Yılmaz Güney’in Rüyası…

1968 yılında Güney Film’i kuran Yılmaz Güney, sinema ve sanat ile ilgili düşüncelerini; şiir ve öykülerini o dönemde ortaya çıkarmaya başladığı “Güney” dergisinde yayınlamaya başladı. Öykü, roman, mektup türlerinde ürünler verdi. “Boynu Bükük Öldüler” romanıyla 1971 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazandı. 1972 yılında siyasi gerekçelerle yargılanarak iki yıl hapis cezası aldı. Bir yandan da sinema, edebiyat ve diğer konularda yoğunlaştı, siyasi gerilimlerin içinde politik bir portre olarak da adı öne çıktı.

Hapisten çıktıktan sonra, 1974 yılında “Arkadaş” filmini çekti. Hemen ardından Çukurova’da “Endişe” filmini çekmeye başlama aşamasında, bir cinayet suçlaması ile tutuklandı. Bu nedenle film yönetmen yardımcısı Şerif Gören tarafından bitirildi. 1976 yılındaki bu olayda, Mersin Yumurtalık yargıcının ölümüne sebep olmaktan on sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 1981 yılında yurtdışına kaçıncaya kadar hapis hayatı devam etti.

Hapishanede Yılmaz Güney, sinemadan kopmadı. Senaryolarını yazdığı, çekim süreçleri devam ederken içeriden yönlendirdiği; hatta iş kopyalarını cezaevinde seyredip kurgusunu bile yaptığı filmlerin gerçek hazırlayıcısı oldu. Bu filmler, büyük yankı uyandırdı, ödüller kazandı. Bunların başında, Zeki Ökten’in çektiği “Sürü” ve “Düşman” filmleri gelir. “Yol” filmini ise, büyük bir başarı ile Şerif Gören çekti. Yılmaz Güney 114 filmde oyunculuk, 26 filmde yönetmenlik, 15 filmde yapımcılık, 64 filmde ise senaristlik yaptı.

Yılmaz Güney Hapisteydi…

Her şey, 1977 günü aldığım bir mektupla başladı.

Mektuptan anladığım ve sonra yaşadığım gelişmelere göre, Yılmaz Güney beyazperdede Hasan Tahsin’i yaşatmak istiyordu, hatta kısmet olursa Hasan Tahsin’i kendisi oynayacaktı. Mektup, hapisteki “Yılmaz Güney adına Altan Yalçın” imzalıydı. Yılmaz Güney’in en yakın arkadaşı Altan Yalçın’ın bana yazdığı mektubun son kısmı şöyleydi.

“.. Hasan Tahsin konusunda geniş ve detaylı bir çalışmaya girişmiş bulunuyoruz. Sizin, uzun süredir aynı konu üzerinde çalışma yaptığınızı öğrendik. Bizim çalışmalarımızın niteliği sinematografik yönden bazı ipuçlarının bulunması ve değerlendirilmesi amacına yöneliktir. Eğer çalışmalarınız, üzerinde hayli tartışılan bu ünlü gazeteci ve yurtsever konusunda bazı yorumlar getirmekte, mevcut kaynaklar dışında (başka belge, foto vs. gibi) bazı değişik değerlendirmeleri de kapsamakta ise, yapacağınız bir senaryo çalışmanızdan bedeli karşılığında yararlanmak isteriz. İmza: Yılmaz Güney adına Altan Yalçın, Güney Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş., Beyoğlu, İstanbul”

Ne yazık ki uçakla gelmek istemediğimi ama ilerdeki bir tarihte otobüse atlayıp gelebileceğimi telefonla bildirdim. Ama epey oyalandım. Ancak bir gün Demokrat İzmir gazetesinin kapısında Altan Yalçın beliriverdi. Beni almaya gelmişti. Çok esmer, kısa boylu, cana yakın, saçları biraz dökük Adanalı bir genç adamdı.

Atladık birlikte gece otobüsüne, İstanbul’a gittik. Beyoğlu’nda sabah çorbamızı içtik. Beyoğlu Sakızağacı Sokağı, Sin-Em İş Hanı’nda üçüncü kattaki Güney Film’in kapısından içeri girdik. Altan Yalçın’ın geniş bir çalışma odası vardı. İki saat konuşmuşuz.

Altan Yalçın önüme bir dosya koydu. O dosyanın içinde ben vardım. O zamana kadar açık ismimle veya takma isimle gazetelerde, dergilerde Hasan Tahsin üzerine yayınladığım ne kadar araştırmam varsa hepsini biriktirmişlerdi. Hatta 1971 yılında İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Sabri Süphandağlı’ya şehit gazeteci hakkında bir araştırma raporu sunmuştum, o da dosyanın içindeydi. Birisi, birileri benim izimi sürerek, bu konuda ısrarlı bir çalışma içinde olduğumu ortaya çıkarmıştı. Hem şaştım, hem de biraz şişindim.

