“23 Nisan” bir milli bayramımızdır, ilk milli bayramımızdır. 1921 yılından, ilk yıldönümünden beri kutlanmaktadır. İlk kutlanışından 1928 yılına kadar adı “Hakimiyet-i Milliye Bayramı” idi. O yıldan sonra adı “Hakimiyet-i Milliye ve Çocuk Bayramı”1 olmuştur. Çocuk bayramı da olması fevkalade güzel olmuştur, bayram daha da önem ve değer kazanmıştır. Bu bayram yakın yıllara kadar yalnız devlet katında değil, toplumun her kesiminde kutlanmaktaydı. Çocuklarla özdeşleştirilmesi bayrama ayrı bir anlam ve güzellik katmıştır.
“Milli Bayram” ne demektir? Milli Bayram, bütün milletin bayram günüdür, bütün milletin sevinç günüdür, bütün milletin kutlu günüdür. “Milli Bayram”a neden açıklama getiriyoruz, herkes kendini nerede görüyor, herkes kendisini milletin içine mi, dışına mı koyuyor, anlaşılsın ve bilinsin diye.
“23 Nisan”ın neden dolayı bayram yapıldığından görüleceği ve anlaşılacağı üzere bu bayram bir şeyleri göstermektedir.
23 NİSAN, İLAN EDİLMEYEN CUMHURİYETİ GÖSTERMEKTEDİR!
23 Nisan, “Meclis” açılmasından dolayı bayram yapılmıştır. Bu Meclis, herhangi bir meclis değildir, krallıkları, imparatorlukları, hükümdarlıkları, saltanatları, hanedanları ortadan kaldıran meclislerdendir. Bu Meclis, padişahlığa karşı, saltanatın dışında, sultanın iradesine karşı gelen, onu yok sayan bir meclistir. Bu Meclis, hükümdarın yerine halkı koyan bir meclistir. Bu ise, Cumhuriyet demektir. Böyle meclisler, bu meclisler Cumhuriyetleri kurmuş, Cumhuriyetleri ortaya çıkarmış, Cumhuriyetleri var etmiştir. Cumhuriyetler de, bu Meclisleri doğurmuştur, Cumhuriyetler bu Meclislerin eseridir ve bu Meclislere dayanmıştır. Cumhuriyetler bu Meclislere yol açmış, bu Meclislerle sonuçlanmıştır. Bir meclise varmayan, bir meclisle yönetilmeyen cumhuriyet yoktur. Bir meclisle birlikte olmayan cumhuriyet, cumhuriyet değildir.
Bu bakımdan 23 Nisan 1920 Meclisi, Cumhuriyet’i “ilan etmemiş”tir, ama Cumhuriyet’in kuruluşudur, Cumhuriyet bu Meclisle kurulmuştur.
Evet, 23 Nisan Meclisi Cumhuriyeti ilan etmemiştir, ilan etmek için beklemiştir, kalıcı olduğunu göstermek, başarılı olduğunu kanıtlamak istemiştir, kendini kabul ettirmiş olduğunu açıkça belirteceği, bunu dünyanın gözüne sokacağı günü beklemiştir. 1923 yılı, kalıcı olduğunu, zaferi kazandığını, başarısını kanıtladığı, kendini kabul ettirdiği yıldır. O yıl, Lozan Antlaşmasıyla Türkiye’nin yeni bir devlet olarak tanındığı yıldır. Lozan, bütün bağımlılık ilişkilerinden ve kapitülasyonlardan arınmış, „Batıya karşı egemenliği tanınmış bir Türkiye“ demektir. O yılın 29 Ekim’i ise, Kurtuluş Savaşının zaferinin kesinleştiği, Türkiye üzerindeki bütün planların boşa çıktığının iyice anlaşıldığı, düşmanın bize teslim olduğunun ilan edildiği gündür. İşte o gün Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet’i ilan etmiştir.
23 Nisan 1920, Cumhuriyet’in ilanı değildir, ama yeni bir devletin, devrimci bir devletin, bağımsız bir devletin, hükümran bir devletin kuruluşunun ilanıdır.
