Evrenin belirli yasalara göre işlediği ve bilimin zaman zaman bu yasaları keşfettiği fikrine hepimiz aşinayız. Özellikle fizik yasalarla dolup taşıyormuş gibi görünür; Newton’dan Coulomb’a hemen her önemli fizikçinin adıyla anılan bir yasa bulmak mümkündür. Bunun yanında kimya ve biyoloji gibi özel bilimlerde dahi doğa yasalarına rastlarız (örneğin İdeal Gaz Yasası ve Mendel’in Kalıtım Yasaları). Ancak bu bilimler bir doğa yasası olmanın ne olduğunu söylemezler. Bir doğa yasası olmak ne demektir? Tüm doğa yasalarının, onları birer doğa yasası yapan ortak özellikleri nedir? Başka pek kimse bu soruya yanaşmadığından olsa gerek, bilimlerin ilgilenmek için fazla soyut bulduğu diğer sorularla birlikte bu soruyu yanıtlamaya çalışmak da filozoflara düşmüş gibi görünmektedir. Elbette, filozoflar bu sorunun yanıtı konusunda da uzlaşabilmiş değillerdir. Bu yazı dizisinde, doğa yasalarının ne olduğu sorusuna verilen farklı yanıtları inceleyeceğiz.
Doğa yasalarıyla sık sık birlikte anılan kavramlardan biri “zorunluluktur”. Doğa yasalarının dünyada olup biten olayların belirli şekillerde gerçekleşmelerini zorunlu kıldığı fikri bize doğal görünür. Newto’un F = m · a olarak ifade ettiğimiz ikinci yasası, üzerinde 10 N net kuvvet olan 1 kg’lık bir cismin, tam olarak 10 m/s² hızla hareket etmesini zorunlu kılmaz mı? Doğa yasalarının doğada gerçekleşen olayları bu şekilde “yöneten” ilkeler olduğu görüşünü “Zorunluluk Görüşü” [“Necessitarian View”] olarak adlandıralım. Öte yandan, ampirist (ya da deneyci) bakış açısına sahip filozoflara göre zorunluluk sorunlu bir kavramdır. Ne de olsa, deneylerimizde gözlemleyebildiğimiz tek şey belirli olayların ve durumların düzenli şekilde birbirlerini takip ettikleridir. 1 kg kütleye sahip bir cisme 10 N kuvvet uyguladığımız her durumda, cismin 10 m/s² ivmeyle hareket ettiğiniz gözleriz, o kadar! Cismin sahip olduğu belirli özellikler (üstündeki net kuvvet, kütlesi ve ivmesi) arasında var olduğu iddia edilen “zorunlu” ilişkiyi nasıl gözlemleyebiliriz ki?
Doğa yasaları hakkında böylesi ampirist bir tutumdan hareketle geliştirilen ve genelde en önemli ampirist filozoflardan biri olan David Hume’a atfedilen görüş “Düzenlilik Görüşü” [“Regularity View”] olarak adlandırılır. Bu görüşe göre bir doğa yasası olmak, tamamen evrensel bir düzenlilik olmaktan ibarettir. “Tüm metaller elektriksel iletkendir” bir doğa yasasını ifade eder, çünkü hangi metale bakarsanız bakın gerçekten de elektriği iletir.
Bu görüşün karşılaştığı en önemli sorun, tesadüfen doğru olan düzenliliklerle [accidental regularities] ilgilidir. Doğa yasaları ile tesadüfen doğru olan düzenlilikler arasında bir fark olduğunu düşünürüz, ancak Düzenlilik Görüşü iki tür düzenliliği birbirinden ayırt edemez. Nedenini bir örnekle anlamaya çalışalım. Çok büyük ihtimalle, evrenin hiçbir yerinde 1 km çapında saf altın bir küre yoktur. Yani aşağıdaki önerme evrensel bir düzenliliği ifade eder:
-
Tüm altın küreler 1 km’den küçük çaptadır.
Düzenlilik Görüşüne göre bu evrensel genellemenin bir doğa yasasını ifade etmesi gerekir. Oysa, 1 km çapında saf altın bir küre var olabilirdi. İtirazı daha iyi anlamak için başka bir evrensel genellemeyle karşılaştıralım.
-
Tüm uranyum küreler 1 km’den küçük çaptadır.
Bu önerme de evrensel bir düzenliliği ifade eder, ancak (1)’den farklı olarak zorunlu bir şekilde doğrudur. Uranyum küre 1 km çapa ulaşmadan çok önce kritik kütlesi aşılacak ve bozunacaktır. Başka bir deyişle, 1 km çapa sahip altın bir küre elde etmek imkânsız değilken, aynı çapa sahip uranyum küre elde etmek imkânsızdır. (2)’nin bir doğa yasasını yansıttığını ama (1)’in yalnızca tesadüfen doğru olduğunu söylemek isteriz. Oysa, Düzenlilik Görüşü (1) ve (2) arasındaki farkı anlamlandıramaz, çünkü ona göre bir önermenin bir doğa yasasını ifade etmesi için gereken tek şey evrensel bir düzenlilik hakkında olmasıdır.
