İşte felsefedeki “Büyük Sorulardan” yalnızca bazıları: Zihin ile beden arasındaki ilişki nedir? Tanrı var mıdır? Seçimlerimizde özgür müyüz? Zihnimizin ötesinde gerçek bir dünya olduğunu nasıl bilebiliriz? Felsefecilerin yüzlerce, hatta binlerce yıllık çabalarına rağmen bu soruları başarılı şekilde, en azından öteki felsefecileri ikna edecek biçimde yanıtlayamadıklarını kabul etmek durumundayız. Hatta felsefeye karşı bir duruş alanlar zaman zaman felsefenin değersiz bir uğraş olduğunu savunmak için bu olguya işaret ederler. En temel soruları hakkında bile binlerce yıldır herhangi bir uzlaşıma erişememiş bir disiplini neden ciddiye alalım?
Bazıları bu meydan okumayı yanıtlamak için felsefenin hedefini daha mütevazı kılmak istiyor. Örneğin, felsefenin yanıtlardan ziyade yalnızca sorularla ilgilendiğini söylüyorlar. Başka bir gruba göre ise, felsefenin hedefi yukarıdaki temel sorular hakkındaki nesnel, mutlak gerçeklikleri keşfetmek değil. Felsefe bilgi üretme amacıyla yapılacak bir şey değil. Felsefedeki derin ve kalıcı anlaşmazlık, aslında felsefenin yalnızca farklı perspektifleri, farklı yaklaşımları ortaya koymadan ibaret bir uğraş olduğunu gösteriyor. Felsefeyi anlamak için nesnel doğruları ortaya koymaya çalışan, hakikate gittikçe yakınsayan bilimleri değil de, mesela, sanatı örnek almalıyız. Farklı dönemin sanatçıları da birbirlerinden çok farklı eserler üretiyorlar, kimse de neden sanatta ilerleme yok demiyor. Çünkü sanat, olup biteni isabetli şekilde tasvir etmekten ibaret değil ve gittikçe gerçekliğe daha yakın kuramlar üretme gibi bir derdi de yok. Biz felsefeciler, felsefeye böyle mütevazı bir rol biçerek, yazının başında bahsettiğim meydan okumayı yanıtlayabilir miyiz?
Bilmem, belki. Ancak bu strateji, meydan okumayı yanıtlamak için felsefeyi aslında olmadığı bir şey haline getiriyor. Çünkü felsefenin hedefinin bilgi üretmek olmadığı yanlış. Felsefe gerçeğe gittikçe yakınsama gayesi olan bir disiplin. Hatta yer yer bunu başarıyor. Evet, felsefenin temel soruları hakkında halen anlaşmazlık var. Ancak bu felsefede ilerleme olmadığı anlamına gelmiyor. Bu yazıda, bunu bir örnekle göstereceğim.
Felsefenin yukarıda bahsetmediğim Büyük Sorularından bir diğeri de şu: Varlığın en temel kategorileri nelerdir? Bu kategorilerden en iyi tanınanı somut nesnelerdir: kediler, fincanlar, elektronlar, gezegenler… Öte yandan, bazılarına göre somut nesnelere indirgenemeyecek bir kategori daha vardır: özellikler. Örneğin, kedim Sofi belli bir renge, bu fincan belli bir şekle, elektronlar belli bir elektrik yüke ve Jüpiter belli bir kütleye sahiptir. Renkler, şekiller, yükler ve kütleler somut nesne değil. Ama gerçeklikte bir yere sahip olan şeyler. Kısacası, varlar. Öyleyse, özellikleri de varlığın en temel kategorileri arasına eklemeli miyiz?
Bu soruyu olumsuz şekilde yanıtlayan görüşü Nominalizm olarak adlandıralım. Nominalist olmanın en popüler yollarından biri özellikleri, ayrı bir kategori olarak kabul etmek yerine somut nesnelerden türetmeye çalışmaktır. Örneğin, bir Nominalist şöyle diyebilir. Sofi’nin özelliklerinden biri, bir dolaşım sistemine ve özellikle bir kalbe sahip bir canlı olmasıdır. Ancak Kalplilik özelliği, ayrı nesneler tarafından paylaşılan bir şey değil, basitçe tüm kalpli şeylerin kümesidir. Kalpli olmak, bu kümeye dahil olmak demektir. Böylece, özellikleri yalnızca somut nesnelerden türetmiş olursunuz.