23 NİSAN, SÖZÜ EDİLMEDEN YAPILAN DEVRİMİ, İLAN EDİLMEYEN DEVRİMİ GÖSTERMEKTEDİR!
Cumhuriyetler devrimlerin eseridir, bizim cumhuriyetimiz de bizim devrimimizin eseridir.
23 Nisan 1920’de Devrim ilan edilmemiştir, ama 23 Nisan Meclisi devrim meclisidir ve devrim yapmıştır. Ben devrim yapıyorum, yaptım denmesine gerek yoktur. Devrim ilan edilmez, yapılır. Yönetim şeklinin değiştiğini, yeni bir devlet kurulduğunu ve bağımsız olunacağını herkes görmüş, anlamıştır. Bu, devrimdir. Meclisin kendisi devrimdir.
Cumhuriyet kurmamış bir devrim, bir devrimle sonuçlanmamış cumhuriyet yoktur.
Büyük Fransız Devrimi de, Sovyet Devrimi de, başka devrimler de hep cumhuriyet kurmuştur.
23 Nisan, Türk Devriminin başlangıcıdır, devam edecek olan devrimlerin de başıdır. 23 Nisan Meclisi, Türk Devriminin ve arkası gelecek olan bütün devrimci hamlelerin merkezidir, yöneticisidir.
23 NİSAN, BİR MİLLETİN İLANIDIR, 23 NİSAN TÜRK MİLLETİNİN İLANINI GÖSTERMEKTEDİR!
23 Nisan, bütün dünyaya bir milletin ilanıdır. 23 Nisan 1920’de dünyaya “Türk Milleti” ilan edilmiştir. Bu yüzden bayramın adı da, “Hakimiyet-i Milliye”dir, yani “milletin hakimiyeti”dir, “ulusun egemenliği”dir. Zaten 23 Nisan Meclisi’nin kürsüsünde “Hakimiyet bila kayd-ü şart milletindir” yazmaktadır. Burada “hakimiyeti ele geçirmiş” millet, Türk milletidir. Meclis, saltanata karşı milli iradedir, bir milletin iradesidir, Türk milletinin iradesidir.
23 Nisan Meclisi, yüzyıllardır Türk adının, resmi olarak ve devlet hayatında ilk kullanılışıdır. İlktir, çünkü Cumhuriyetle millet olmaktayız, millet olduğumuzu kanıtlamaktayız.
Bunun nedeni ve önemi şuradadır, millet olunmadan cumhuriyet kurulmaz, cumhuriyet olunmaz. Tersi de doğrudur, cumhuriyet olunca da millet olunur, millet cumhuriyetle hayata geçer.
19. yüzyıl, henüz millet olmadığımız ama millet olma ihtiyacının kendini gösterdiği, hatta dayattığı bir dönemdi. Bu ihtiyacın sonucu olarak “vatan” (“yurt”) ortaya çıktı. Namık Kemal, o zamana kadar özel ve dar bir anlamı olan “vatan” sözcüğünü, “oturulan yer”, “yaşanılan yer” anlamındaki yurt ve vatan sözcüklerini, sahiplenilecek, korunacak, savunulacak, uğrunda savaşılacak ve ölünecek topraklar karşılığı olarak kullandı. Bu yüzden Namık Kemal, ilk “vatan şairi”mizdi. “Vatan”, kişilerin değil milletin yaşadığı yerdi, bu yüzden Namık Kemal, ilk milli şairlerimizden biri oldu, çünkü “vatan” diyen milliydi, bir millete işaret ediyordu. Artık “vatan”, milletin ortaya çıkmaya başladığını, millet olmaya başladığımızı gösteriyordu.
