2017 yılının son aylarında Tayyip Erdoğan ve Çevre Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki tarafından dile getirilip sonrasında unutulan imar affı tartışmaları, seçimler yaklaşırken yeniden hortladı. Bu kez konuyu ortaya atan, CHP grup toplantısında yaptığı konuşmada Pendik, Çınardere’deki gecekondulara tapu dağıtacağını ilan eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oldu. İktidar Partisi cephesinden Kılıçdaroğlu’na yanıt, doğrudan Mehmet Özhaseki’den geldi. Özhaseki, “kaçak yapıların kayıt altına alınması” adı altındaki “tuzak projeyi”, yandaş medyanın “imar affı geliyor” çığlıkları eşliğinde bir kez daha toplumun karşısına getirmekte gecikmedi.
Her kesimden çok geniş bir seçmen topluluğunu ilgilendiren, seçilmiş-atanmış tartışmaları ile bizatihi kamu idaresinin deformasyonunun sonucu olan bu tartışma ile ilgili olarak hemen akla gelen iki ayrı soru söz konusu. İlk soru ya da tartışılması gereken konu, sebebi ne olursa olsun, yasaları bilerek ve isteyerek çiğneyen kişilerin, üstelik de tüm toplumun ortak malı olan kamusal kaynaklar peşkeş çekilerek ödüllendirilmesinin ne derece doğru olduğu konusu. İkincisi, Bakan Haseki’nin “kaçak yapıların kayıt altına alınması”, yandaş medyanın ise “imar affı”, “imar barışı” diye tanımlamayı tercih ettiği bu girişimin, gerçekten de kaçak yapılara af getirip getirmediği sorusu.
İlk soruyla yani “sebebi ne olursa olsun, yasaları bilerek ve isteyerek çiğneyen kişilerin, üstelik de tüm toplumun ortak malı olan kamusal kaynaklar peşkeş çekilerek ödüllendirilmesinin ne derece doğru olduğu” sorusuyla başlayalım. 1762 tarihinde basılmış olan “Toplum Sözleşmesi” kitabında, “Genel istem, gerçekten genel olabilmek için, özünde olduğu kadar konusunda da genel olmalı; herkese uygulanmak üzere herkesten çıkmalıdır… genel istem kişisel ve belirli bir konuya yönelirse, elbette doğruluğunu yitirir” diye yazan Jean Jacques Rousseau’ya göre, toplumun ortak yararı üzerine kurulu olması gereken anayasa/yasalar, özel konuların/ çıkarların aracı haline geldiğinde, bırakın doğru olmamayı toplumsal yapıyı/devleti bütünüyle parçalayacak kadar tehlikeli bir nitelik kazanırlar. “Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen “demokrasi kahramanı” Demirel’le başlayıp, “Anayasayı bir kez delmekten bişey çıkmaz” diyen bir diğer “demokrasi kahramanı” Turgut Özal’la hız kazanan bu keyfiliğin, günümüz itibarıyla ülkeyi getirdiği nokta, sanırım Rousseau’nun haklılığını son derece net bir şekilde ortaya koyuyor.
İkinci soru, Bakan Haseki’nin “kaçak yapıların kayıt altına alınması”, yandaş medyanın ise “imar affı”, “imar barışı” diye tanımlamayı tercih ettiği bu hukuki niteliği oldukça tartışmalı girişimin, gerçekten de kaçak yapılara af getirip getirmediği. Yapılan açıklamalardan, ortalığa saçılan metinlerden anlaşıldığı kadarıyla, yapıların hukuki statüsünü yani “kaçak” olma niteliğini değiştirmeyen söz konusu girişimi “imar affı” olarak nitelemek çok da mümkün değil.
Seçim öncesinde, oldukça çok sayıda yapıyı, dolayısıyla vatandaşı ilgilendiren bir konuda “imar affı çıkarılıyor” görüntüsü verilmesinin -yapılan o olmasa da- iktidarın işine yarayacağı açık. “Vay imar affı çıkıyor” denilerek karşı çıkılmasının, muhalefete oy kaybettireceğini de sanırım tartışmaya gerek yok. Bu durumda, şark kurnazlığından, kurumların, yasaların siyasi çıkar amaçlı olarak kullanımının son derece pejmürde bir örneğinden bahsediyoruz aslında.
İktidarın uyanıklığı burada da bitmiyor. Mülkünün ”kentsel dönüşüm” adı altında elinden alındığını kısa sürede fark ederek, kentsel dönüşüm uygulamalarına karşı çıkan vatandaş, “imar affı” görüntüsü altında, üstelik ciddi bedeller de ödeyerek kendini devlete ihbar etmeye yönlendiriliyor. Zor durumdaki inşaat sektörünü memnun etmek için seçim sonrasında gündeme getirilecek olan “keyfi dönüşüm” uygulamalarından, hukuki olarak kaçamayacak hale getiriliyor.