Bu ay 110. doğum yıl dönümünü kutladığımız babamız Ali Behiç Ergenekon, Kurmay Albay, (1909-2001) el yazması şiir defterinde şöyle anlatır ilk eğitim yılını: “Ben 3 yaşındayken annem Alime beni ablalarımla, Konya’nın Sille kasabasında, Cami-i Kebir’deki Kuran kursuna gönderirdi (1912). Onlar öğrenirken ben oynardım. Çömlekçilik yapan babam Dedeoğullarından Sarı İbrahim henüz hayattaydı. Annem bir yandan ev işi, bağ işi yapar, üzümden pekmez ve sirke elde eder, onları satar, diğer yandan da Sillenin yerlisi bir Rum’un siparişi üzerine tezgâhın başına geçer halı dokurdu. İyi bir ahçıydı ve köy düğünlerinde de yemek yapardı (Ergenekon, Behiç, Şiirlerim 1951-1995 Defter 1, s. 225-226”.
“İlk hocamdı Tayyibe. Karanlık bir izbede, ‘Elif-Be’ den başlayıp Kuran dersi vermekte.
Karşısında diz çöker otururduk kız, erkek. Bakardık gözlerine ürkek ürkek.
İlkin kendi söylerdi sıra sıra harfleri, bizler yinelerdik ya doğru, ya eğri.
Ara sıra bir kulak verirdi curcunaya ‘Susun! Susun!.. Çocuklar!..’diyerek havalar
Eklerdi bütün emek, bütün çaba boşuna. Karşık bağrışımız gitmiyordu hoşuna.
Yeniden dikkatimiz çekilirdi; der ki: ‘Döverim, sözlerimi dinlemezse her kim ki.’
‘Bir daha söylüyorum harfleri teker teker. Bir ağızdan söyleyin sizler de birer birer.’
‘Elif’ derdi susardı; bizler de “Elif” derdik. Sonra “B, T, S…” derdi. Hep birden yinelerdik.
Aklına gelen soru neyse onu sorardı; korkutmak için bazen bir bahane arardı
Her defasında akla karayı da seçerdik. Çoğumuz bilirse bir başka derse geçerdik.
“Elif” övenendireye (1) benzer, “B” köprüye… Söyleyin yavrularım! Köprüye benzeyen ne?
Duydunuz mu çocuklar, benim söylediğimi? İnşallah anladınız demek istediğimi!!..
Bu sözlere karşı yanıt, Tamam tamam anladık.. Çünkü dayak yemekten pek bıkmıştık.
“Bir daha!” derdi, yinelerdi, o, dersimizi. Ve sonrada sınava çekerdi kimimizi.
Yüzlerimizde bakar ve “Sen söyle Ayşa!..” der, Arkasından eklerdi “B ve T neye benzer?”
Pek düşünür Ayşe’cik, bakınır şaşkın şaşkın; hayal edemez, aklı ermez ki kızcağızın.
Yanıtı: “Nepliyim!..” di (2), ancak, susardı çocuk. Hoca hanım köpürür; ağzından oluk oluk;
Hakaretler akar ve köpürerek tokatlar; zavallı kızın gözünden yaşlar akar.
Farkında değildi O, “B”nin, “S”nin, “T”nin, Tersine dönmüş birer köprüye benzediğini…
Küçük Ali 1915 yılında Çayiçi hocası Abdullah Efendi’nin okuttuğu mahalle mektebine başlar. Bağda geçen çocukluğu esnasında üzüm salkımlarını yiyen pek çok kaplumbağa görmüştür. Defteri yoktur ama elindeki Kur’an’ın kenarlıklarında beyaz boşluklar vardır. Bulduğu ufacık bir kalemle bir kenarına bir kaplumbağa çizer. Sarıklı Abdullah Efendi bunu görünce köpürür: “Sen bunun canını nasıl vereceksin? Yatırın şunu falakaya!” der. Küçük Ali, çevik bir şekilde kapıyı engelleyen hocanın karnına başıyla bir tos vurup dışarı kaçar ve bir daha da o okula dönmez. Bir sonraki yazımızda babamın nasıl annesini ikna edip memur ve subay çocuklarının gittiği Rehber-i Hürriyet İlk okuluna gittiğini aktaracağım.
-
Çift sürülürken sabanın ökçe kısmında birikien çamurları temizlemek için bir ucunda küçük üçgen demir plaka, diğer ucunde çift hayvanlarını nodullamak için çivi, biz bulunan değnek. Övendere de denir.
-
Ne bileyim?