Hayat, birbirine bazen benzeyen ancak bazen de hiç benzemeyen irili ufaklı, boyutlu boyutsuz, önemli önemsiz bir çok parçadan oluşan karmaşık bir yapı. Kolaylıkla tahmin edilebileceği üzere az sayıda parçanın farkında olmak, benliğimizde ve çevremizde, bütün ile ilgili herhangi bir farkındalık oluşturmakta yetersiz kalıyor.
Peki ya bütünden zaten haberimiz yoksa, elimize geçen parçaları tanıyamıyorsak, parçalara uygun şekilde müdahale etmek için mutlaka örneklere ihtiyaç duyuyorsak?
Evet, ne bütünden ne parçalarından ne de hangi parçaya nasıl davranacağımızdan haberimiz var. Parçanın parça olduğunu dahi bilmiyoruz. Çevremizdeki çoğu insan gibi hatta maymunlar gibi sadece taklit ediyoruz. Parçaları gözlerimiz açık olmasına rağmen göremiyoruz, dokunuyor ancak hissedemiyoruz.
Türkiye’de eğitim üzerine düşünecek birinin aklına gelecek ilk ve temel meselelerden biri “ezberci eğitim” sorunu. Yaygınlaşmış ve bayağılaşmış bu sorun üzerine ne kadar yazılıp çizildiyse de bu sorunun eklektik bir düzlemde ele alınması nedeniyle üzerinde daha çok uzun zaman çalışmamız ve çözüm yolları aramamız gerekecek gibi görünüyor. Bu yazıda, sorunun temellerinde yatan ve eksikliğinin farkına ancak biçimsel bir düzlemde varabileceğimiz bir boyuta, sorunun kavramsallaştırma boyutuna değineceğiz. Türkiye’de varlığından haberdar olmamıza rağmen çözümü konusunda karamsar ve çaresiz gibi gözüktüğümüz bu sorunu çözmeye aday olası bir yöntemin temelinin nasıl bir dizgesi olması gerektiğini önereceğiz.
Kavramsallaştırma kelimesi tanım gereği bir soyutlamadır. Ancak aranacak şey, salt bir soyutlamadan öte, bilginin biçimsel bir dizgesinin yapıtaşı olması gereken bir soyutlama olmalıdır. Eğitimde, ezbercilik sorununa karşı ele alınması gereken temel nokta, kavramsallaştırmanın bu biçimsel dizgenin yapıtaşı olmaya en uygun yöntem olduğudur. Burada bir noktaya dikkat çekmemiz gerekiyor. Kavramsallaştırma adımlarında başlangıç olarak temel kavramların edinilmesi sırasında hafızanın gerekliliğini kesinlikle reddedemeyiz. En basit anlamıyla indirgenemeyecek kavramlar hakkında tanım bilgileri ve temel çıkarım bilgileri hafızaya yerleştirilemezse daha başlangıç noktasından itibaren ilerleyemeyeceğimiz açıktır.
Kavramsallaştırmayı incelerken iki farklı dereceli düzlemden bahsedersek nesneler ve kavramlar arasındaki ayrımı daha kapsamlı ve yetkin bir şekilde ortaya koyabiliriz. Birinci derecedeki düzlem, bu dünya hakkında durumların bütünsel olarak yer aldığı ve bilgileri gözlemlediğimiz ve çıkarsadığımız olguların nesnelerinden oluşur. Bu çıkarım iki kategoride tümdengelimsel ya da tümevarımsal şekilde gerçekleşir. Bilgiye erişmede ve bilgiyi çıkarsamada, ezbercilikle arasındaki fark işte tam da bu noktada yatıyor. Bu dizgeyi oluşturan nesnelere yüklediğimiz belirli kavramsal niteliklerden soyutlama aracılığıyla ikinci derecedeki bir düzleme geçirilebilir. Bu düzlem kavramlar arasındaki ilişkilerden ve bağıntılardan oluşur. Bir bakıma kavramlar üzerine kavramsallaştırmanın gerçekleştiği bir boyuttur. Elde ettiğimiz bilgilerin yorumlanması ve ardından bir bakıma evrenselleştirilmesinin sonucu olarak, özgün süreçlerden erişebileceğimiz yeni bilginin niteliğinin ve niceliğinin arttığını göreceğiz.
Sadece önce korkularımızla yüzleşmeliyiz.
İlklerden ölesiye korkuyoruz. Çünkü ilk demek örnek alınacak hiç bir şeyin olmaması demektir. Bu durumun aslında şimdiye kadar olan yanlışı fark etmek ve onu değiştirmek için karşımıza çıkan bir fırsat olduğunu asla fark etmiyoruz. Bunun yerine zaten bildiğimizi yapıp ilke en yakın geçmiş örneği kendimize referans alıyoruz. Ortaya çıkan bu ilk ürün hatalarla dolu. Ancak herkes bizi tebrik ediyor, biz de kendimizle gurur duyuyoruz. Çünkü bir ilki başardık. Kimse yapmamıştı, doğru olmasa da biz yaptık. Birisi zar zor duyulan bir sesle bizi uyarıyor, yanlışlarımızı söylüyor. Onu emeğe saygı göstermemekle suçluyoruz. Artık iyi niyetli uyarıcı da kendisinin saygısız olduğunu düşünmeye başlıyor ve sesinin şiddetini daha da azaltıyor.
Her şeyin bütün haline gelmemesi bizi huzursuz ediyor. Ancak bu huzursuzluğun sebebini bulamıyoruz. Bütün bir türlü gelemiyor aklımıza, bir sürü şey biliyoruz, bir sürü ezber yapmışız, ancak bir türlü anımsayamıyoruz. Zaman geçtikçe elimize daha çok parça geçiyor. Hoşumuza gidenleri saklarken pek hoşlanmadıklarımız başkalarına veriyoruz. Kendi hayatımız içinde aslında hiç bir zaman yaşayamadan kendi sonumuza doğru sürükleniyoruz. Denize atılmış plastik şişeler gibi umarsızca batmayı diliyoruz.