2012 PISA testlerinde Türk öğrencilerin okuma becerilerinin düzeyi gözler önüne serilmiştir: En iyi seviye olan 6. Seviyede neredeyse yüzde 0; 5. Seviyede yüzde 2’den biraz fazla; Yüzde 30’u 3. Seviyede; yine yüzde 30’u 2. Seviyede; Yüzde 22’si 1. Seviyede ve daha altında. İşin ilginci, bu teste tabi tutulan ülkelerde Türkiye’nin, Türkçe eğitim-öğretime harcadığı süreyle belki de rekortmen olmasıdır. İlkokul birinci sınıftan üniversitedeki “Türk Dili ve Edebiyatı” adı verilen rektörlüklere bağlı açılan derslere dek 13 yıl Türkçe dersleri verilmektedir ülkemizde.
Türkçe dersleri kapsamında uzun yıllar, demode ve ilkel bir terminolojiyle de olsa gramer dersleri verilmektedir. Bu dersler içerik açısından o derece yoğundur ki Türk öğrencilerin matematikten sonra korktukları ikinci ders Türkçe gramer dersleri olmuştur. Dahası, gramer dersleri kapsamının dışındaki derslerde de söz sanatları, edebiyat tarihi, edebi türler, vb. konular işlenmektedir.
Türkçe kullanımına en yakın dersler, Türkçe kompozisyon dersleri ile Türkçe okuma-anlama becerilerinin önemli bir yer tuttuğu sosyal derslerdir. Ne var ki, Türkçe kompozisyon dersleriyse, Türkçe düşündüğünü ifade etme, yazı yazma sayesinde düşüncelerde netleşme, dileğini, deneyimini aktarabilme becerilerinden çok öğretmenlerin dayattığı ve biçiminin mantığı sunulmadan öğrenciye ezberletilen bir şablona uyuyor gibi yapma pratiğini geliştirmeye yaramaktadır. Başına gelenleri, aklında oluşan soruları, dilek ve arzularını, okuduklarını aktarma becerisini geliştirme yönünde hiçbir işe yaramadığı ortaya çıkan sonuçlarla saptanabilen bu durumu değiştirmek için herhangi bir çabaya girişilmiş de değil. Türkçe yazma pratiğine girilmedikçe, anlama ve okuma becerisi gelişememekte, dilbilgisi kuru ve anlamsız gramer kurallarıymış gibi sunulmakta ve sonuç olarak Türkçe kullanımda yerinde sayılmaktadır.
Dilbilgisi, gramer ve bu konularla ilgili derslerin diğer içerikleri esasında kişinin düşünce ve duygularını diğer kişilere aktarabilme ve onların aktardıklarını anlayabilmeleri için gereklidir. Ne var ki, bu hedefe yaklaşmanın henüz çok uzağındayız. Türkçe kullanımında gelişememenin bedeli de düşüncelerini kağıda dökememek ve en nihayetinde kağıda dökülemeyen düşüncelerin yavaş yavaş silikleşmesi, bozulması, silinmesi, iç içe geçmesi ve iletişimin basit bir taklit oyununa dönüşmesi olmaktadır.
Yabancı dilde eğitim yapan kurumların “academic writing”, “writing skills” adlarıyla ağırlık verdikleri yazı yazma becerisini geliştiren, düşüncenin açık ve net bir şekilde ifade edilmesini, hatta kişinin kendi iç sesini daha net duyabilmesini sağlayan derslere öykünmek şöyle dursun, bu türden derslerin içeriğinin önemi gözardı edilmekte ve mesele nesillerin beceriksizliğine yahut başka konulardaki aşırı yeteneğine indirgenmektedir. Akademik yazım, hatta eskiden milli eğitim müfredatında daha sıkı uygulanan dilekçe ve mektup yazma öğretimi dersleri, kanımca, önemini ve gerekliliğini korumaktadır. Aksi takdirde düşünce ve duygularını ifade edemeyen ve giderek ifade edemediği bu düşünce ve duyguları üretememeye ve onları fark etmemeye başlayan bir gençlik toplum için büyük bir tehlike oluşturacaktır.
Bırakınız zevkleri ve renkleri tartışmayı, en yakıcı önemdeki konular hakkında düşünce oluşturamayan, düşünce oluşturmak için gerekli metinleri bulamayan, bu metinleri okuyamayan, anlamadıklarını soramayan, bilmediğinin fark etmeyen ve öğrenmek istediğini soru biçimine sokamayan bir kitle, düşüncenin içerisine işleyemediği gizemli bir kabuk örmektedir etrafına.
Artık Türkçe sadece bir eğitim-öğretim sorunu değildir. Bir güvenlik sorunudur da. Saçma sapan söylemlerin peşinden gitmenin, akıllı telefonların anlık seslerinin etkisiyle aptala dönmenin, 140 karakterin ötesinde metinsel bir anlam ilişkisi kuramayan, kendi anadilinde kitap ve gazete okuyamayan, anlamadıklarını soramayan bir neslin kendisi hem demokrasi için hem de ulusal birlik için bir tehdittir. Ulusal birlik için birliğin kurulabileceği bir iletişim zemini gereklidir ve bu zemin sözünü ettiğimiz nesil açısından şimdilik anlamsızdır. Demokrasi içinse demos’un anlamsal aktarımda bulunabileceği, açık fikirlilikle tartışabileceği bir dil-anlam dünyası gerekmektedir. Görünen o ki her ikisinden de yoksunuz ve dilimiz, dil varlığımız taşıyıcılarından bu şekilde koptukça tehdit altındadır.
Acilen Türkçe kendini ifade etme ve Türkçe yazılmış metinleri anlama becerisini geliştirmenin yollarını aramalıyız. Bunun için de bir an evvel Türkçe yazma, kompozisyon yazma, dilekçe yazma, mektup yazma, hatta resmi e-posta yazma, Türkçe konuşma (artikülasyon açısından değil yalnızca), özetleme, soru sorma eğitimi verilmelidir. Gördüğünü, duyumsadığını, deneyimlediğini betimleme, betimlenen yer ve olayı zihinde canlandırma ve anlamanın kesintiye uğradığı konu ve önermeler hakkında soru sorabilme becerisi kazandırılmalıdır öğrencilere. Bunun için minimalist bir Türkçe eğitim-öğretim müfredatı oluşturulmalı; Türkçe’nin AB kurumlarının AB dillerine özgü belirlediği A1, A2, B1, B2, C1 ve C2 düzeylerine uygun olarak standartlaştırılması, sınavlarımızın bu düzeyleri ölçmeye uygun hale getirilmesi, öğretmenlerin asgari C2 düzeyinden seçilmesi ve en azından ortaöğretim süresince (merkezi sınavlar hariç) çoktan seçme usulü sınav yöntemleri terk edilmelidir. Dahası, anaokulundan itibaren yabancı dil öğretimi verilerek, öğrencilerin diller arası mukayese yapmaları, dil farkındalıklarını geliştirmeleri sağlanmalıdır.