Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxvııı-

Öncelikle bu denemenin bir öncekinin doğrudan devamı olduğundan, ikisinin birlikte okunmasının son derece yararlı olacağını belirterek yazıya başlamak istiyorum.

Önceki denemede de belirtildiği gibi, tarihsel paradigma lar için ipuçlarına tümevarımsal yolla ulaşmak için bunu, sosyal davranışlar olgusu bağlamı nda kalınarak, incelenecek coğrafya ya yabancı kültür lerden gelen gezginlerin ev sahibi-konuk teması esnasında karşılaştığı çelişki yüklü örnek-olay lardan hareket ile yapmak gerekir.

Ayrıca gene konunun bu kapsamda yapılanın bir Doğu-Batı kıyası olmasından ötürü, oksidental ve oryantal dikotomik çift kimliği dikkate alınarak iki toplum un genel toplumsal davranış kategorileri, yani anlayışları çerçevesindeki kavramlar düzeyi nde de irdelenmesi gerekir. Ancak konunun bu yönü bu denemede ele alınmayacaktır,

Gene bu yolu izleyen incelemeler in, tarih bilinci nin de ötesinde, yerküre deki bölgesel-etnik kimlikleri temsil eden genel bilinç yapıları bağlamındaki sosyal paradigmik ilke lere yönelik ipuçlarını da ortaya koyabileceğini gelinen bu noktada vurgulamadan geçmek istemiyorum.

***

Bu denemeye kaynak sağlaması bakımından benimsediğim, Osmanlı gezileri edebiyatı kapsamında önemli yeri olan iki kitap ve yazarları nı tanıtmak istiyorum. Yazarlar, Fransız ve Macar kökenli gezginler olup Orta ve Batı Avrupalı ve entelektüel niteliği olan kişilerdir.

İlk kitab ın yazarı, yardımcısı ile birlikte 1830 Yazı nda da İzmir ’e gelip oradan deniz yoluyla Kuzeybatı Anadolu sahil şeridi yerleşimlerini ve ardından İstanbul ’u ziyaret eden J . F . Michaud ’ur (1).

Kendisi kitapta, geziyi yapmadaki açık amacını Haçlılar ın yolundan giderek Batı Anadolu kıyısındaki sitler ve özellikle de Homer ’in Truva’s ında amatörce arkeolojik keşifler yapmak olduğunu belirtmektedir.

Öte yandan yapılan okumadan anlaşılan o ki, Michaud ’nun bir de örtülü amac ı bulunmaktadır. Bu da, O ’nu hayal kırıklığına uğratmış olsa da Batı ’nın üzerine titrediği, yeni kazanılmış Yunan Bağımsızlığı ’nı yerinde görerek otantik şekilde “kutlama sını” yapmaktır.

İkinci kitap, bu tarihten yaklaşık bir asır sonra Osmanlı İmparatorluğu ’nun asli tebaası olan Müslüman-Türk Anadolu insanını yerinde görmek amacı ile Orta Anadolu ’yu ziyaret eden Macar bilim ve siyasetçisi Dr. Bela Horvath ’a aittir (2).

Horvath ’ın İttidad Terakki Fırkası iktidarı dönemine rastlayan 1913 Yazı nda yaptığı bu zorlu gezinin hedefi Michaud ’dan tümüyle farklı olarak doğrudan Orta Anadolu insanının durumunu inceleyerek Osmanlı ’nın Müslüman Türk tebaası hakkında bir görüş sahibi olmaktır. O dönemlerde, Turancılık doğrultusunda gelişme gösteren Osmanlı-Macar ilişkilerinin bir türevi olarak ortaya çıkarak şekillenmiş olan bu gezinin tarih açısından önemi, İmparatorluğ un son döneminde asli tebaa nın durumunu tüm çıplaklığı ile yansız bir şekilde ele almış olmasındandır. Bu önemli gezinin anılarının yayımlanması, dünyada hüküm süren küresel olaylar ın olumsuz etkisi ile ziyaret ardından olamamış, üstünden geçen uzun bir süre sonrasında nihayet 1929 yılında Macarca olarak gerçekleştirilebilmiştir.

Tarihsel paradigmik ilkeler için kronolojik süreçte çok az değişen sosyal değerler in ortaya koyduğu hususların esas alınması gerektiğinden, ilkelere ipucu olabilecek olay ve olgular olarak her iki gezginin de yüz yıl ara ile ortaklaşa gözlediği ayni veya benzer görüşleri dikkate alınarak çıkarsamalarda bulunulacaktır.

***

Her iki gezgin de yerli halkla olan temaslarında emik (yani incelenen insan kültürünü incelenenin dünyaya bakışına göre değerlendirmek) değil de, etik olan (yani incelenen insan kültürünü inceleyenin dünyaya bakışına göre değerlendirmek) bir bakış açısını temel almış olmakla antropoloji nin günümüzdeki izlediğinden farklı bir yol izlemiştir. Hal böyle olunca da bu temaslardan gezginlerin her iki kültür bağlamında o zamanlar çıkarılabileceği faydalı sonuçlar asgari düzeyde kalmıştır.

Gene her iki gezginde de ortak olan diğer bir yönse, azınlıktaki eski etnik gruplara göre Osmanlı ’nın Müslüman Türk tebaanın maddi , mesleki, teknik ve kültürel bakımdan ne denli geri kalmış oldukları yönündeki bariz gözlemlerdir.

Ayrıca her iki gezgin de yaptıkları çeşitli temaslarda oluşan, Türk toplumunun durgun bir karaktere ve değişime kapalı bir zihniyete sahip olduğu şeklindeki görüşlerini defalarca ve bıkmasızın ortaya koymuştur.

***

İşte bu gözlemler doğrultusunda Türk toplumunun bu geri kalmışlık durumunun, Batılı ya kıyasla kentsel yerleşikleşme sürecine çok geç başlamasından ileri geldiğini söyleyebiliriz. Batı için Tunç Çağı ile beş bin yıl önce başlayan kentselleşme sürecine Orta Asya bozkırlarının göçer toplumu halklarının katılımı ancak üç bin yıl lık bir gecikme ile olabilmiştir.

Hal böyle olunca, Müslüman Türk ahali , hızlı , rasyonel, uyarıcı ve monden kentsel yaşam ının getirilerine sahip olamama veya olunsa bile çok geç kalınmış olunmasından ötürü edinilmiş olan durgun karakter ve değişime kapalılık sonucu Osmanlı üşlesinin eskil (kadim) kentsel tebaa sına kıyasla geri kalmışlık açığıbin yıllık birlikteliğe rağmen bir türlü kapatamamıştır.

Kaynaklar

  1. Michaud, J.F.- J.J.F. Poujoulat. İzmir’den İstanbul’a Batı Anadolu 1830, Say Yayınları, 2015.

  2. Horvath, B. Anadolu 1913, Tarih Vakfı Yurt Yayınları,1997.





Bunları da sevebilirsiniz