Osmanlı devletinde ilk ideolojiye dayalı modern muhalefet olan Yeni Osmanlılar2 ortaya çıktığında, hükümdarın haklarının kısıtlanması demek olan “Meşrutiyet” keşfedildi. Meşrutiyete dayanmak gerekiyordu ve “meşrutiyet” talepti. Sistemli bir mücadele yürütüldü. Yeni Osmanlılar yurt dışında imkanlar aramak zorunda kaldılar, ve Avrupa’da “Jön Türkler” adını aldılar.3
Osmanlı saltanatına karşı mücadele, eğer uzun erimli ve kapsamlı olacaksa milli temelde yürütülmeliydi. Ve millet olmak gerekiyordu. Millet olalım, ama nasıl olalım diye düşünülüyor, buna çözüm aranıyordu. Büyük Fransız Devriminin Fransız milletini yaratmasından, ortaya çıkarmasından dolayı, Fransa’nın nasıl millet olduğu anlaşılmaya, öğrenilmeye çalışıldı. “Osmanlı milleti” olalım, milli bütünlüğümüzü Osmanlı Milleti, “Millet-i Muazzama-i Osmaniyye” olarak sağlayalım şeklinde görüşler çıktı. Ancak bu düşünce, feodal bir topluma millet denmesi demek oluyordu, feodal toplumla ise millet olunamazdı. Feodal toplumun temelleri, paradigmaları, değerleri, ölçüleri, anlayışları, alışkanlıkları başka türlüydü. Feodal toplumun niteliğinin değişmesi, bağımlılık ilişkisinin ortadan kalkması, kulların yurttaşlara dönüşmesi gerekiyordu. Ümmet, milletten başka bir şeydi, millet değildi, millet işlevi göremezdi. Ayrıca, bir hanedan adından millet olmazdı, dünyada böyle bir şey görülmemişti. Çünkü hanedan, sülale, aile adları devlet adları olabilirdi, ama eski ve 19. yüzyıldakilerden daha geri olan devletlerin.4 Kaldı ki, Osmanlı’da “millet”, farklı dinsel cemaatleri (farklı dinleri ve farklı mezhepleri) karşılayan bir terimdi (Rum milleti, Ermeni milleti, Yahudi milleti gibi). “Milel-i müctemia-i Osmaniye”, bunların topluluğunu, “milel-i müttehide-i Osmaniye”, birbirinden ayrı kavimlerin birliğini ifade ediyordu. Ama bunlar, devrimlerin ortaya çıkardığı “millet” olmaktan çok uzaktı.
Nation karşılığı olan millet adları, ya coğrafyaya (“yer”e), ya tarihe, ya da bir etniye, kavime dayalı olmak zorundaydı. “Yeni dünya”ya “Amerika” adı verildiğinden kıtanın kuzeyinde Amerikalılar, adı tarihten geldiği için bizim cumhuriyetimizi kuranlara ve bizim cumhuriyetimizde yaşayanlara Türkler, bir Cermen boyu olan Franklara dayandığı için Fransızlar millet olmuşlardır.5
Özetleyelim, 23 Nisan neden dolayı bayram yapılmıştır, Türkiye’de bir “Meclis” kurulması ve açılmasından dolayı. O halde şu ortaya çıkmaktadır; bir, 23 Nisan Meclisi, Cumhuriyet demektir, Cumhuriyet kuruluşuna işaret etmektedir, iki, o meclis Devrimdir, üç, o meclisle Türklük bir millet adı olmuştur.
Bu yüzden 23 Nisan en önemli bayramımızdır. “Bunun üzerinde hiç bir bayram düşünülemez.”6
20. YÜZYILDAKİ MİLLETLEŞMEMİZ
18. yüzyıldan başlayan Osmanlı toprak kayıpları, 19. yüzyılda devletin dağılma düzeyine varmıştı. 19. yüzyılın son elli yılında devletin geniş topraklarının yarıya yakını elden çıkmıştı. 20. yüzyılda ise Osmanlı devletinin hakimiyet alanları paylaşılma aşamasındaydı. Devletin bu süreci önleyecek gücü yoktu. 10’lu yıllardaki Balkan Savaşlarında olağanüstü boyutlarda toplumsal felaketler yaşadık. Balkan ve Trakya topraklarındaki Müslümanlara, Türklere düşmanlık edilmesi, Müslümanların, Türklerin baskıya ve saldırılara uğramaları, kıyılmaları, göçe zorlanmaları, yaygın olarak dinsel ve etnik temizliklere başvurulması, korunmaya çalışma güdülerini ve milli dayanışma duygularını geliştirdi. Zaten 1908’deki Meşrutiyet Devrimi ve daha sonra onun iktidarı milli bir tutuma yönelmiş, milli uygulamaların birçok adımı atılmıştı. Arkasından Osmanlı topraklarının paylaşılması için Avrupalıların birbirlerine karşı yürüttüğü “Cihan Savaşı”, ülkemiz için milli savunma ve somut bir vatan savunması olmuştu. Savaş ilan edilir edilmez fırsat değerlendirerek kapitülasyonları kaldırmıştık. İşgalci güçlere karşı çok cephede savaştık. Çok insan kaybettik, ancak çok yerde de zafer kazandık, ülkemizin korunmasında başarılı olduk.7 Savaş sonunda içinde olduğumuz taraf, yani İttifak devletleri tarafı teslim olunca ve yenildiğini kabul edince biz de yenilmiş sayılmak istendik. Ama savaş Türkiye için bitmemişti, savaş bizim için sona ermemişti, teslim olmadık, teslim şartlarını kabul etmedik, savaşmaya devam ettik. İçinde olduğumuz taraf “Dünya Savaşı”nı kaybetmişti, ama “kendi Dünya Savaşımızı” sürdürüyorduk ve onu sonunda kazandık.
