En erken örnekleri 19. yüzyılın ilk yarılarına kadar uzansa da bugün kullandığımız modern bilgisayar konseptinin teorik ve pratik temelleri bundan 60 yıl kadar önce, İkinci Dünya Savaşı döneminde atıldı. Benedict Cumberbacth’in Profesör Alan Mathison Turing karakterini canlandırdığı 2015 yılında vizyona giren The Imitation Game (Enigma) adlı filmi seyretmişsinizdir sanırım. Seyretmediyseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. “Turing makinesi” olarak da bilinen erken bilgisayar modellerinin ötesinde, kuramsal bilgisayar biliminde oldukça etkili olan Prof. Turing akıllı makine veya düşünen makine olarak tanımladığı modern bilgisayarı akademik çalışmalarında ciddi şekilde tartışmıştır. Eğer 60 yıl öncesine gidip Prof. Turing’e düşünen makinenin veya bugün bildiğimiz adıyla bilgisayarın neye benzeyeceğini sorsaydık, eminim yaptığı tarif şu anda önünüzde duran ve ekranında bu satırları okuduğunuz küçük cihazın yanından bile geçemezdi. Bugün endüstri mühendisliğinin bir araştırma konusu olan akıllı fabrikalar için benzer bir şeyi söyleyebiliriz. Akıllı fabrika için bugün yapılan tarifler belki de bundan 30 veya 40 yıl sonra göreceğimiz akıllı fabrikaların yanından bile geçmeyecek. Bu nedenle tıpkı yarım asır önce bilgisayar için olduğu gibi bugün sahip olduğumuz ve olmak üzere olduğumuz teknolojiler üzerinden akıllı fabrikaların işlevlerini ve becerilerini tanımlamaya çalışıyoruz. Önceki yazılarımızda akıllı fabrika için yapılmış tanımların ortak yanlarına bakıldığında çevresel etmenlere uyum sağlayabilen, sistemlerini ve süreçlerini yeniden yapılandırabilen ve imalat temelli sorunları dinamik, çevik ve esnek bir şekilde çözebilen fabrika olduğunu söylemiştik. Akıllı fabrikaların önceli olarak gördüğümüz sanal fabrikaları ise karmaşık üretim sistemlerinin, ürün modellerinin ve süreçlerin dijital ikizlerinin yaratılabildiği birbiriyle bütünleşik simülasyon sistemleri olarak tanımlamıştık. Önceki yazılarımızda bu tanımlamaları yapmamıza neden olan teknolojilere kısa bir giriş yapmıştık. Şimdi gelin geleceğin üretim sistemlerini tanımlamamıza, tasarlamamıza ve geliştirmemize yardımcı olan teorilere bir göz atalım.
Şekil 1 Deneysel Turing Makinesi (https://machinedeturing.com/ang_descriptif.php?
Öncelikle bahsettiğimiz kavramları ve paradigmaları anlamamıza yardımcı olacak betimleyici teorilere bir bakalım. Bir önceki yazımızda kısaca bahsetmiştik; sürekli olarak değişen endüstrilerin doğasını ve dinamiklerini anlamamıza yardımcı olan Charles Fine’in Clockspeed: Winning Industry Control in the Age of Temporary Advantage [Saat-Hızı: Geçici Üstünlük Çağında Sanayinin Kontrolünü Kazanmak] kitabı evrimsel biyolojinin metotlarını işletmelere ve endüstrilere uygulayarak endüstrilerin görece evrensel kanunlarını ortaya koydu (Fine, 1998). İşletme Genetiği Teorisi (Theory of Business Genetics) veya Endüstriyel Döngüler Teorisi (Theory of Industrial Cycles) olarak adlandırdığımız bu kurallar sistemini çok kısaca şöyle açıklayabiliriz: Çeşitli canlı türleri farklı yasam döngüsü sürelerine sahiptirler. Saat-hızı olarak da tanımlanan ve her türe özgü olan bu yaşam döngüsü süresi ile o ürünün evrim hızı arasında