Zarafet öldü mü yoksa görgüsüzlük mü popüler oldu? Her zaman insan tavrının en önemli özellik olduğu fikrinin arkasında durdum. Aslında etkilendiğimiz şey fiziksel güzellikten ziyade tavır değil mi, hepimiz tavırda odaklanmıyor muyuz?
Bir düşünün fiziksel güzelliği olan ama tavırlarıyla son derece itici ve gelişmemiş birisi sizin ilginizi çeker mi? Çekse de bu çekim hormonal olmaktan öteye gidebilir mi?
Zarafetin önce hissetmekten sonra öğrenmekten geçtiğini düşünüyorum. Hissetmeden, istemeden bir şeyler öğrenmek mümkün olamıyor. İtalyanlar zarafet için ‘samimi ve içten çaba ile ortaya çıkan sonuç’ derler. Zarafet tam olarak da bu değil mi? Biraz çaba, biraz içtenlik, mantığın ve duygunun sentezi.
Yaşamımızda yüzlerce insanla tanışıyoruz, bazıları bizde etki bırakıyor, bazılarını hatırlamıyoruz bile. Bizde etki bırakanların kendilerine duydukları saygı ve güveni hissediyoruz ve onları tanımak bize kendimizi özel ve değerli hissettiriyor.
Adab-ı muaşerete gelecek olursak….. Adab-ı muaşeret bize şunu söylüyor: Her tavrın bir zarafeti, yani adabı vardır. Adab-ı muaşeret kuralları dendiğinde asıl hatırlamamız gereken, her şeyin bir adabı olduğu. Bana göre adab-ı muaşeret: Söz, tavır ve davranışlardaki inceliktir.
Hayatta kim olmak istediğimiz bence çok önemli. Kim olmak istediğini düşünmemiş bir kişinin herhangi bir kavramı içselleştirmesi ne yazık ki mümkün olmuyor. Sorsak, herkesin bu konuda bir fikri vardır ama çoğu zaman bu fikrin kaynağının başkalarının bizim üzerimizde oluşturduğu amaçlar, hedefler, hayaller olduğunu görürüz. Bir birey olarak kendi isteklerimize, tutkularımıza kafa yormuyoruz ne yazık ki. Kafa yorduğumuzda kendimizle ilgili yüzleşmeler ağır geliyor ve bundan kaçıyoruz.
Nietzche, Klasik Yunan uygarlığının, ölçülü ve huzurlu bir yaşam tarzından beslenmediğini, bu uygarlığın kötü ve içi boş güçlerin damıtılmasıyla yaratıldığını iddia eder ve şunu söyler:
‘Bir halk, bir birey ne denli büyük tutkuların kendisini yönetmesine izin verirse ve bu tutkuları bir araç olarak kullanma yetisine ne denli sahipse, onun kültürü o denli yüksek düzeye ulaşacaktır.’
Kaliteli yaşam için kafa yormayıp, tutkularımızı göz ardı ettiğimiz, kendimizle yüzleşmediğimiz günümüzde, zarafetin uzağından yakınından geçmemiş, Recep İvedik lümpenliği gençliği sarıvermiyor mu?
Zarafetin, sahip olduğumuz bilgi ve kültürü sunma şekli ile ilgili olduğunu düşünürsek zarafet üste giyilen bir kıyafet olmaktan daha öteye gider, daha derin bir tavır olduğu anlaşılır.
Zarafetle yaşamanın amacı, samimiyetle bir şeyleri ortaya koyabilmek, içtenliğimizi karşımızdakine hissettirebilmek değil mi? Adab-ı muaşeret kurallarından söz ederken temelde insan olmanın erdemlerini, kibri ve hırsı azaltmayı, şefkati, sevgiyi, saygıyı, tevazuyu temel almamız gerekmez mi?
Bence, günümüzde çoğu insanın en büyük mutsuzluk kaynağı, nedense olmadıkları gibi davranmak zorunda olduklarını hissetmeleri. Asıl yanılgı burada başlıyor, iyi olmak için çaba sarf edeceğimize iyi görünmek için debelenip duruyoruz. Sonunda dört duvar arasında kendimizle baş başa kaldığımızda kim olduğumuzun farkına varıp bunalıma giriyoruz.
