“Tüm dünyada kadına yönelik şiddet sınıf, etnik köken, din, coğrafya ve kültür farklılıklarından bağımsız olarak toplumun her kesiminde görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) 2010 verilerine göre, dünya genelinde her 3 kadından birinin hayatında en az bir kere şiddete maruz kaldığı tahmin edilmektedir. Bu denli yaygın ve sistematik bir sorunun bir seferlik, tesadüfî, istisnai ya da geçici olmadığı da bilinmektedir. Yapılan araştırmalar Türkiye’de her beş kadından ikisinin fiziksel şiddet mağduru olduğunu göstermektedir. 2008 yılında Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM)’nün Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet başlıklı araştırma sonuçlarına göre, kadınların fiziksel veya cinsel şiddete birlikte maruz kalma yüzdesi % 41.9 u bulmaktadır. Şiddet uygulayanlar çoğu zaman tanıdık kişiler olabilmekte; kocalar, babalar, erkek kardeşler ya da akrabalık ilişkileri bulunan diğer aile bireyleri kadınlara şiddet uygulayabilmektedir.”1
Tüm bu verilere dayanarak ülkemizde ve dünyada “kadına yönelik şiddetin” temel bir sorun olduğu açıktır. Bu nedenle şiddetin oluşum sürecine baktığımızda ataerkil sistemin aile-toplum-devlet üçgeninde kadının etrafını sarmasıyla ortaya çıktığını görmekteyiz. Aşağıdaki her örnek, kadına yönelik ayrımcılığın bir şeklini ve ataerkil sistemin belirli bir yönünü temsil etmektedir:
“Duydum ki ben doğduğumda ailem üzülmüş. Onlar bir oğlan istiyorlarmış.” (Erkek çocuk tercihi)
“Erkek kardeşlerim yiyecek isteyebilir, ellerini uzatıp ne dilerlerse alabilirlerdi. Bize ise, verilinceye kadar beklememiz söylenirdi. Kız kardeşlerim ve annem geriye ne kalırsa onunla idare etmek zorundaydık.” (Yiyecek dağılımında kız çocuklara karşı ayrımcılık)
“Anneme ev işlerinde yardım etmek zorundayım, erkek kardeşlerimin böyle bir zorunluluğu yok.” (Kadınlar ve kız çocuklar üzerindeki ev iş yükü)
“Okula gitmek başlı başına bir mücadeleydi. Babam, biz kızların okula gitmesini gerekli görmüyordu.” (Kız çocuklar için eğitim fırsatlarının olmayışı)
“Arkadaşlarla buluşmak ya da oyun oynamak için dışarıya çıkamazdım.”
“Erkek kardeşlerim istedikleri zaman eve gelirler ama benim hava kararmadan evde olmam gerek.” (Kız çocukların kısıtlanması ve hareket özgürlüğünün olmayışı)
“Babam sık sık anneme şiddet uygulardı” (Koca-dayağı)
“Erkek kardeşlerim babamdan daha kötü. Benim herhangi bir oğlanla konuşmamı istemiyorlar.” (Kadınlar ve kız çocuklar üzerindeki eril denetim)
“Patronumun isteklerine razı gelmediğim için işimden atıldım.” (İşyerinde cinsel taciz)
“Babamın mülkiyetinde benim payım yok. Kocamın mülkiyeti de benim değil. Aslında, “Benim” diyebileceğim bir evim yok.” (Kadınların miras veya mülkiyet haklarının olmayışı)
“Bedenimi, ne zaman isterse kocama sunmak zorundayım. Benim söz hakkım yok. Sevişmekten korkuyorum, hoşuma gitmiyor.” (Kadının bedeni ve cinselliği üzerindeki eril denetim)
“Kocamın aile planlaması yöntemlerini uygulamasını istedim ama o reddetti. Kürtaj olmama da izin vermedi.” (Doğurganlık üzerinde denetim ve doğurganlık haklarına sahip olmamak)
Yüzyıllardır kadınlar tüm bu alanlarda ayrımcı uygulama ve söylemlere maruz kalmaktadırlar. Çünkü bu sayede baskı altında tutulan kitle (kadın) ile erkek egemen toplumun devamı sağlanarak, iktidar meşrulaştırılmaktadır. Son olarak gündemdeki ‘şort meselesine’ baktığımızda, kadın bedeni üzerindeki kontrol mekanizmasının yani toplum baskısının bir başka korkunç örneğiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bana göre, İstanbul’da bir halk otobüsünde hemşire A.T.’ye şort giydiği için tekme atan Abdullah Çakıroğlu’nun eylemi bir nefret suçudur. Kadınların giyim, kuşam ve davranışları gelenek-görenek, norm, toplumsal değerler vb. bahaneleri ardına gizlenerek yargılanamaz. Bu yargılama şekli insan hakları ve temel özgürlüklerin korunmasına tamamen aykırıdır. Olayın ardından özellikle kadın örgütlerinin sürecin takipçisi olması yargı sürecinde etkili olmuş ve İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Çakıroğlu’nun ‘inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engellemek’, ‘halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılamak’, ‘kasten yaralama’ ve ‘hakaret’ suçlarından cezalandırılması istenmiştir. Ancak bu öfkemizi dindirmemektedir. Çünkü bu basit bir şort meselesi değildir. Sistematik olarak sürdürülen baskı ve kontrol mekanizmasının eseridir. Bu nedenle bir çok ilde kadınlar, şortlarını giyerek katıldıkları eylemlerde seslerini duyurmaya çalışıyor ve hem bu olayı yaşayan hemşire A.T.’ye hem de tüm kadınlara desteklerini sürdürüyorlar.
Av. Candan DUMRUL, Av. Huriye KARABACAK DANACI, Kadın ve Kız Çocuklarına Karşı İşlenen Cinsel Şiddet Suçlarında Cezasızlık Sorunu Raporu
Kamla Bhasin, ATAERKİL SİSTEM-Erkeklerin Dünyasında Yaşamak, KADAV Yayınları, 2014, s.9-10