ters bir orantı vardır. Örneğin bir elma sineğinin ömrü ortalama 20 gün iken bir filin ömrü ortalama 85 yıldır. Bu nedenle elma sinekleri fillere göre çok daha hızlı şekilde evrim geçirirler. Bu prensip endüstriler için de geçerlidir. Örneğin tüketici elektroniği endüstrisinin yaşam döngüsü maden endüstrisine göre çok daha kısadır ve bu nedenle çok daha hızlı evrim geçirir. Bu evrimin sonucu olarak işletmeler için tüm rekabet üstünlükleri geçicidir. Endüstrilerin evrim ritmini belirleyen güçler; 1) rekabet seviyesi, 2) teknoloji ve yenilik durumu, 3) düzenleyici kurallar, 4) çevre, 5) demografi olarak belirlenmiştir. Charles Fine bu güçlerin çalışma prensiplerini ise Çift DNA Sarmalı (Double DNA Helix) olarak adlandırdığı bir model ile açıklamıştır (Fine, 2000; Lepercq, 2008). Sonuç olarak Fine, üreticilerin endüstrilerdeki değişime uyum sağlayabilmek için eş zamanlı mühendislik yapması gerektiğini belirtmiştir. İşte tam da burada bir sistem olarak organizasyonların yapısını ve değişimini anlamamızı sağlayan teorilere bakmamız gerekiyor.
Sistem Teorisi veya daha doğru ifadeyle Genel Sistem Teorisi, öncülleri arasında Marx ve Engels gibi filozofların olduğu, 1950’lerde geliştirilmiş ve halen gelişmekte olan oldukça kapsamlı ve disiplinlerarası bir çalışma alanı. Çok basit tanımıyla bir sistem: ikiden fazla parçası olan ve her bir parçası bütünün davranışını veya özelliğini etkileyen ve yarattığı bu etki diğer parçaların özellik ve davranışıyla ilişkili olan bir bütündür. Bu tanımın sonucu olarak bir sistem bağımsız parçalara ayrılamaz. Örneğin biyolojik bir sistem olan insan vücudundaki her organ vücudun davranışını veya özelliklerini etkiler ve bir organın etkisi diğer organların durumundan bağımsız değildir. Tanımın bir diğer önemli sonucu ise, herhangi bir sistemin bütününe ait esas ve tanımlayıcı özelliklere hiçbir parçası bağımsız olarak sahip değildir. Örneğin bizi A noktasından B noktasına götürmek bir taşıtın özelliğidir fakat bu işlevi tek başına taşıtın tekerleği yerine getiremez. Kısaca bir sistem parçalarının bütünü değil, parçalarının etkileşiminin bir ürünüdür (Ackoff, 1994).
Peki buraya kadar bahsettiğimiz sistem teorisinin prensipleri değişen endüstriler ve bu değişime tepki olarak evrilen üretim sistemleri için ne ifade ediyor? Sistem Teorisinin prensiplerine göre bir sistemde parçanın özelliğini bağımsız olarak iyileştirmek bütün sistemin özelliğinin iyileşmesini sağlamaz. Örneğin şu an sahip olduğunuz arabanın motorunu çıkarıp bir tedarikçiden son model Ferrari motoru alsanız, elinizde Ferrari kadar güçlü bir araba olur mu? Büyük ihtimalle elinizde bir araba bile olmaz. Bu görece basit örneklerle açıkladığımız prensipler üretim sistemleri ve fabrikalar için de geçerli. İşte bu nedenle üretim sistemlerini tasarlarken, değiştirirken ve geliştirirken yukarıda bahsettiğimiz prensiplere bağlı kalmamız gerekiyor. Fakat tahmin edebileceğiniz gibi bir arabayı üretmemizi sağlayan sistem arabadan çok daha karmaşık bir yapı. Bir sistemde karmaşıklık çok arttığında bazı yeni prensipleri dikkate almamız gerekiyor. Bu nedenle Karmaşık Sistemler Teorisine ve karmaşık sistemlerin evrimine kısaca bir bakalım.