Sonra bir dosya daha önüme sunuldu… Bu ikinci dosyada kendi servislerinin konu ile ilgili yaptıkları çalışmaların özet yorumları ve proje takdimi vardı. Sayıları epey fazla genç araştırmacıyı (on beş civarında) işe almışlar ve tarihi, kültürel, etnografik, folklorik araştırmalar yaptırmışlardı, bir kısım gençler senaryo denemeleri de yapmıştı. “1900 yıllarında Selanik ve İzmir nasıl şehirlerdi, bir Yunan askerinin kıyafeti nasıldır, ne yerler, ne içerler, bir İzmirli Müslüman nasıl giyinir, Selanik ve İzmir şehrinin eski kartpostalları ve tarihçeleri gibi bilgiler” dosya içinde ilk gözüme çarpan şeylerdi.

İkinci dosyayı da inceledikten sonra, Güney Film’den en az iki yıl önde olduğumu fark ettim. Artık konuşma sırası Altan Yalçın’da idi. Bir anda yumuşaklığı gitti ve kibarca dümene geçeceğini hissettirdi:

“…Arkadaşım… Uzun lafın kısası… Yılmaz Bey, hapisten çıkar çıkmaz Hasan Tahsin’in yaşamını çekmek ve hatta başrolde oynamak istemekte. Senaryo önceden hazırlanacak, kendisi içerde düzenleyecek ve meşrebine uygun biçimlendirecek. Kostümler, rol alacak oyuncular, ayrıntılar, çekim platoları hepsi daha kendisi hapisten çıkmadan bitmiş olacak, eğer hapisten çıkamaz ise film yine çevrilecek. Bize yardım eder misin?..”

Altan Yalçın’ın teklifi senaryo yazımında araştırma asistanlığı yapmam şeklindeydi. Ben, daha işin başında bile olmadıklarını, filmini çekecekleri şehit gazeteciyi tanıyan ve ellerinde önemli şahsi belgeler olan kişilerin bir tanesine bile bulamamış olduklarını, Hasan Tahsin’in mektuplarından, gizli aşkından, Selanik’teki geçmişinden, İzmir’deki yaşamından, gazete yazılarının toplamından bilgileri olmadığını, bu bakımdan çalışmalarının daha yıllar alabileceğini belirttim.

Altan Bey’i sevmiştim. Daha sonra birlikte Beyoğlu’nda bir kırtasiyeciye gidip yanımda getirdiğim bir kısım belgenin fotokopisini bin bir güçlükle çektirip kendisine verdim. (Yahu, koskoca Güney Film’de bir fotokopi makinesi neden yoktu acaba?)

Yılmaz Güney, Hasan Tahsin’in fırtınalı yaşamı kadar 22 Mart 1919 tarihli Hukuk-u Beşer gazetesinde başyazı olarak yayınlanan “Alt Tabaka” yazısından da etkilenmişti. Fakir fukarayı, sömürülen kitleleri anlatan yazısı, gerçekte şehit gazetecinin sosyalist yönünü ortaya çıkarıyordu. Çekilecek filmin yurtdışında bile çok iş yapacağı inancı, Altan Yalçın’da bariz bir şekilde görülüyordu.

Benim İzmir’e dönmem gerekiyordu, Altan Bey ise Güney Film’de bir süre kalıp senaryo işinde sorumluluk almamı teklif ediyordu, bu arada senaryo yazımında tek kalem olacağım şeklinde bir imada hiç bulunmadı.

İzmir’e Döndüm. İşime Baktım…

Bir süre sonra Altan Yalçın aradı. Kendilerinin oluşturduğu senaryo yazım ekibin fos çıktığını, bu durumda ben eğer bir senaryo yazsam, nasıl yazacağımı bir taslak haline getirmemi ve kendisine göndermemi istedi. Başladık çalışmaya. İki ay gibi bir kısa sürede, hayatımda hiç senaryo yazmamış olmama rağmen konuyu iyi bildiğim için bir şeyler karalayabildim. Aslında her şey tamamdı, işi yapabilmiştim. Taslak filan değil tümünü yazmıştım. Kırk sayfa tutan bir metindi. Tek kusur ise şuydu; daktilom eski ve çürük olduğu için (a) bastığımda (o) çıkıyor, (t) bastığımda (l) çıkıyordu, onları da tükenmez kalem yardımı ile elimizle düzelttik.

