ÜÇ DEVRİM

Bildiğiniz şeyler, ama tekrarlamakta yarar var. Üstelik tekrarlamakla kalmayacağım, ayrıntılara da gireceğim. Mustafa Kemal Atatürk’ün Osmanlı Padişahına, hilafete ve Osmanlı Hükümeti’ne üç ayrı darbesi oldu. Biz bunlara “devrim” diyoruz, ama bazı kitaplar “darbe” kelimesini kullanıyor, olumlu anlamda da olsa. Paşa, bu üç devrimi de büyük bir başarıyla yönetti ve bugün paçasını kurtarmaya çalıştığımız cumhuriyet kuruldu. İlk devrim, 23 Nisan 1920’de ilk Milli Meclis’i toplandı ve İstanbul hükümetini tanımadığını bildirdi. Kolay olmadı elbette. İstanbul hükümeti ve halife köy hocalarını, imamları görevlendirerek tutucu halkı Mustafa Kemal’e karşı ayaklandırdılar. Bütün bu örgütlenmeler yapılırken, Serv anlaşmasının imzalandığı haberi geldi (10 Ağustos 1920). Uzatmayalım, Mustafa Kemal hem Meclis Başkanı seçildi hem de Başkomutan oldu. Sıra gelmişti İstanbul Hükümeti’ne yapılacak ikinci darbeye, yani devrime… Saltanata darbe. Mustafa Kemal, 9 Eyül 1920’de İzmir’deydi. 11 Ekim’de Mudanya mütarekesi imzalandı. Refet paşa 18 Ekim’de İstanbul’a geldi ve hemen İtilaf Devletleri Komiserleriyle görüşerek, Ankara Hükümeti’nin İstanbul Hükümeti’ni tanımadığını bildirdi. 1 Kasım 1922’de bir komisyon toplandı. Komisyonda din ulemalarından biri de vardı. Hemen Kuran’dan, din ideolojisinden, İslam tarihinden sözler etmeye, Kahire ve Bağdat’taki halifelerin tarihini anlatmaya başladı. Mustafa Kemal sabırla dinliyordu. Ansızın yerinden fırlayarak, “Mesele, durumu ve şartları anlamaktan ibarettir,” diye haykırdı. “Burada toplanmış bulunanlar bu ayrılma keyfiyetini tabii karşılarlarsa, her şey yolunda gidecektir. Aksi halde değişmesi imkansız olan karar değiştirilmeyecektir. Bu arada bazı kafaların da feda edilmesi mümkündür…” Kanun kabul edildi ve 624 yıldır aralıksız devam eden Osmanlı Saltanatı böylece sona ermiş oldu. Son Osmanlı Padişahı Altıncı Mehmet Vahdettin bir İngiliz gemisine binerek (kendi isteğiyle elbette) 16 Kasım 1922’de İstanbul’dan ayrıldı. Mustafa Kemal’in ikinci devrimi de başarıyla sonuçlanmıştı. Son devrim hilafetin kaldırılması olacaktı. Bunun için Mustafa Kemal uygun bir zaman bekliyordu ki, beklediği fırsat karşısına çıkıverdi. Hindistan’daki iki İslam şef -her ikisi de uluslararası gizli servis elemanıydı- Ağa Han ve Emir Ali tarafından, İstanbul’daki Halife’yi destekleyen son derece seviyesiz ve saygısız bir mektup Halk Fırkasının ajanları tarafından tüm yurda duyuruldu. Mustafa Kemal mektubu aldığı gibi doğru Meclis’e gitti. Yakın arkadaşlarından birine Ağa Han ve Emir Ali’nin mektubunu Meclis’te okuttuktan sonra kürsüye geçti: “Cumhuriyet,” diye bağırdı . “Milliyetçi, laik ve birleştirici olmalıdır.” Tüm Meclis Mustafa Kemal’i destekliyordu. Bunu fırsat bilen Mustafa Kemal hemen o gece İstanbul Valisi’ni çağırdı ve Halife’nin Millet Meclisi kararından haberdar edilmesi gerektiği kendisine iletildi. Aynı gece Vali ve Emniyet Müdürü saraya giderek Halifeyle görüşmek istediler. Halife uyuyordu. Uyandırıldı. Üç adam sarayın kütüphanesinde bir araya geldiler. Halife dehşet içinde, “Ne var, ne oldu?” diye sordu. “Hilafet ilga edildi efendim,” dedi Vali. “Zatı devletleri sabah gün doğuncaya kadar Türk topraklarını terk etmek zorundadırlar.” Halife şaşkındı, “Nasıl olur,” diye yutkundu. Vali emri tekrarladı. Halife önce itiraz edecek gibi olmuştu. Vatanına ihanet etmemişti, hiçbir suçu yoktu, onu kimse vatanını terke zorlayamazdı. Gitmeyecekti. Vali anlayışlı bir biçimde başını salladı, “gitmeniz gerekiyor,” dedi. Aynı anda kapıda bekleyen askerlere baktı. İşte o an, uzun yıllar Osmanlı hanedanı prenslerinden Abdülmecid olarak yaşayan, sessizce, sarayda konforlu dairesinde zaman öldüren, sonra günün birinde odasından İslam’ın Halifesi olarak çıkan bu orta yaşlı, sessiz, yumuşak huylu adam korku içinde başına gelenleri izliyordu. Gün doğmadan, Şark Ekspresi, İstanbul banliyölerinden birindeki küçük bir istasyonda dudu, Halife’yi aldı ve götürdü… Üçüncü devrim de başarılmıştı… “Darbe! Darbeciler!” diye k.çını yırtanlara ithaf olunur. Kimi tarih kitapları bu gerçekleştirilen üç olguya olumlu anlamda “darbe” derken, kimi kitaplar “devrim” demeyi yeğlemiştir. Kavramların ve sözlerin içi öylesine boşaltıldı, öylesine kişiliksizleştirildi ki, kullandığınız kelimeyi olumlu anlamda da kullansanız, dünyanın en “lastikli” dili sayılan Türkçede bunu açıklamak için bir yığın laf kalabalığı etmek zorunda kalabilirsiniz. Kemal Kılıçdaroğlu gibi mesela…

Bunları da sevebilirsiniz