En basit ifadeyle birbiriyle basit olmayan şekilde etkileşen çok fazla parçadan oluşan sisteme karmaşık sistem diyoruz (Simon, 1962). Karmaşık sistemlerin belirgin bir özelliği birbiriyle hiyerarşik ve karşılıklı ilişki içinde alt sistemler barındırmalarıdır. Bu hiyerarşiyi büyük işletmeler gibi sosyal sistemlerde veya biyolojik ve fiziksel sistemlerde görebiliriz. Herbert Simon’un karmaşık sistemlerin evrim hızı ile ilgili teorisine göre “karmaşık sistemlerin basit sistemlerden evrimi, istikrarlı ara formlar olduğunda, bu formların olmadığı durumlara göre çok daha hızlıdır.” Aslında karmaşık sistemlerin evrimi ile ilgili çalışmalar H. Jacobson’un biyolojik sistemlerin evrim hızını hesapladığı çalışmalarına dayanmaktadır. Biyolojik sistemlerin evrimiyle ilgili prensipler çok daha açık ve doğrudan olmasına rağmen bilişim sistemlerinin evriminde ayni şeyi söyleyemeyiz. Çünkü bilişim sistemleri basit sistemlerden tamamen rastlantısal bir sürecin sonucu olarak ortaya çıkmazlar. Bilinçli tercihlerle geliştirilen ara formlar, yine bilinçli tercihler sonucu elenirler ve hayatta kalmayı başaran bilişim sistemleri daha karmaşık ve gelişmiş formlarda insanların hizmetine/tüketimine sunulur. Bu prensipler ışığında baktığımızda yüksek seviyede karmaşıklığa sahip ve çevresel koşullara uyum sağlayabilen akıllı fabrikanın geliştirilebilmesi için Sanal Fabrika gibi istikrarlı ara formlara ihtiyacımız olduğunu söyleyebiliriz. Bu ara formlar sayesinde evrimin yönünü tahmin etmemize yarayacak soruları cevaplayabiliriz. Peki çevresel koşullara göre değişen bir sistemin sahip olması gerek özellikler neler? Bu soruya cevap olabilecek, görece yeni bir teoriye bir göz atalım.
Kısaca Yetkinlik Teorisi olarak bilinen Yetkinlik Tabanlı Stratejik Yönetim Teorisi (Competence-based strategic management theory) karmaşıklık teorisini ve sistem teorisini birleştirerek çok hızlı değişen çevresel koşullara göre çoklu stratejiler ve farklı yetkinlikler geliştirebilen sistemlere ait bazı prensipler ortaya koyuyor. Ron Sanchez’in geliştirilmesi için son otuz yılını harcadığı teori yenilikçi, uygulanabilir ve evrimleşen sistemlerin sahip olması gereken dört konsept belirliyor. Bunlar devimsellik (dinamik), açıklık, bilişsellik ve bütünsellik (Sanchez, 1997).
Gelin bu dört konsepti kısaca ele alalım. Bir organizasyonun hayatta kalmak için yerine getirmek zorunda olduğu yetkinlik ve beceriler tıpkı çevresindeki kaynak, teknoloji, talep ve normlar için olduğu gibi dinamik olarak değişmek zorundadır. Bu nedenle fırsatlar, kaynaklar ve yetkinliklerin dinamik olarak tasarlanabilmesi gerekmektedir. Aksi halde çevresel değişimlere yeteri kadar hızlı tepki vermek mümkün olmayacaktır.
Her sistem kendisinden daha büyük bir sisteme gömülüdür. Örneğin fabrikalar endüstrilere, pazarlara ve milletlerin içine gömülüdür ve rekabetçi olmak için bu çevresel sistemlerden beceri, bilgi, materyal ve hayal gücü gibi girdiler alıp bazı çıktılar verirler. Bu nedenle sistemlerin çevrelerindeki karmaşık ve dinamik olarak değişen sistemler ile farklı bağlar kurabilecek açıklıkta olması gerekir. Yeteri kadar açık olmayan sistemler zamanla değişen çevresel sistemler ile yeteri kadar sağlam bağlar kuramayacak ve rekabet gücünü kaybedeceklerdir.
