadeden iki anlam çıkıyor: i) ABD’nin bölgede PKK’yı desteklemesinin nedeni Türkiye-ABD ilişkilerinin kötü olması. ii) Türkiye ile ABD bölgede tekrar işbirliği yaparsa, Türkiye ABD’nin bölgedeki taleplerini karşılayacağı için ABD PKK’ya destek vermek zorunda kalmaz. Bu açıklamayı 24 Nisan arifesinde ABD’ye bir ittifak mesajı olarak yorumlamak mümkün. Ama yine de “ABD’nin çıkarları için PKK’yı desteklemek zorunda olduğu” anlamını da içeren bu ifade pek de talihli değil açıkçası.
Elbette 20 Nisan’dan bugüne, bu köprülerin altından çok sular aktı. Biden’ın “Ermeni soykırımı” skandalı ABD ile yakın işbirliğine çoktan razı olan siyasi kadroları bir hayli zora sokacak gibi. Rusya’yla olan gerilimler de ortada. Bakan, programda ekonomik güç Asya’ya kaydığı için Türkiye’nin “bütüncül bir yaklaşımla oraya dönüp”, çıkarlarımızı takip etmemiz lazım” demişti. Giderek başka da bir çare kalmıyor gibi…