Tohum ve Toprak Üzerine

Merhabalar, bu ayki yazımı Carol Delaney’in “Tohum ve Toprak” adlı kitabına yönelik yazıyorum. Bu kitap aslında kendisinin doktora tezi olup aynı zamanda Galler Ödülü’nü almış bir eser ve Türkiye’de (Ankara’ya yakın bir köyde) yaptığı bir alan araştırmasını içermektedir.

Kısaca bahsetmek gerekirse, yazarın temel sorunsalı yaratılışa ait temel simgeler olmakla birlikte kadına ve erkeğe toplumda biçilen görevler, onlara yüklenen sorumluluklardır. Kitapta yer alan temel simgeleri basit bir şekilde açıklayacak olursak, ki zaten kitabın adı da bu simgelerden oluşuyor: “Tohum ve Toprak”. Yaratılıştan bu yana erkeğin tohum taşıdığını, kadının ise ekilecek, tohumu besleyecek ve mahsul verecek toprak olduğu inancının üzerinde durmuştur. Böylece erkeğe atfedilen yaratıcılık ve hayat verme gücü, onları simgesel bir biçimde Tanrı’ya yaklaştırırken, kadınlar tarafından sağlanan besleyici madde onları Tanrı tarafından yaratılanla, yani dünya ile eşleştirerek cinsiyet kozmolojisine de vurguda bulunulmuştur. Yazar, bu sebeple Tanrı’nın da erkek olduğu inancının zihinlerde hep var olduğunu düşündüğünü ifade etmiştir. Bu tohum ve toprak anlayışının kadını toplumda ikinci bir plana atarken, toplum içerisinde değersiz bir varlık gibi ‘öteki’leştirilmesinin yazarın diğer bir sorunsalının temelini oluşturmuştur. Tohumla erkeğe verilen yaratıcı rol ile erkek, dünyada Tanrı’nın otoritesinin simgeleştirilmiş hali olarak karşımıza çıkıyor. Yazar, bu araştırmasını Türkiye’de yapmasının nedenlerini de simgeleştirilmiş bir biçimde, “Tohum ve Toprak” anlayışının yaygın olduğu bir coğrafya olmasına bağlıyor. Kutsal kitaplardan örnek ayetler alarak da tespitlerini pekiştirerek genel bir sonuca kavuşturuyor. Tek tanrılı dinlerdeki kadın-erkek anlayışının bu konuda birbirinden farksız olduğunu anlatıyor.

Yazarın imgelemeci anlatımı, kavramsal çerçevemizi geniş tutmuştur. “Tohum ve Toprak” kitabındaki kavramları incelemek gerekirse:

Tohum: Erkeğin üreme organını simgeleyerek, geleneksel anlamda erkeğin yaratıcı bir rol aldığını simgeler.

Toprak: Kadındaki üremeyi simgeleyerek, geleneksel bir açıklama olarak “Her baba annenin içine bir tohum eker.” ifadesiyle ele almış olursak, dilediği gibi ekilip, biçilen, mahsül veren, yaratıcı değil bu taşıyıcı ya da aracı, destekleyici anlamında kullanılmıştır.

Babalık: Vücuda getirmek, babalık, birincil, yaratıcı, oluşturucu ister insan erkek ister Allah baba olsun, fark etmez.

Annelik: Kadınların üremedeki gerekliliği kabul edilse de kadınların rollerinin ikincil ve destekleyici olduğu düşünülmüştür, yaratıcı ya da birlikte yaratıcı değil.

Aslında bu kitap Türkiye’nin Müslüman çoğunlukta olan bir ülke olduğu ve bu inanışla birlikte toplumsal cinsiyet rejiminin nasıl yürüdüğü, yaratılış kuramının kadın-erkek ilişkileri üzerindeki göz ardı edilemeyecek bir etkisini olduğunu aktarmaya çalışan bir çalışma olmuştur. Soyun erkek tarafından belirlendiği; kadının ise ikincil durumda bir soy olduğu ve baba zincirli bir soyun yürüdüğü, yaratıcı konumda olduğu açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durum, İbrahimi gelenekten gelen (tıpkı İbrahim’in kendi yaratıcısı olduğunu düşündüğü çocuğunun annesine sormadan kurban etmeye çalışması gibi) ve Türkiye’deki ataerkil toplum yapısına uygun bir biçimde gelişen, kadın-erkek arasındaki iktidar ilişkilerinde erkeğin daima başta olduğu bir soy ideolojisidir.

Yeniden üretimin, üretim karşısında değersizleştiği gerçeği vardır. Yaratıcı rolündeki üretimi üstlenen erkeğin tohumunu kadına (toprağa) ekmesi asıl önemli olan şeydir. Kadının rolü bu durumda ikinci planda kalmaktadır. Onun rolü ise döllenmenin ana maddesi olan tohumu besleyip, rahminin kanı ve göğüslerinin sütü ile tohumu beslemektir. Bir nevi taşıyıcı, besleyici, destekleyici bir roldür. Temel girdiyi erkeğin sağlaması kadının sadece dönüşümü üstlenmesi sürecidir. Yaratılıştan gelen bu anlayış gündelik hayatta da kadının toplumsal rollerinin ikinci plana atılmasına, kadınların eylemlerinin değersizleştirilmesine neden olmuştur.

Günümüzde hala bu mantığın sürdüğünü tüm kurumlarda (özellikle aile kurumunda) kadının edilgenleştirilmeye çalışılmasından anlayabiliriz. Hala kadınların bu topraklarda, çocuk doğurmayışının yadırganışı, belki de ardından kuma kültürünün gelişi, kadınlığın annelikle bağdaştırılması, hep o üreme meselesi. Yani “toprağın ürün vermesi” ile ilişkilendirilmesinin devam etmesi de bu mantığın değişmemesinden kaynaklanır.

Yazıma bu mantığı değiştirmek için çabalayan, uğraşan tüm kız kardeşlerimize seslenerek son vermek istiyorum. Değişim hepimizle, hep birlikte mümkün!

Dayanışmayla…

Bunları da sevebilirsiniz

Bir cevap yazın