Lozan Antlaşması, Türkiye’nin uluslararası arenada bağımsız bir devlet olarak tanınma belgesidir. Yaşamları boyunca ülkeye olumlu bir katkıda bulunmamış kişilerin Lozan Antlaşması hakkında yanlı eleştirilerini önemsemek yerine, Türkiye’nin günümüzdeki durumunu, Lozan Antlaşması çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Türkiye, amaçladığı gibi günümüzde tam bağımsız mıdır? Karşılıklı bağımlılık aldatmacasını bir yana bırakarak tam bağımsızlığımızı kısıtlayan etkenleri irdelemek gerekir.
Tartışmaları bir kenara bırakıp, ABD ile ikili ilişkilerin, AB’ye aday üye olmanın, gümrük birliğinin, NATO üyeliğinin Türkiye’ye sağladığı yararları, getirdiği kısıtlamaları, siyasal etkileri nesnel olarak değerlendirmeli; Türkiye yeni bir yol haritası çizmelidir.
Türkiye’nin bağımsız devlet belgesi Lozan Antlaşmasını onaylamayan ABD, hiçbir zaman Türkiye’nin gerçek dostu, müttefiki olmamış, kendi çıkarlarını gözetmiştir. Marshall Planı da, büyük ölçüde ABD’nin askeri gücüne lojistik destek için Avrupa’ya getirmiş olduğu, kullanım süreleri dolmaya yakın malzeme ve teçhizatın, geri taşımak daha maliyetli olduğundan yardım diye dağıtılmasıdır.
ABD, Ortadoğu üzerindeki emellerini yansıtan Büyük Ortadoğu, ardından da Kuzey Afrika ülkelerini de içerecek şekilde genişletilen GOP’tan vazgeçmiş değildir. Amaç Kuzey Afrika Atlantik kıyısından Hazar’a kadar olan bölgeyi siyasal ve ekonomik açıdan ABD’nin arka bahçesi haline getirmektir. Türkiye ve İran bu planı bozabilecek güç olarak görülmekte, İran açıkça düşman olarak ilan edilmekte, Türkiye stratejik dost söylemi ile uyutulmaya çalışılmakta, zaman zaman da yaptırım tehdidi ile aba altından sopa gösterilmektedir. Ne yazık ki, ülkede hala ABD desteği ile iktidarda kalabileceğini uman politikacılar, ABD’ye ödün vererek ilişkileri sürdürme peşinde olan iş insanları ve STK’lar var.
AB, o zaman ki ismi ile Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişkiler, Türkiye’nin başvurusuyla 1959 Temmuzunda başlamış, 12 Eylül 1963 Ankara Anlaşması ile tam üyeliğe ulaşabilmek için üç aşamalı otuz yılı aşkın bir dönem öngörülmüştür. Ülkemiz tam üyelik beklentisiyle 1996 yılında gümrük birliğine girmiş, 2001 yılında tam üyelik başvurusu yapılmış, 2005 yılında da tam üyeliğe giriş şenliklerine karşın, altmış yıl boyunca ilişkilerde ileriye değil geriye gidilmiş, üyelik müzakereleri birkaç göstermelik dosya açılması dışında sonuçlanmamıştır.
Türkiye AET’ye başvurduğunda altı üyelik topluluk, günümüzde yirmi sekiz ülkeye ulaşmış ancak Türkiye’ye bir türlü sıra gelmemiştir. Türkiye’nin yaptırım küstahlıklarına katlanarak fiilen kapalı kapı ardında sıra beklemesinin akılcı bir yönü yoktur.
Ellili yılların ortalarında dünya iki kutupluyken, SSCB tehdidi varken, ülkenin NATO üyeliği yerinde görülebilirdi. Günümüzde Rusya ile ilişkiler normalleştiğine göre, NATO şemsiyesinin Türkiye’yi kimin saldırısına karşı koruyacağı sorgulanmalıdır. NATO Antlaşmasının 4. ve 5’inci maddeleri üyeliğin devamı için yeterli gerekçe olamaz. NATO Antlaşması olmasa da Batı kendi yararını görüyorsa, olası bir saldırıya karşı Türkiye’nin yanında yer alır. Yarar görmüyorsa 5.’nci maddeyi dilediği gibi yorumlayarak kaçış yollarını arar.
Türkiye’nin zaman zaman taraflar arasında zikzak çizmesinin de yararlı bir yönü yoktur. Türkiye tüm ülkelere ve örgütlere karşı bağımsız davranmalıdır. Arap ülkelerinden Türkiye’ye gelebilecek dostluk desteği söz konusu dahi olamaz.
Türkiye ekonomik ve siyasal bağımsızlığını gözetecek politikalar izlemek zorundadır. Bu bağlamda yapılması gereken anti-emperyalist bir rota da Türkiye’nin yeniden yapılanması ve Atatürk dönemi üretim politikalarının 21.yüzyıl gerçekleriyle yeniden biçimlendirilerek bu rotanın klavuzu yapılmasıdır.
Aydınlık bir ay dileğimle,