On binlerce deniz yıldızı mavilerden sahile vurdu.
Ölüm sessizliği, çırpınışlar…
Kıyıda bazı insanlar, aldırmadan gelip geçiyor olan bitene, kimileri bu can çekişme halini, hazin manzarayı seyrediyor.
Kimileri sorguluyor bu arada.
Kimler yurtlarından ölüme sürdü deniz yıldızlarını, neden?
Nasıl bir felaket yaşadılar, nasıl bir tehditle karşılaştılar ki?
Yoksa toplu intihar mı?
Ne yapmalı?
O sırada bu hüznün ortaklarından genç bir kız, çaresizliği, kabullenmeyi, izlemeyi bırakarak deniz yıldızlarını tek tek toplayıp, suya atmaya başladı.
Ölüme, seyirci kalamazdı.
Kıyıda toplananların çoğuna bu çaba, boş ve anlamsız geliyordu.
Hangisini kurtaracaktı ki?
Üç, beş on, yüz; genç kız durmuyordu.
Birkaç kişi daha yardıma geldi…
Hava kararmaya başlıyordu.
Büyük çoğunluk sorularıyla birlikte evlerinin yolunu tuttu; yapacak bir şey yoktu.
Onlar devam ettiler…
* * *
Ezgi Serim, piyanist, sanatçı.
Benim için sahilde karaya vuran deniz yıldızlarını suya döndürmeye çalışan, o genç kız.
Karartma günlerinde, denizin kıyısında küçük de olsa yol gösteren bir ışık. Hüzne, acıya, karanlığa, hayata seyirci kalmayan bir insan…
Geçen yıl Karaburun’da “Köyde Festival” etkinliğinin ilk harcını atmıştı, kendisini destekleyenlerle birlikte.
Sanat, herşeyi değiştirebilirdi çünkü; anladığımızı sanıp, aslında anlayamadığımız; saplanılanlarımızı kavramayı sağlayacak bir yol bulur; buldururdu bir şekilde…
Hayata karşı konuşarak rahatlamak değil, bir şey yapmak, bir yerden başlamak ihtiyacındaydı kendi adına.
“Çok utanıyorum aynı zamanda, ciddi bir duyarsızlaşma içindeyiz hepimiz” diyordu.
Köydeki çocukları, onların annelerini, babalarını, akrabalarını, komşuları müzikle tanıştırmak, sanatsal etkinliklerle buluşturmak, öğretmek, festival katılımcıları ve izleyicileriyle birlikte farklı bir duyarlılık yaratmak peşindeydi.
Mesleği aracılığıyla rekabetten çok uzakta bir el ele verme ihtiyacı aslında…
* * *
Geldik Köyde Festival’in ikincisine…
Kendi varlığını her anlamda diğerlerinin varlığına bağlı bulan, bunun sevgiyle kavradığı zamanı iple çeken Ezgi, etkinliğin 2. yılı için yeniden kolları sıvadığında anlatmıştı.
Kişisel hikayesi gibi gelebilir ama aslında bir yanıyla deniz yıldızlarını yeniden suya kavuşturma çabasını içeriyor.
Aktarıyorum:
“Köyde Festival heyecanını ikinci kez beraber yaşıyor olmamız benim için tarifsiz bir duygu…
Bu yola neden düştüm?
Mücadele şekline ilk tanık olduğum kişi, ilkokul öğretmenim Sunal Ceyhan, ailemden sonra her şey onunla başladı. Dünyayı değiştirebilecek güçte olduğumuzu bize kanıtlayacak her yolu göstermeye çabaladı. Onu anlatmakla bitiremem…
Ardından bahsedeceğim kişi; 16 yaşımdayken beni yanına alan hocam Heidi Köhler. Kendisiyle öğretmen-öğrenciden ziyade anne-çocuk ilişkisi kurduk; zorlukları da dahil…
Benim için elinden gelen her şeyi yapmış bir profesörden bahsediyorum.
Almanya’ya gitmeye konservatuara yeni girdiğim dönemlerde karar vermiştim, ancak beklentim değer görmek değil; dünyada kabul görmüş en önemli okullardan birinde bir hoca tarafından dürüstçe piyanistlik kapasitemin değerlendirilmesiydi.
Yoksa deli miyim, o yaşta neyime güvenebilirim ki?
İzmir Konservatuarı’nda yaşadığım, gördüğüm çoğu şey hafızamda; kalbimde olumlu bir yer taşımıyor.
Amma ve lakin; kendimi yeterli veya yetenekli zannetme şuursuzluğuna kapılmış olabileceğimi bile hesaba katacak bir cesarette ve sorgulayıcılıktaydım her zaman.
Korkularıma rağmen çoğu durumda sırf bu yüzden geri adım atmadım. “Ya bana öyle geliyorsa” diyebildim çok şükür.
Köhler’e ciddi bir dinleti yaptım ve ardından kendi ülkemde 21 yıl boyunca asla görmediğim bir ortama ısrarla taşıdı beni. Diğer ayrıntılarsa inanın hiç önemli değil…
Yakın bir zamanda tamamen vazgeçmek üzere olduğum bir süreçte ne yaparsam yapayım Ulf’un yanımda olduğunu görmek inanılmazdı. Bu kayıtsız-şartsız olma durumu benim ailemden bildiğim bir şey, ancak böyle bir durumla hayatım boyunca tekrar hiç karşılaşmadım. Bana ilham veren şey, onların bana duyduğu sınır tanımayan inançlarıydı.
Köyde Festival’in esas mimarları da benim sınır tanımayan hocalarımdır … “
Çok insan olmalı, çok…