Bizim film, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanların Selanik’i işgali ile başlıyordu. Yunan Halk Kurtuluş Ordusu (ELAS) militanlarının bazıları yaralı olarak saklandıkları bir örgüt evinde, kendilerine hizmet eden orta yaşlı bir İzmir göçmeni Rum kadının hafifçe mırıldandığı rembetiko türkülerini mum ışığında dinliyorlardı… Kadın sonra kaçak militanların tarihe meraklı komutanlarına yirmi yıl önceki Küçük Asya Seferi’ni anlatmaya başlıyordu.

Kadın gerçekte Yunan Komünist Partisi (KKE) üyesi, ancak geçmişinde yaşadığı İzmir’de Türklerle iç içe yaşamış, onları sevmiş biri. Yunan işgal donanmasının Pire ve Selanik’ten hareket edip İzmir’e yollanırken gemilerde isyan eden komünist askerlerin asıl infaz edilip cesetlerinin denize atıldığını anlatıyordu. Bu arada matbaasında çalıştığı Hasan Tahsin’i sevmiş, ancak Vedia isimli bir kızı seven gazeteci onu görmemezlikten gelmişti.

Böylece film, Hasan Tahsin’in Selanik’teki gençlik yıllarına, fırtınalı yaşanma ve ilk kurşun atışına doğru ilerlerken, Birinci Dünya Savaşı ile İkinci Dünya Savaşı arasında gidip geliyordu. Yaşanan ana mekan Selanik’ti… Ancak İstanbul, Paris ve İzmir’den de kesitler bulunmaktaydı. İleri çıkışlar ve geri dönüşlerle iki dönem arasında salınan senaryo, Türkiye tarihi kadar, Yunan sol tarihinin de bilinmesini gerektirmekteydi. Anti-emperyalist ve sol kavramlara açık olan kurgunun Yunanistan cephesinde de ilgi göreceğini hesaplamıştım, o zamanki kafama göre.

Bu çalışmamı Altan Yalçın, doğruca Yılmaz Güney’e götürdü. Kanımca bu metin üzerinde Yılmaz Güney çalışmaya başladı. Bu arada Güney Film’den en ufak bir gelirim olmadı, öyle bir şeyi aklıma bile getirmedim.

Şaka Maka Resmen Senaryo Yazmıştım.

Zaten bir daha konuyla ilgilenmem kısmet olmadı. Araya uzunca bir zaman girdi. Güney Film’in diğer görevlileri, sayıları giderek azalarak işlerini bitirdiler galiba. Çekim öncesi her hazırlık tamamlamış diye duydum.

Hepimizi ateşleyen şey, hapisteki bu sanatçının Hasan Tahsin’e olan ilgisiydi, bana hapisten gönderdiği bir iki kısa mektubunu her okuyuşumda duygulanırım. Yılmaz Güney de hapiste iken, Hasan Tahsin’in Bükreş Hapishanesi’nden kız kardeşleri Melek ve Binnaz Hanıma gönderdiği mektupları okurken duygulanırmış. O mektupları da hapishaneye ben göndermiştim.

Zaman ilerledi…

Aniden bir çarşı izninde, 1981 yılında Yılmaz Güney yurtdışına kaçtı. Altan Yalçın ile ilişkimiz koptu. Zaten bir süre sonra vefat ettiğini duydum. Yılmaz Güney’in benimle ilişkisini bilen ondan başka kimse yoktu zaten. Güney Film bu arada eridi gitti. Yıllar sonra konuştuğum Yılmaz Güney’i yakından tanıyanlar ve dönemin sinema emekçilerinden Hasan Tahsin ile ilgili tüm araştırma ve hazırlıkların ilgisizlik yüzünden heba olup gittiğini öğrendim.

Yılmaz Güney, Avrupa’da başka projelerle uğraşır iken 9 Eylül 1984 yılında 47 yaşında iken vefat etti.

Böylece Hasan Tahsin Filmi Çekilemedi.

Çok hayıflanırım. Çünkü benim senaryom, baş düşmanı Emperyalizm olarak görüyor ve Türk-Yunan halklarının dostluğu temelinde yükseliyordu. 1988 yılı civarında Fatoş Güney, İzmir Kadifekale’de yaşayan Yılmaz Güney’in annesini ziyaret etmek amacıyla İzmir’den yurda giriş yaptı ve bir özel mekanda buluşup gerçekleşmeyen bu film projemizi konuştuk. Yanımızda, beni Fatoş Güney ile buluşturan genç gazeteci Nebil Özgentürk de vardı. Bu konuşmamızı Yeni Asır gazetesinde yayınladım.

