Geçtiğimiz ay, canavarı görmek ve yaratmak üzerine bir yazı dizisine başlamıştık. Konunun derinliği ve genişliği nedeniyle tek bir yazıyla geçiştirmek mümkün değildi. Ancak görüyoruz ki, konunun kendine özgülüğüne ek olarak, ülke gündemi de bu yazı dizisini dayatıyor.
Geçtiğimiz ayki yazımızın başlığında ele aldığımız canavarın son kurbanlarından biri de Cansel oldu. Üstelik bu kez üstü başı açık bir şekilde, gecenin bilmem kaçında “ahlaka aykırı” eylemlerinin ardından maruz kalmamıştı bu alçaklığa. 12. Sınıf öğrencisi Cansel, devletin lisesinde, bir matematik öğretmeni tarafından tacize uğramıştı. Okul yönetiminin de ses çıkarmayıp gerekli önlemlere başvurmaması ve Cansel’in yaşadığı travmayla baş edememesi sonucunda, Cansel, polis babasının silahıyla intihar etti.
Tecavüz, saldırgan davranışların arasında toplumun en geniş bir şekilde kınadığı davranışların başında geliyor. Ama bu saldırgan davranışların dozunu, ahlaka ve genel kabullere aykırılığının derecesi azaldıkça, toplumun büyük bir kesimi bu davranışları ya umursamamaya başlıyor ya da büsbütün arka çıkıyor saldırgan davranışlara. Neler yok ki şiddet ortamında! Siyasetin dilinin sertliği, trafik terörü (bilerek ve isteyerek karşı tarafı rahatsız etmek için kötü, kaba davranışta bulunmak veya korna çalmak gibi hareketler sonucu yaratılan dehşet ortamı), küfür, hakaret, darp, garp, basın yoluyla linç ve hedef gösterme, sözlü veya fiziksel taciz, sakat bırakma, öldürme…
Önceki yazımızda şiddete başvurmada insanın kendini kontrol edebilme becerisinin eksikliğine odaklanmıştık. Ele aldığımız olgu salt bir bireyin düşünce ve hayal dünyasına sığdırılamayacağından, canavarın içine doğduğu ve içerisinde ilişkiler kurduğu kültürü ve toplumu da mercek altına almaya çalışacağız.
Tecavüz Kültürü
Toplumlarda, tecavüz edenin, şiddetin failinin yanında olmanın ve kurbanlara yönelik acımasız düşmanlığın, tecavüz vakalarının artmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bunların yaşandığı kültüre, “tecavüz kültürü” (rape culture) denmektedir. Tecavüz kültürünün yaşamasını sağlayan etmenler şunlardır:
1- Tecavüz teşebbüsünde bulunanlar kendilerini dokunulmaz görmekte yahut dokunulmaz olduklarını hissetmektedirler.
2- Yaşanan artış ve dokunulmazlık hissini yaratan ortamın herkesçe hissedilmesiyle birlikte, mağdurlar, saldırıları yetkili mercilere iletmekten kendilerini alıkoymaktadırlar.
Dolayısıyla, bu tür bir kültürde hem mağdur hem de saldırgan ortak bir kanaate sahiptirler: Toplum bu konuda duyarsızdır ve toplumun kayıtsızlığı sonucunda saldırgan cesaretlenmekte ve mağdur kaderiyle baş başa kalmaktadır. Mağdurlar, saldırganın eylemini meşrulaştıracak açık kapıları vermeme yükümlülüğüyle baş başa kalmakta ve her geçen gün bu saldırıların meşrulaştırılma mevzileri genişlemektedir. Önceleri kadının “hayat kadını” olması mağduru kınamak ve tecavüzü haklılaştırmak için yeterli iken, sonraları mini etek giymesinin, sonra içkili olmasının, geç saatte dışarıda görülmesinin, evlilik dışı ilişkisinin olduğunun bilinmesinin, en nihayetinde başının açık olmasının da tecavüzcüden yana olmak için yeterli hale gelmesi meşrulaştırmanın menzilinin ne denli büyüdüğünü göstermektedir.