Tarihte ‘playboy’ olarak nitelendirilen erkeklere baktığımızda her birinin bir centilmen olduklarını görürüz. Çok çapkınlar doğru ama centilmenliklerine kimse laf edemez. O mükemmel kadınları tavlamayı da bu centilmenlikleri ile başarmamışlar mı? Yaptıkları doğru ya da yanlış, burada asıl söylemek istediğim onlar da tutkuları doğrultusunda düşünüp centilmenlik tavrını geliştirmişler ve içselleştirmişler.
Sözünü ettiğim kurallar ile sanatın her alanı arasında ilgi kolayca kurulabilir. Bu ilişki kendimizi anlamlandırmakla eşdeğer. Sanat estetik bakışımızı geliştiren, başkalaştıran, sosyal olaylar karşısındaki duruşumuzu belirleyen bir olgu. Örneğin, okur ile selüloz yapraklarından oluşmuş üstü sanat dökülen kelimelerle yazılı kâğıtlar arasındaki bağ benim için çok değerli. Ben dijital ortamlara kolay uyum sağlayan biri değilim, kitabın kokusunu almak ona dokunmak isterim hep. Bu benim tavrım, bir başkasının tavrı da sesli kitap dinlemek olabilir, o da gelişmiş başka bir tavır. Bir sergide tabloları izlemek de bir özel tavır ve birikim gerektirir, bir konser ya da bir oyun izlemek de öyle. Anlatmak istediğim, yaşam içinde her sanat olayına katılmanın bir davranış biçimi ve tavır olduğu, bu davranışın emekle gelişebileceği, bütün bunların bir düzen içinde akması gerektiği.
Tarihçesini araştırdığımızda görgü kurallarının kaynağı Fransa olarak biliniyor. Aristokrat ailelerin toplum içinde daha saygın, belli bir duruş sahibi, seçilmiş davranışlar sergileyen ve halkın daha üstünde bulunan ve halktan farklılaşmış kişiler olma ihtiyacından doğmuş bu kurallar. Burjuvanın ortaya çıkmasıyla beraber de saray adabının bir uzantısı haline gelmiş. Burjuva aileleri de kendilerini saraya daha yakın görüp o adapla hayatlarını sürdürmek isteyince bu kuralları takip etmişler.
Osmanlı saraylarında Teşrifat Nizamnamesi adı altında oluşturulmuş protokoller var. Saraya kabul esasları, harem kuralları, yemek adabı, davet adabı v.b. hepsi yazılmış. Dünya tarihinde görgü kuralları denince Fransa ve İngiltere’den söz edilse de saray dışında aristokrat sınıf olmamasına rağmen Osmanlı’daki ve Anadolu’daki insana saygı, yardımlaşma göz ardı edilemeyecek, örnek alınacak kadar önemli.
Anadolu’da binlerce yıllık geçmişin labirentlerine göz attığımızda insanların, doğal yaşamın içinde saygı, hoşgörü ve tevazu içinde yaşadıkları görülür. Anadolu’da Sevgi ve hoşgörü yaşam düsturu olmuştur. Anadolu’daki halklar her ne kadar aristokrat bir toplum yapısına sahip olmasa da, kimliğini sorgulamış, yaşam felsefesini nezaket üzerine kurmuş bir yapıyı sürdürmüşlerdir. Aslında mirasımız bu denli zarif ve görgülü iken bu mirası günümüze yansıtamamamız ne büyük çelişki.
Günümüzde büyük çoğunlukta zarafet hala yaşıyor ancak son yıllarda dobralık ya da samimiyet kılıfında birbirimizin kişisel alanını ihlal ediyor, saldırıda bulunuyoruz. Çekinmeden birbirimizle ilgili kırıcı yorumlar yapabilme cüretini gösteriyor, bunu da rahatlık sayıyoruz. İşin en kötüsü de bunu normal karşılamaya başladık, kabullendik. Bu yazıyı bu nedenle kaleme almak istedim, bu nedenle öğrencilerime görgü kuralları dersleri vermeye başladım.
Kabalığın ve lümpenliğin popüler sayıldığı günümüzde, zarafetin öne çıkması umuduyla. Çünkü zarafet lüks değil gerekliliktir.