Operada Don Kişot, elindeki tuvalet fırçasıyla pervaneye saldırıyor (aşağıda) ve Sanço Panço ile birlikte yankesici gençlerden dayak yiyorlar (sağda).
Bregenz müzik ve opera festivalinde yaratıcılıkta sınır yoktu. Geçen pazar paylaştığım göl üzerindeki hiperaktif “Rigoletto” şöleninden sonra, kapalı mekândaki “Don Kişot” operası, insana huzur veren, şiiri, duyarlığı, narinliği, derinliği, vakit ayıramadığımız “ince şeyleri” yücelten muhteşem bir prodüksiyondu.
Jules Massenet’nin bestesi, Cervantes’in eserinden yola çıkarak, Jean Le Lorraine’in yazdığı somut ve yalın oyun üzerine kurulu. Dulcinea, peşinde tüm erkekleri sürükleyen, ayakları yere basan, güzel bir kadın. Ona âşık olanlardan, sadece biridir Don Kişot. Eğer, Dulcinea’nın çalınan kolyesini bulur getirirse, aşkını ispat etmiş olacaktır…
Feminist dokunuşlar
Ben yeni keşfettim; ama bundan böyle, yaptığı her işin peşine düşeceğim genç bir kadın yönetmen tanıdım: Mariame Clément. 1974 doğumlu Fransız vatandaşı. Kendisiyle tanışıp Türk olduğumu söylediğimde gülüyor “komşu sayılırız, annem İranlı” diyor… 2004’ten beri Avrupa merkezlerinde (Londra, Berlin, Bern, Viyana, Glyndebourne, Paris) opera sahneye koyuyor. Ve her birine feminist açıdan, toplumsal cinsiyet eşitliğinden bakıyor.
Bir röportajında “Tarih boyunca operayı besteleyenler, yazanlar, yönetenler hep erkek, onun için mi tüm kadın kahramanlar cani, katil, deli, ahlaksız, hırslı ve kötü insanlar” diye sormaktan geri kalmıyor…
Bu kez erkekliği, maçoluğu ve aşkı sorguluyor Mariame Clement. Hem de anlatıyı günümüze ve dört ayrı mekâna taşıyarak: Tiyatroya, ev içine, sokağa ve işyerine.
Erkekliğin sorgulanması
Klasik tiyatroda kırmızı kadife perde önünde beyaz perde. Önce bir jilet, tıraş bıçağı reklamı… Ayrımcı “maço” bir reklam. Seyircinin biri itiraz ediyor reklama, salonda kavga çıkıyor, yuhalayanlar… Salonda Don Kişot belirip (bildiğimiz görüntüsüyle) itiraz edeni yatıştırıyor. Onu sahnedeki koltuklara oturtup seyretmeye başlıyorlar.
Bildiğimiz klasik giysiler ve dekorda Don Kişot başlıyor… Derken 2. perdede modern bir apartmanın banyosundayız. Genç, uzun boylu delikanlı Don Kişot tıraş olurken, Sanço Panço (60’ların hippi görünümlü arkadaşı) bilgisayardan ona kız tavlama önerileri sunuyor… Delikanlı Don Kişot havalandırma pervanesinden tedirgin oluyor… Ve pervane büyüyor, büyüyor tüm sahneyi kaplıyor. Ve Don Kişot elinde klozet fırçası pervaneye saldırıyor. (Panik atak geçiren; delicesine âşık her gencin başına gelebilir.)
3. perdede kentin varoşlarında serserilerin barındığı köprü altındayız. Günümüz genci elbet şövalye değil, Süpermen ya da Örümcek Adam kılığıyla kahramanlık yapacak. Don Kişot ve Sanço Panço yankesici gençlerden dayak yiyorlar ama kolyeyi almayı da başarıyorlar.
4. perdede bir ofisteyiz. Herkes bilgisayar başında. Müdür, Dulcinea… Herkes ona hizmet yarışında… Çalışanların en yaşlısı Don Kişot’un Dulcinea’ya evlilik teklifi ve reddedilişi herkesin alay konusudur. Bir yakınlık anı, toplum baskısına heba edilir.
5. son perdede artık iyice yaşlanan Don Kişot, ölmek üzere sahnenin derinliklerinde ormana çekildiğinde, Dulcinea sahneden salona, salondan dış kapılara yönelir… Aşk zamanının geçtiğini söyleyen sesi ta dışarıdan Don Kişot’a ulaşır.
Sonsuz şiirsellik
Sahnenin üstündeki, iç içe geçmiş sahnelerin perdeleri tek tek kapanırken biz de yaşamın, dişiliğin, erkekliğin, aşkın hırpalanmasını düşündük.
Eserin orijinalinden tek sözcük değiştirmeden sonsuz şiirsel, çağdaş bir öykü çıkmıştı karşımıza. Tüm önermeler sahiciydi. Don Kişot’un aşk acısına inandık. “Erkekler ağlamaz” saçmalığına öfkelendik. Dulcinea’nın kendini koruma güdüsüne inandık. Sanço Panço’nun dostluğunu, sadakatini kıskandık. Ve modern yaşamda aşkların nasıl heba olduğunu gördük!
Bütün bunları gerçekleştiren Şef Daniel Cohen yönetimindeki Viyana Senfoni Orkestrası; yıllardır birlikte çalışan yönetmen Clement ve tasarımcısı Julia Hansen; muhteşem bir basbariton Gabor Bretz (Don Kişot); olağanüstü duyarlı Rus mezzosoprano Anna Goryachova (Dulcinea) ve usta bariton David Stout (Sanço Panço) idi.