Ancak böylesine “kaba” bir Nominalizmin yanlış olduğunu gösteren yıkıcı bir argüman mevcuttur. Argümanı anlamak için öncelikle kümelerin “özdeşlik koşullarından” bahsetmemiz gerekiyor. Bir A nesnesinin özdeşlik koşullarını ortaya koymak, onun hangi durumda bir B nesnesi ile tam olarak aynı şey olduğunu söylemektir. Kümelerin özdeşlik koşulları da kaplamsaldır [extensional]. Yani, A kümesi ile B kümesi, ancak ve ancak tam olarak aynı elemanlara sahiplerse aynı kümedir. A kümesi bir basamaklı çift doğal sayıların kümesi olsun. B kümesi de elemanları yalnızca 0, 2, 4, 6 ve 8 olan küme olsun. A ve B iki ayrı küme değildir: Aynı elemanlara sahip oldukları için aslında ortada yalnızca tek bir küme vardır.
Ancak incelediğimiz türden bir Nominalizm, özellikleri somut nesnelerden oluşan kümeler olarak aldığı için, özelliklere kümelerin sahip olduğu türden kaplamsal özdeşlik koşulları atfetmiş oluyor. Başka bir deyişle, tam olarak aynı somut nesnelerin sahip olduğu iki özellik, bu kurama göre, iki özellik olmayı bırakıyor. Kalplilik özelliğini düşünelim. Evrimsel sürecin bir sonucu olarak dünyamızda kalbi olan tüm canlılar aynı zamanda böbreğe de sahip. Bunun yanında, böbreğe sahip olan tüm canlıların da kalbi var. Bu durumda, Kalplilik özelliği ile Böbreklilik özelliği aynı küme olmuş oluyor. Yani bu kuram doğru olsaydı, Kalplilik ve Böbreklilik tam olarak aynı özellik olurdu. Oysa, bunlar açıkça iki farklı özellik. Öyleyse, incelediğimiz türden bir Nominalizm, özelliklerin ne olduğunu açıklayamıyor. Farklı özellikler arasındaki ayrımları yakalayabilen özdeşlik koşulları sunamıyor.
Özelliklerin kaplamsal özdeşlik koşullarına sahip Nominalist bir açıklamasını sunmak 1950’ler ve 60’larda gelecek vadeden bir proje olarak görülüyordu. Ancak yukarıda bahsettiğim “eşkaplam sorunu” [coextension problem], bu projenin bir çıkmaz sokak olduğunu kanıtlıyor. Bu sorun ışığında, 1980’lerde etkin olan Nominalistler özelliklere içlemsel [intensional] özdeşlik koşulları atfeden, daha gelişmiş kuramlar geliştirdiler. İki ifadenin aynı içleme sahip olması için tüm mümkün senaryolarda aynı nesnelere denk düşmeleri gerekir. Örneğin, David Lewis’e göre özellikler, tüm mümkün somut nesneleri içerebilen kümelerdir.1 Yani, Kalplilik özelliği sırf bizim dünyamızdaki değil, tüm mümkün senaryolardaki kalpli canlıların kümesiyle özdeştir. Aynı şey Böbreklilik için de geçerlidir. Ancak, kuşkusuz, kalbe sahip olup böbreğe sahip olmamak, bizim dünyamızda asla gerçekleşmemiş olsa bile, en azından mümkün bir durum. Başka bir deyişle, Kalplilik özelliğini örnekleyip Böbreklilik özelliğini örneklemeyen mümkün canlılar var. Böylece Lewis’in Nominalizmi, yukarıda bahsettiğim eşkaplam itirazını yanıtlayabiliyor. Kalplilik özelliği, kalbi olup böbreği olmayan mümkün canlıları da içeren bir küme olduğu için Böbreklilik özelliğiyle aynı küme değil.
