Türkiye’de muhalefetin seçenek yaratamadığından ve bu nedenle geleceğimizin karanlık olduğundan bahsediliyor. Oysa ülkemizde belki de ilk kez bu kadar çok seçenek var. Hepsi de ip gibi diziliyor seçmenin karşısına. Bir baştan bir başa hemen her görüş var: İslamcı, Muhafazakar, Demokrat, Liberal, Atatürkçü, Milliyetçi/Ulusalcı, Kürtçü, Kürt İslamcı, Amerikancı, Avrasyacı, Sosyalist, Komünist… Siyasal yelpazenin hemen her tonu karşımızda. Normalde böyle bir çeşitlilik sadece sol içinde olurdu: Sovyet yanlısı, Çin yanlısı, Arnavutluk yanlısı, Hindistan yanlısı vb. O kadar ki iktidara geldikten sonra anaokulu nasıl olsun diye bir sorsanız birkaç fraksiyon daha çıkacak gibiydi. Sovyetlerin, Çin’in, Arnavutluk’un dahi haberinin olmadığı bir çeşitlilik baş göstermişti. Şimdiyse gerekli gereksiz her türden renk var. Ne güzel! İroni yapmıyorum. Gerçekten de ne güzel! Artık hiçbir “entel”, “benim fikirlerimi temsil eden bir parti yok” geyiğine sarılamaz herhalde.
Durum medyada da pek farklı sayılmaz. Sosyal medyanın da gelişmesiyle hemen her görüş için bir kanal, bir mecra mevcut artık. Hemen her ses kendine bir yer bulabiliyor. Geniş imkanlara sahip bazı mecralarda inanılmaz bir tekbiçimlilik olsa da sosyal medya sayesinde bu durum bile katlanır oluyor. Yoksa kadın hakları veya kadına şiddet konulu programlardaki testosteron düzeyi insanı çileden çıkarırdı. Neyse ki bu hormonal bombardımandan bıkanların kaçabileceği mecralar mevcut.
Asıl seçeneksizlik başka yerde kanımca. Esas seçeneksizlik düşünsel alanda. Özellikle de muhalefet blokunda… Çağdaş bir ülkede muhalefet hattındaki insanların düşünceleriyle muhalefet partilerine yön vermesi, onları aşması beklenir. Oysa ülkemizde mürekkep yalamışlarımız muhalefet partilerinin pek gerisinde. Düşünce özgürlüğü söz konusu olduğunda düşünürlerimiz, aydınlarımız muhalefetin gerisine düşüyor. Konu ekonomi olunca partilerimize dişe dokunur bir eleştiri getireni mumla arıyoruz. Komplo teorilerinin ötesinde bir tahlil yapana rastlamak için iğneyle kuyu kazmak gerekiyor, ara ki bulasın böylesini.
Özellikle muhalefet cephesinde iki uç arasında kalakalıyor insan. Bir yanda komplo teorisinden başka diyeceği olmayan ama tek tek kritik konularda haklı eleştiriler/saptamalar yapanlar var. Öte yanda ise akademik üslubu ve düşünsel olgunluğuyla hiç uyuşmayan bir safdillik içinde ya gerçeklerle en ufak bir ilgisi kalmamış ütopyacılar ya da mevcut durumu aklayıcılar. Bu iki uç arasındaysa tam bir yokluk hakim. İşte tam da burada birbirine iki zıt yaklaşım beliriyor: Düşünsel birikimiyle ve sosyal çevresiyle adeta bir New Yorker olan bir kesim izolasyonu yeğleyecek hale gelirken; siyasal ihtirasları, ülkemizde ayakta kalma çabasıyla düşünsel birikimi ve sosyal çevreyi bir kenara atmak pahasına sosyal mühendisliğe soyunan bir kesim reel siyaset tarafından öğütülüyor. Bu iki uç elbette muhalif cephede ortaya çıkıyor. Öbür taraftaysa yeni bir şey yok. Ya ihale ya itaat. Oysa bu topraklarda başka bir damar da var. O damardan da kan akacak elbet. Er ya da geç! Sosyal mühendislikle izolasyon arasında bir yerde gerçeklerle buluşacak ve bunu yaparken düşünsel birikimini arttıracak, siyasete yön verecek insanlar da belirecek hiç kuşkusuz. O gün geldiğinde olan biten farklı yazılacak. Gerçeklerin er geç ortaya çıkmak gibi şahane bir özelliği var. O gün geldiğinde kin ve intikamla değil geleceği kurma iradesiyle tüm bu kesimleri kucaklayacak bir havayı soluyacağız. Böyle karanlık günlerde bu iyimserlik… Şaşılacak şey doğrusu.