Bu süreçte ayağa kalktık, büyüdük, birleştik, sağlamlaştık, güçlendik ve millet olduk.
Jön Türklerin mücadelesi millet olma mücadelesini başlatmıştı, 1908’deki Meşrutiyet Devrimi, “Padişahım çok yaşa” sloganını değiştirmişti, padişahlık devam ediyordu ve II. Abdülhamid padişahtı ama o sloganın yerini “”Millet çok yaşa” almıştı. Ondan sonra Türk olduğumuzun da bilincine varmış, Türk olduğumuzu anlamış, öğrenmiştik. Ve bu, 1920’de Türk milletinin hakimiyetini kurmasıyla sonuçlanmıştı.
Bu yüzden, 23 Nisan 1920 yılının ilk kutlanması ertesi yıldır ve 1921 yılındaki kutlama nedeni o günün bayram yapılmasıdır ve bayramın adı bu yüzden “Hakimiyet-i Milliye Bayramı”dır.
MİLLİ BAYRAMLARIN KUTLANMASI, MİLLET OLMAKTIR, VATAN SAVUNMASIDIR!
Ey AKP iktidarı, 2016 yılının “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı, şehitlerimizi bahane ederek önlediniz, unutturmaya çalıştınız, bayramı atlattınız. Oysa bu bayram resmi olarak kutlansaydı o şehitler yüzünden daha da anlamlı olurdu. Bu bayramın ilk kutlanması, Kurtuluş Savaşı devam ederken, her gün savaş alanlarında şehitler verilirken yapılmıştı. Üstelik, 1921 yılındaki ilk 23 Nisan, düşmanın Anadolu’ya çıkan işgal ordularının Ankara’ya yaklaştığı günlerde kutlanmıştı. Sizler 23 Nisan kutlamalarını yapmayarak mücadeleye v e bu önemli bayramımıza karşı olduğunuzu sergiliyorsunuz. Bugünün şartlarında bu bayram daha da önemlidir oysa ki. Teröre ve parçalanmaya karşı birliğimiz, bütünlüğümüz için milli bayramlar yararlıdır, vazgeçilmezdir, ve ihtiyaç en fazla bugündür.
23 Nisan Bayramı, daha önce de “Kutlu Gün” saçmalığı, sahtekarlığı, yüzsüzlüğü ve gülünçlüğüyle geriye itilmeye, arkaya atılmaya çalışılmıştı. Bu önemli bayramımıza karşıtlığınızı her fırsatta kanıtlıyorsunuz. Bu yıl da, nisan ayının 29. gününün Kut-ül Amare Zaferinin 100. yılı olduğunu keşfediverdiniz, böylece 23 Nisan’ın önüne çıkaracak bir şey bulduğunuzu düşündünüz. Kut-ül Amare’yi kutladınız, 23 Nisan’ı kutlamadınız.
AKP anlayışının 23 Nisan Bayramına “katkısı”, TBMM’nin Cumhuriyet düşmanı ve şeriat düşkünü “başkanı” İsmail Kahraman’ın8 ağzından yapılan antilaiklik talebidir. “Yeni” anayasada laiklik olmamalıymış.9 Çağdışı ve demokrasi düşmanı olduğunuzu, işinizin gericilik ve Cumhuriyet düşmanlığı olduğunu gene kanıtlamış oldunuz. Laiklik, Cumhuriyet’in Altı Ok’undan biridir.
