Ortaçağı geride bırakan insanlık yeniçağla birlikte eriştiği teknolojik olanaklarla uzaklara yelken açmaya başladı. Yeni anakaralar keşfedilirken, o anakaralarda gereksinilen insan kaynağı Afrika’dan karşılandı. Azımsanmayacak bölümü taşıma sırasında yitirilen kara derili insan kardeşlerimizin adlarının önüne Yeni Dünya’da köle sıfatı kondu. İngiltere ve Fransa gibi emperyalist öncüler bu doğrultuda epeyce yol aldı.
Emperyal heveslisi olmada İngiltere ve Fransa yalnız değildi. Gecikmeyle de olsa Alman İmparatorluğu sahneye çıktı. XX yüzyılın başında ben de varım dedi! Alman İmparatorluğu, köleliğin ve köleciliğin sürdürülemez olduğu dönemde ortaya çıktığı için artık insan kaynağı kadar, doğal kaynağın gözde olduğu sürece girilmişti.
El değmemiş Afrika, insanı için değil de doğal kaynağı için paylaşım konusu olmaya başladı. Varsıl doğal kaynakları olan Afrika anakarasını teslim almada İncil işe yarasa da her koşulda yeterli olmadı. Bu durumda toprakların gerçek sahiplerinin yok edilmesi gerekti. Alman kolonileşmesinin Kamerun’da, Namibya’da ve Doğu Afrika kıyılarında bıraktığı izler kolaylıkla insanlık tarihinin utanç sayfaları olarak nitelenebilir.
Bilindiği gibi, “soykırım” kavramı Nazilerin II. Dünya Savaşı sırasında kurduğu toplama ve ölüm kamplarında yaptıklarından sonra ortaya çıkmış ve uluslararası kabul görmüştür. Bu nedenle Naziler öncesindeki hiçbir olaya “soykırım” nitelemesi yapılmamıştır. Yapılamaz da!
Ancak, Alman Emperyalizmi’nin Afrika’da gerçekleştirdiği ve çok da iyi bilinmeyen etkinliklerin Nazilerce gerçekleştirilen “soykırım”ın önsözünü yazdığının altını çizmek yanlış olmayacaktır. Hak ettiği ilgiden yoksun kalan tarihin bu sayfasına biraz olsun odaklanmakta yarar var.
Almanların Afrika’ya ilk adım atışı ticari içeriklidir ve 1850-1860 yıllarına rastlar. Ancak, Almanların Afrika’daki kolonileşme etkinliklerinin diğerlerinden çok önemli bir farkı olduğu da unutulmamalıdır. XX. yüzyıla girilirken Almanlar tıp alanında önemli başarılara imza atmaya başladılar. Pastör’den sonra Alman Robert Koch bakteriyolojinin başat kişisi olarak öne çıktı. Emil von Behring tetanus ve difteri antitoksinlerini geliştirirken Fritz Schaudinn ve Erich Hoffmann frengiye neden olan mikroorganizmayı buldular. Paul Ehrlich ise frenginin tedavisinde kullanılan ilacı geliştirerek taçlandırdı bu parlak dönemi. Aynı yıllarda bu parlak başarıları gölgeleyecek karanlık gelişmeler de yaşanmaktaydı Alman tıp bilimi alanında. Homo sapiens’in şu ya da bu şekilde homojen bir soy olmadığı görüşleri seslendirilir oldu.
Emperyalistlerin ayrımsız tümü Afrika’nın doğal kaynaklarına göz dikmişti. Almanlar bu ortak anlayışa Sosyal Darvincilik bağlamında ırk ayrımcılığını ekleyerek sonraki yıllarda insanlığın başını epeyce ağrıtacak bir sürecin yolunu açtılar. Buna göre siyah derililer beyazlara ve elbette Ari ırka göre daha düşük nitelikliydiler. Siyahların varlığı üstün ırkın yücelmesinin ve hak ettiği düzeye ulaşmasının önünde önemli engeldi. Bu kutsal ve son derece “bilimsel” gerekçe kara kıta Afrika’daki Alman vahşetinin biricik dayanağı olacaktı.
Bu paradigmanın güç kazanmasıyla birlikte öjenik işbaşına geçti. Kuşkusuz anlamı ve önemi olan bir bilim kolu olan öjenik ırk hijyenine yöneltilince ortaya çıkan gelişmeler insanlığın belleğine kazınmıştır. Öjeniğin kendi alanına dönmesi ancak acı deneyimler sonrasında söz konusu olabildi.