Oldukça karmaşık ve dinamik bir şekilde değişen çevresel koşullar ve sistemler için sürekli rekabetten bahsettiğimizde, karar alıcılar (kişiler veya bilişim sistemleri) için anlamlandırma (bilişsellik) tam bir meydan okumaya dönüşüyor. Her ne kadar karmaşık ve dinamik olursa olsun, organizasyonların teorik ve pratik olarak yeni stratejik mantığı ve uyarlanabilir yetkinlikleri bilişsel olarak tanımlayabilmesi gerekir. Aksi halde dinamik ve karmaşık durumlarda somut durumun doğru analizini yapmak, karar almak ve bu kararları doğru şekilde uygulamak zorlaşacak sistem zamanla hayatta kalacak rekabet gücünü kaybedecektir.
Çevresine uyum sağlayabilen açık ve dinamik sistemlerin etkin bir şekilde çalışabilmesi için gerekli dördüncü konsept ise bütünsellik. Sistem teorisinin prensiplerini açıklarken değindiğimiz gibi, bir sistem parçalarının birbiriyle etkileşiminin bir ürünüdür. Karmaşık bir sistemin çevresel bir değişime rekabetçi bir tepki verebilmesi, sistemin bazı alt kısımlarının sistemin geri kalanından bağımsız olarak vereceği bir tepki veya değişimle çözülemez. Örneğin bir arabanın sadece motorunu güçlendirmek yarışı tek başına kazanmaya yetmez. En azından bu her zaman yeterli değildir. Arabanın diğer vites kutusu, fren sistemi ve lastiklerinin yer tutuş kabiliyeti gibi özelliklerinin de doğru orantıda geliştirilmesi ve sürücüsünün bu değişimi doğru şekilde anlamlandırması gerekir.
Buraya kadar her biri birkaç kitabı kapsayan teorilerin ve prensiplerin oldukça basit bir özetini yaptık. Bu prensipler halen akademik araştırmamızın konusu olan Sanal Fabrika çalışmalarının teorik dayanak noktalarını oluşturuyor. Bilim ve belki de insanlar kararlı ve istikrarlı tanımlar, modeller, veriler ve kategorilere ihtiyaç duysa da sosyolog Zygmunt Bauman’in ifadesiyle sürekli değişimi, sürekli değişim ile tedavi etmeye çalışıyor olabiliriz. Her ne kadar sürekli değişim bazen bir yanılsama olarak görülse de Paul Feyerabend gibi bilimin anarşik (epistemolojik anarşizm) bir girişim olarak daha insancıl ve ilerlemeci olduğunu savunanlar da var.
Kaynakça:
Ackoff, R. L. (1994) ‘Systems thinking and thinking systems’, System Dynamics Review, 10(2), pp. 175–188.
Fine, C. H. (1998) Clockspeed: winning industry control in the age of temporary advantage, Massachusetts: Perseus Books Reading. MIT Sloan School of Management.
Fine, C. H. (2000) ‘Clockspeed-based Strategies for Supply Chain Design’, Production and Operations Management, 9(3), p. 210. doi: https://doi.org/10.1111/j.1937-5956.2000.tb00134.x.
Lepercq, P. (2008) ‘The Fruit Fly and the Jumbo Jet From genetics to the theory of industrial cycles applied to the aircraft industry’, Supply Chain Magazine (online). Available at: http://www.supplychainmagazine.fr/TOUTE-INFO/Lecteurs/Fruit-PLepercq.pdf.
Sanchez, R. (1997) ‘Strategic Management at the Point of Inflection: Systems, Complexity and Competence Theory’, Long Range Planning, 30(6), pp. 939–946. doi: 10.1016/S0024-6301(97)00083-6.
Sanchez, R. (2012) ‘Architecting organizations: A dynamic strategic contingency perspective’, Research in Competence-Based Management, 6(2012), pp. 7–48. doi: 10.1108/S1744-2117(2012)0000006004.
Simon, H. A. (1962) ‘The Architecture of Complexity’, Proceedings ofthe American Philosophical Society, 106(6), pp. 467–482. doi: 10.1080/14759550302804.