Lewis’in temsil ettiği içlemsel Nominalizm, 60’lardaki kaplamsal Nominalizme göre açıkça daha gelişmiş, daha üstün bir kuram. Bu geçiş felsefede ilerleme örneği değil mi?
Ancak içlemsel Nominalizm de sorunsuz değil. Şu iki özelliği düşünün: Yalnızca üç köşeli bir çokgen olmak, kısaca Üçköşelilik; yalnızca üç kenarlı bir çokgen olmak, kısaca Üçkenarlılık. Üçköşelilik ile Üçkenarlılık iki ayrı özellik: birisi nesnelerin köşeleriyle, diğeri ise kenarlarıyla ilgili. Ancak, zorunlu olarak, tam olarak aynı nesneler (üçgenler) tarafından örneklendiriliyorlar. Tüm mümkün senaryolardaki üç kenarlı çokgenler aynı zamanda üç köşeye de sahip. Bu durumda, Lewis’çi içlemsel bir Nominalizm bu iki özelliği birbirinden ayırt edemiyor. Zorunlu olarak bir arada örneklendirilen özellikleri birbirinden ayıran özdeşlik koşulları sunamıyor.
Böylece özelliklerin aşırıiçlemsel [hyperintensional] özdeşlik koşullarına sahip olduğu sonucuna ulaşıyoruz. Özelliklerin, doğru aşırıiçlemsel özdeşlik koşullarına sahip oldukları bir açıklamalarını sunmak canlı bir araştırma programı. Ancak bu yazıda doğru aşırıiçlemsel özdeşlik koşullarını ortaya koyma gibi bir amacım yok. Dikkatinizi çekmek istediğim nokta yalnızca kaplamsal Nominalizm’den içlemsel Nominalizm’e, oradan da aşırıiçlemsel Nominalizm’e doğru ilerleyen bir devamlılığın olduğu. Bunun yanında, her kuram onu önceleyenlerin karşılaştığı itirazları başarılı şekilde yanıtlıyor. Felsefe gitgide daha güçlü, daha gelişkin Nominalist kuramlar geliştiriyor. Bu ilerleme değilse nedir?
Evet, hala Nominalizm doğru mu bilmiyoruz. Başka bir deyişle, varlığın temel kategorileri arasına özellikler eklenmeli mi, karar verebilecek konumda değiliz. Ancak birçok çıkmaz sokaktan haberdarız. Bunun sonucu olarak da bugün sahip olduğumuz Nominalist kuramlar daha güçlü ve gelişkin. Felsefede ilerleme vardır; felsefede ilerleme olması için Büyük Soruların kuşkuya mahal vermeyecek şekilde yanıtlanması gerekmez.
Yine de şu sorulabilir: Büyük Sorular neden yanıtlanamıyor? Felsefeciler bunu yapmak için yeterince yetkin değiller mi? Yanıtın bu olduğunu zannetmiyorum. Örneğin Descartes, matematik ve doğa bilimlerinde inanılmaz buluşlara imza atmış eşsiz bir dehaydı. Ancak bu yazının ilk paragrafında bahsettiğim dört sorunun dördünü de yanlış yanıtlamıştı.2 Büyük Soruların yanıtlanamamasının sebebi onların son derece zor sorular olmaları. Bu soruları yanıtlamak için birçok neslin çalışması, yavaş ve kademeli şekilde ilerleme kaydetmesi gerekiyor. Bana sorarsanız, bu durum da bu sorularla boğuşmayı daha da heyecan verici kılıyor!
? Lewis, David K. (1986). On the Plurality of Worlds (Dünyaların Çokluğu Üzerine). Malden, Mass.: Wiley-Blackwell.
? Merak edenler için Descartes’ın yanıtları, sırasıyla, “Düalizm”, “Evet”, “Evet”, “Çünkü Tanrı iyidir ve bizi yanıltmaz”.