O film çekilse idi, “Vatanım Sensin” gibi sonraki TV dizilerinde çarpıtma yapmaya kimse cesaret edemezdi. Kimse Hasan Tahsin’i, Hasan Basri diye bir kimliksiz kişiye dönüştüremezdi.

İşte, Yılmaz Güney’in gerçekleştiremediği rüyası buydu…

Uzun yıllar boyunca, daktiloda yazdığım senaryoyu Güney Film’e teslim etmeden önce neden fotokopisini çekmediğime yanıp tutuştum. Ancak bu kitabımı yazarken kütüphanemin alt gözlerinden birinde üstünde başka bir konunun başlığı yazılı kalın bir dosyanın içinde çalışmamın tüm müsveddelerini eksiksiz buldum. El yazısı ile yüz küsur sayfaydı. Bir hazine bulmuş gibi sevindim. Müsveddeleri atmayıp saklamışım, o döneme denk gelen boşanma, evin eşyalarının dağılması, taşınma, ekmek parası derdi yüzünden gazetecilik mesleğinde gece gündüz emek harcama ve bu gibi sebepler yüzünden müsvedde halindeki çalışmamı kırk yıl boyunca unutmuşum. Bu kitabın yazımında bulduğum senaryo müsveddelerinden epey faydalandığımı belirtmeliyim.

BİR HABER:

“Düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin’i oynamak istedi”

Sinema yazarı Agah Özgüç, son kitabında Yılmaz Güney’in bilinmeyenlerini Sözcü Pazar’a anlattı…

Yüksel Şengül – Sözcü – 25 Eylül 2016

Agah Özgüç “Hayatının 12 yılını hapiste geçiren Güney, Hasan Tahsin’i oynayamadığı için çok üzüldü” dedi. Yeşilçam’ın muhteşem arşivcisi, sinemanın saygın eleştirmeni Agah Özgüç’ün Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney adlı kitabı Horizon Yayınları’ndan piyasaya çıktı. Hayatının gölgede kalanlarıyla Yılmaz Güney’i anlatan Özgüç’le kitapta yer alan Çirkin Kral’ın bilinmeyenlerini konuştuk.

– Bu kitap sizin için çok özel olmalı…

Yılmaz Güney’le inişli çıkışlı bir dostluğumuz oldu. Bazen arkadaş, bazen de gazeteci-oyuncu ilişkisi içindeydik. Bu kitabı yıllar öncesinden hazırlamıştım, son bir yıldır yeniden elden geçirdim.

– Güney’in bilinmeyenleri.

115 filmi var Yılmaz Güney’in. Oynamak istediği, oynayamadığı, çevirmek istediği ve çeviremediği filmler, bunlarla ilgili belgeler var kitapta.

– Çekemediği filmleri?..

Yılmaz Güney, 15 Mayıs 1919’da İzmir’de işgalci düşman güçlerine ilk kurşunu sıkan ve orada şehit edilen gazeteci Hasan Tahsin’i oynamayı çok istedi. Konunun uzmanı ve Kurtuluş Savaşı üzerine araştırmalar yapan Yaşar Aksoy’la birlikte çalışmaya başladı. Hazırlanan ilk taslağa göre film, Almanlar’ın Selanik’i işgaliyle başlayacaktı. Çekim aşamasına gelindiğinde Yılmaz Güney yurt dışına kaçınca, tüm çalışmalar yarım kaldı. Hayatının 12 yılını hapiste geçiren Güney, Hasan Tahsin’i oynayamadığı için her zaman üzüldüğünü söyledi.

Yılmaz Güney, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini oynamayı da çok istedi. Yaşar Kemal ve Lütfi Akad, bir ortak yapımda Yılmaz’ı oynatmak için yoğun bir hazırlık yaptı ama olmadı ne yazık ki.

BİR YAZI:

Bir anlatı ustası olarak Yılmaz Güney

Yalım Oktay – Sosyalist Kültür – 9 Eylül 2017

İşte Yılmaz Güney’i bu kadar büyük yapan, seyirciye evrensel idealler adına duyduğu saygı ile arasına koyduğu mesafenin uyumudur. Örneğin, onun ikinci tutukluluk döneminde, Hasan Tahsin’in hayatını filme çekmek için yoğun bir araştırma dönemine girdiğini bilen sinema kuramcısı sayısı çok azdır. Ya da Mahir Çayan’ı evinde sakladığı akademide herkesçe bilinirken, filmlerini inşa ederken kullandığı diyalektik materyalist yöntem es geçilir. Orasından burasından çekiştirilirken, Yılmaz Güney’in ele aldığı konuyu, sınıfsal konular üzerinden nasıl da ustalıkla anlattığına pek değinilmez.

Bunları da sevebilirsiniz