Milli bayramlarımızı sevmiyorsunuz, onlardan herhalde korkuyorsunuz. Milli bayramlarımız, millet olmamızın, Cumhuriyet kurmamızın, Devrim yapmamızın, bağımsızlık mücadelesi vermemizin sevincindendir. Bunları başarmamızdandır. Bunlar konusunda benzersiz olmamızdandır. Millet olmamızı doğru bulmuyorsunuz, Cumhuriyetimize karşısınız, Devrimlerimizi benimsememişsiniz, benimsemiyorsunuz, hatta onlardan nefret ediyor ve kurtulmaya çalışıyorsunuz, bağımsızlık istemiyorsunuz.
Millet karşıtısınız, Cumhuriyet düşmanısınız, karşıdevrimcisiniz, laiklik düşmanı yobazlarsınız, neyimiz iyiyse, neyimiz doğruysa, neyimiz örnekse, onlar kötü sizler için. Şanlı tarihimizden kaçmak istiyorsunuz. Geriye gitmekten, ilkel olmaktan yanasınız.
Emperyalistler, ‘sizler tek bir millet değilsiniz, çok milletsiniz’ diyorlar, onların sözlerini tekrar ediyorsunuz. Batı, ‘siz millet de değilsiniz’ diyor, onaylıyorsunuz, onlardan yanasınız, onların istediği gibi düşünüyorsunuz. Onlar bölmek istiyor, onlarla birliktesiniz.
Cumhuriyet düşmanları olarak sizler milli bayramlarımıza karşıtlığınızla, şimdiye kadar bayramları yok etmeye çalışmanızla, milletimizin bayramları daha da önemsemesini, bayramlara sarılmasını, istemediğiniz halde bayramların çok daha iyi ve görkemli kutlanmasını sağlıyorsunuz. Düşmanlığınızla bayramlarımızı halkımıza daha çok sevdiriyorsunuz. Ters tepiyor yani. Sizler ne kadar önlemeye çalışırsanız milli bayramlarımız o kadar büyüyor.
Siz kutlamıyorsunuz, kutlamayacaksınız, ama bizlerin de kutlamasını önlemeye, bayramları halka kutlatmamaya çalışıyorsunuz. Bunlara rağmen, gazetelerden, internet basınından, “sosyal medya”dan, iletilerden öğrenildiğine göre, başta Ankara’da olmak üzere, yurdun dört bir köşesinde 23 Nisan Bayramı yapılmış, hatta yurt dışında da, dünyanın birçok yerinde de 23 Nisan Bayramı kutlanmış. Dahası, sadece Almanya’da, Berlin, Stuttgart, Karlsruhe, Mannheim, Heidelberg, Gengenbach, Frankfurt, Wiesbaden, Neumünster, Köln, Düsseldorf, Duisburg gibi Almanya’nın en az elli-altmış kadar kentinde, belki de daha fazlasında 23 Nisan kutlaması yapılmış. Üstelik birçok yerde bunlara Alman makamları bile destek vermiş, kolaylıklar göstermiş, hatta Almanlar da tören ve kutlamalara katılmış; siz bir “resepsiyon”u bile çok gördünüz. Garipsemiyoruz, yadırgamıyoruz, çünkü sizler 23 Nisan 1920’de “Devrim Meclisi” açılarak Osmanlı devletinin tarihe gömüldüğünü biliyorsunuz ve bunu kabul etmek istemiyorsunuz.
Cumhuriyet, Atatürk, millet, halk, ve hatta çocuk düşmanısınız, ama böyle değilseniz, hemen önümüzde 19 Mayıs olarak bir başka milli bayramımız var, bu dediklerimde yanılmış olmayı isterdim, hadi, gene bir şansınız var. 19 Mayıs’a da bir bahane bulmayın, Cumhuriyet’e, millete, gençliğe karşı olduğunuzu söyleyenleri haksız duruma düşürün, beni bu yazdıklarımdan dolayı mahcup edin.