Tesadüfen doğru olan düzenlilikler ile hakiki doğa yasaları arasında ayrım yapamaması, bu konularda düşünen birçok kişinin Düzenlilik Görüşünden vazgeçmesine neden olmuştur. Yine de ampirist bir yaklaşıma sahip filozoflar hemen zorunluluk gibi bir kavramı kullanmaya razı olmamışlardır. Düzenlilik Görüşünün tesadüfen doğru olan düzenliliklerle ilgili itirazla başa çıkabilecek, daha sofistike bir şeklini geliştirmişlerdir. Kökenleri John Stuart Mill’e dayandırılan bu görüş daha yakın zamanda Frank Ramsey ve David Lewis tarafından savunulmuştur. Bu görüşü “En İyi Sistem Görüşü” [Best System View] olarak adlandıracağım.
En İyi Sistem Görüşüne göre doğa yasası olmayı “tümdengelimsel sistem” kavramından yararlanarak açıklayabiliriz. Tümdengelimsel sistemler belirli aksiyomlar (ya da belitler) ile, o aksiyomlardan mantıksal olarak çıkarsayabildiğimiz teoremlerden oluşur. Bazı sistemler daha fazla teoremin kanıtlanmasına imkân sağlayacak, yani daha “güçlü” olacaktır. Bazı sistemler ise daha az sayıda aksiyom içerecek, yani daha “basit” olacaktır. Genellikle bu iki özellik birbiriyle çatışır: sisteminizi güçlendirmek için daha fazla aksiyom ekleyebilirsiniz, ancak bunu yaptığınızda sisteminizin basitliğinden ödün vermeniz gerekecektir. Evreni tasvir etmeye çalışan bir tümdengelimsel sistem üretmeye çalıştığımızı düşünelim. En İyi Sistem Görüşüne göre, böyle bir sistem üretecek olsaydık üretebileceğimiz sistemler arasında güçlülük ve basitlik özellikleri arasında en iyi dengeyi kuran sistemin (yani en iyi sistemin) aksiyomları ve teoremleri, doğa yasaları olurdu.
Bu görüşün hem Düzenlilik Görüşünü motive eden ampirist tutuma bağlı kalıp hem de Düzenlilik Görüşüne karşı getirilen itirazı nasıl yanıtlayabildiğini inceleyelim. Öncelikle, bu görüşte de doğa yasası olmanın gözlemlenemeyecek zorunlu bağlantılarla ilgisi yoktur. Dolayısıyla, yalnızca gözlemleyebildiğimiz düzenliliklere bağlı kalarak ampirist yaklaşımın ruhunu muhafaza eder. Öte yandan, tüm düzenlilikleri aynı kefeye koymadığı için yalnızca tesadüfen doğru olan düzenlilikler ile hakiki doğa yasaları arasındaki ayrımın hakkını verebilir. Az önce tartıştığımız örneğe dönecek olursak, kuantum fiziğinin yasaları büyük ihtimalle evreni tasvir eden en iyi sistemin bir parçası olacaktır. İddiaya göre, bu yasalar ile uranyumun doğasıyla ilgili önermeleri bir arada aldığımızda, 1 km çapta bir uranyum kürenin olmadığını çıkarsayabiliriz. Dolayısıyla, (2) numaralı önerme en iyi sistemin bir teoremi olacak ve hakiki bir doğa yasası olacaktır. Öte yandan, (1) numaralı önermeyi sistemimize eklemek yeni teoremler üretme açısından katkı sağlamayacağı gibi, basitlikten de ödün vermemize neden olacaktır. Dolayısıyla, (1) gibi yalnızca tesadüfen doğru olan önermeler en iyi sistemin parçası olmayacaktır.
Yalnız, En İyi Sistem Görüşü, Düzenlilik Görüşünden üstün olsa da tamamen kabul görmüş değildir. En İyi Sistem Görüşüne karşı getirilen itirazlardan ilki, En İyi Sistem Görüşünün doğa yasalarını anlamsızca öznel bir hale getirdiğidir. Rakip sistemler arasında tercih yaparken hangisinin daha “basit” olduğu, bizim bilişsel kapasitelerimizle ilgili bir mesele değil midir? Oysa, neyin doğa yasası olduğunun tamamen nesnel, bizim bilişsel kapasitelerimizden bağımsız bir olgu olması gerekir. Daha temel bir itiraz ise hem Düzenlilik Görüşünü hem de En İyi Sistem Görüşünü motive eden katı ampirist tutuma karşı geliştirilebilir. İki görüşe göre de doğa yasaları yalnızca evrende düzenli şekilde gerçekleşen olayları tasvir eder. Oysa, birçoğuna göre doğa yasalarından beklediğimiz sırf olan biteni tasvir etmeleri değil, olayların hangi şekillerde gerçekleşeceğini yönetmeleridir. Doğa yasalarının bu şekilde yönetici bir rol oynadığı alternatif bir görüş olan Zorunluluk Görüşünden önümüzdeki yazılarda bahsedeceğim.