Bu arada, yerli Hereroların Alman kolonicilere başkaldırmasını izleyerek bölgeye gönderilen Alman General Adrian Dietrich Lothar von Trotha adını bir kenara not etmekte yarar var. Alman General Hererolarla başa çıkabilmek için akla gelebilecek en kötü yolu seçti. O yıllarda henüz tanımlanmamış olsa da sonraki tanıma bire bir uyan bir soykırımdı Alman eliyle Afrika’da uygulanan. Trotha’nın şu sözleri olan bitenlerle ilgili yeterince fikir verecektir. “Böyle bir halkın tümüyle yok edilmesi gerektiği kanısındayım!”
Afrikalı kara yazgısından ölmekle de kurtulamıyordu. Ortadan kaldırılanların kafatasları Almanya’ya gönderilerek incelenecekti. Başka deyişle önce hüküm kurulup, infazlar gerçekleştirilecek dayanaklar ise onu izleyerek oluşturulacaktı. Kafataslarının dokulardan cam kırıkları kullanılarak arındırılması işi kadın tutsaklara yaptırılarak kıtada izi silinmez derin acıların oluşturulması bu kez farklı bir yolla sürdürülmüş oldu.
Afrika’da kendisine uygulama alanı bulan ırk hijyeni anlayışının atanı vuran silah olan bumerang gibi tasarlandığı yere, Avrupa’ya geri dönüp bu kez Avrupalıları vuracağını o yıllarda kimseler kestiremezdi. Oysa Avrupalı olup Ari ırktan sayılmayanların tümünün deri rengi beyazdı. Bir kötülüğün fitili ateşlendiğinde işin nereye varacağının kestirilemeyeceğine trajik bir örnektir ırk hijyeni oluşturma hastalığı.
Her ne kadar Afrika emperyalistlerce paylaşılmış görünse de paylaşım tamamlanmış sayılmazdı. Birinci Dünya (paylaşım) Savaşı’nın kapıya dayanması bu görüşü doğrulamaktaydı.
Kara anakaranın kara yazgılı insanlarını farklı serüvenler beklemekteydi. Kendi topraklarında ölmek bile çok görülmüştü onlara savaşın patlamasıyla. İki milyonu aşkın Afrikalı bu kez Avrupa’ya götürüldü. Belki doğrudan köle olarak değil ama çok daha kötü bir konumda. Yeni görevleri saldırıya en açık cephelerde, mekânlarda konuşlandırılmak ve bunun doğal sonucu olarak ölmekti. Savaş araçlarının saçtığı ölümden canlarını kurtarabilenler yaşamaya alıştıkları ortamdan uzaklaşmaları ve yeni ortamda hastalıklara duyarlılaşmaları nedeniyle dünya değiştirdiler. Savaşta hamallıkla görevlendirilen Afrikalıların beşte biri yaşamlarını yitirdiler.
Yine Afrika’ya dönecek olursak, vicdan sahibi olduğu anlaşılan Afrika Güneybatısında görevli bir Alman doktorun şu sözleri yaşanan vahşetin anlaşılmasına yardımcı olabilir. “Arkamızda yakılmış, yıkılmış tarlalar, yağmalanmış ambarlar ve yakın gelecekte yaşanması kaçınılmaz bir açlık bırakmaktayız.”
Homo Sapiens’in homojen bir canlı türü olmadığını “bilimsel(!)” dayanaklarla bezeyenlerin benzer anlayışı küçük bir uyarlamayla Avrupa’ya uygulamasında şaşırılacak bir durum yoktu kuşkusuz.
Değerli okur!
Bu köşede daha önce yayımlanmış olanlarla karşılaştırıldığında daha uzun bir yazı okutmuş oldum sizlere.
Ama emperyalizm gerçeğine gözlerini kapatmış, Amerikan bayraklı sözde devrimlere alkış tutan ve daha da kötüsü kendilerine solcu yaftası yapıştıranların insan içine çıkabildiği ülkemizde emperyalizmin kirli çamaşırlarını fırsat olduğunca anımsatmaktan kaçınmamak gerek diye düşündüm.
Okuma önerisi:
“Uygarlık: Batı ve Ötekiler”, Niall FERGUSON, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
Yazar kitapta uygarlığın beşiği olarak emperyalist batıyı gösteriyor. Bu yanıyla küstahlığa varabilecek ifadeleri de var. Ancak, emperyalizm gerçeğinin farkındalığıyla okunduğunda son derece yararlı bilgiler verdiği de bir gerçek.