Umudum yok, siz yapmayacaksınız, çünkü 19 Mayıs 1919’da, o Osmanlı devletine bağlı kalınmaması ve ona itaat edilmemesi gerektiği anlaşılmış, Osmanlı yok sayılmıştı, çiğnenmişti, ona isyan edilmişti. Bunu hazmedemiyorsunuz. Ama Türkiye, milletimiz, halkımız ve gençliğimiz 19 Mayıs’ı kutlayacak, aynı 23 Nisan’ı kutladığı gibi. Göreceksiniz, şimdiye kadar yapmadığı kadar büyük kutlayacak. Her zamankinden daha iyi kutlayacak. Çünkü bugün gene Samsun’a çıkma zamanıdır. “Osmanlı”, tekrar yıkılacaktır!
1 Daha da sonra, 1937 yılında “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak anılacak, bu, 23 Nisan Bayramının resmi adı olacaktır.
2 Aslında Yeni Osmanlıların örgütünün ilk adı, 1865’te kısaca “Yurtseverler Birliği” anlamına gelen İttifak-ı Hamiyyet idi. Ancak Avrupa’da kendilerine Nouveau Ottoman diyorlardı. Buna rağmen Avrupa’da yerleşen adları bu olmayacaktı.
3 “Jön Türk” (Jeune Turcs) tamlaması, ilk olarak 1867’de Paris’te Yeni Osmanlılar örgütü adına Mustafa Fazıl Paşa tarafından yazılıp Fransızcaya çevirisi Journel des Dèbats adlı gazetede yayımlanan metinde geçiyordu. Avrupalılar, ülkelerinden gelmiş yönetime muhalif Osmanlılara hep böyle diyeceklerdi, çünkü, Avrupa’da monarşilere karşı mücadele edenler her yerde “genç” diye adlandırılıyordu (Almancada Jung, İtalyancada giovine). “Jön Türk” adlandırmasının yerleşmesi ve “marka” olması bu şekildedir.
4 Nasıl “Habsburg milleti” diye bir millet olmazsa ve olamadıysa, aynı şekilde “Osmanlı milleti” de olamazdı. “Habsburgların devleti” zaten milli bir devlet değildi, feodal bir imparatorluktu, bu yüzden Habsburg diye bir millet hiç bir zaman da olamazdı.
5 Bu arada ayrıksı bir örnek, Avrupalı sömürgecilerin orada gümüş madenleri olduğu ve oradan Avrupa’ya çok gümüş götürdükleri için bir Latin Amerika ülkesine, Latince argentiumdan gelme olarak “Arjantin” demeleri ve bunun yerleşmesidir.
6 Kırşehir Mebusu Yahya Galip Beyin Meclis’teki konuşmasından.
7 Çanakkale Savaşları başarısı yanında güney cephesinde Irak’ta Kut-ül Amare’de de savaş kazanmıştık. Kut-ül Amare’de ünlü İngiliz subayı General Charles Townshend komutasındaki 20 bin kişiye yakın İngiliz ordusu teslim alınmıştı.
8 Bugün artık çok iyi bilinmektedir, İsmail Kahraman Türkiye’nin “meşhur” ve azgın mürtecilerindendir, gerici TMTB’nin (Türkiye Milli Talebe Birliği’nin) 1967-69 yıllarındaki genel başkanıdır, İstanbul’daki antiemperyalist gençliğin mücadelesini önlemeye çalışan, kanlı gericilik olaylarının düzenleyicilerinden ve faillerinden biridir. 16 Şubat 1959 tarihindeki ünlü “Kanlı Pazar”, onun başkanlığı döneminde gerçekleştirilmiştir. Kahraman’ın kendi ifadesiyle, “Amerika’yı telin yürüyüş ve mitinglerini” mutlaka önlemek gerekmekteydi, yoksa, Kahraman “itidal ve sabrımız tükenmek üzeredir” diyordu.
9 Aslında bu söylem, yalnızca basit bir talep değil, kapsamı ve ilişkili olduğu konular bakımından ayrı bir yazı olacak kadar geniş ve önemlidir. Her şeyden önce, bugünkü Anayasa’nın ilk dört maddesiyle ilgili bir tartışmayı başlatmak ve yürütmek amacındadır. Şeriat özlemlerinin ve din devletinin dolaylı bir şekilde dile getirilmesidir.