Jody Raphael’in kaleme aldığı
Rape is Rape: How Denial, Distortion, and Victim Blaming Are Fueling a Hidden Acquaintance Rape Crisis adlı kitabında bu meşrulaştırma kültürü ve tutumlarının tecavüzleri arttırdığını ve yetkili mercilere başvuruyu azalttığını belirtmektedir. Dahası, tecavüz kültürünün ataerkil aile kültürüyle yakın ilişkilerini gözler önüne sermektedir. ABD’deki tecavüz vakalarının yüzde 80’inden fazlası mağdurun tanıdığı kişiler, meslektaş, flört, arkadaş veya aile bireyleri tarafından yapılmaktadır.
Tecavüz ve Ataerkil Kültür
Tecavüzün ardındaki ataerkil kültürün izlerini araştıran feminist tarihçi Gerda Lerner’in
The Creation of Patriarcy kitabı da anılmadan geçilmemeli. Eserde, toplumu kurmada ve toplumun istikrarında kadınların konumu merkezileştikçe tecavüz vakalarının zorlaştığı, yetkili mercilerin duyarsızlığının azaldığı gösterilmektedir. Bu iki olgunun tarihsel, arkeolojik ve simgesel yöntem ve araçlarla desteklendiği bu eser temel bir başvuru niteliğinde. Lerner’in gösterdiği gibi erkeğin kadın üzerindeki baskınlığı “doğal” veya biyolojik olmayıp milattan iki bin yıl önce yakın doğudaki tarihsel gelişmelerin bir ürünüdür. Bu yanıyla Lerner’in çalışması pek çok kişinin ezberini bozacak niteliktedir. Erkek baskınlığıyla tecavüz kültürü arasındaki ilişkiler göz ardı edildiğinde dizginlenmesi gereken bir şehvet ve korunması gereken bir namus olduğu düşüncelerinden çıkmak güçleşiyor. Ancak Lerner’in çalışması konuyu bu dar alandan çıkarmamızı sağlayabilecek bilimsel ve gerçekçi bir dayanak sunuyor.
Bu konuda tarihsel ve teorik yaklaşımların ötesine geçerek uygulamada yer alan bazı araştırmacıların da benzer sonuçlara ulaştığını görmekteyiz. Chicago Üniversitesi Yayınevi tarafından basılan
A Rape Prevention Program in an Urban Area adlı raporda benimsenen tutumla araştırmanın sonuçları birbiriyle uyum içerisindedir. Benimsenen tutumun temel ilkelerini sıralayalım:
1- Tecavüz, kadınlara yönelmiş, sistemli bir şiddet tarzıdır.
2- Tecavüz ataerkil toplumda bir denetleme mekanizması işlevine sahiptir. Hem bu ortam sayesinde işler hem de ortamı ayakta tutan koşulları besler.
3- Kadınların tecavüzden gördükleri zararın, kadın ataerkil toplum içerisinde konumu göz önünde bulundurularak anlaşılması gerekmektedir.
4- Tecavüzü önleme çabaları, kadınların potansiyel kurbanlar olarak işgal ettikleri konumun kaldırılmasını amaçlamalıdır.
5- Tecavüzü önleme çalışmaları hem bireysel hem de toplumsal düzeylerde, değişime öncülük eden kadınlarla birlikte hayata geçirilmelidir.
Önleme çabalarının sunulan bakış açıları şimdiye kadar değindiklerimizle uyum içerisinde, ancak ülkemizde görülen tecavüz vakalarında, özellikle kadınların algıları bakımından doğrudan deneyimlenmiş olgulara göndermede bulunan bir çalışmayı da anmamız yararlı olacaktır.
Dina Nigmatullina’nın “Sexual Harrassment of Women in Public Areas in Istanbul” (2013) başlıklı yüksek lisans tezinde, tez çerçevesinde yapılan araştırmaya dayanılarak cinsel tacizin türlerine göre kadın danışanlarda görülme sıklığı sunulmaktadır. Bu verilere göre, danışanların yüzde 93’nün gözle tacize, 73’nün ıslıkla tacize, 60’nın sözlü tacize, 59’nun takibe, 53’nün öpücük seslerine, 51’nin adi hareketlere, 48’nin dokunma ve avuçlamaya, 17’sinin teşhire ve 3’nün de tecavüze maruz kaldığı belirtilmektedir. Özellikle tecavüz, teşhir ve fiziki temas dışındaki taciz biçimlerinin yeri, yurdu belli olan, esnaflar tarafından bile rahatlıkla yapıldığı gözlenmektedir. Tacizlerin en sık yaşandığı yerler sokaklar (yüzde 43) ve toplu taşıma (yüzde 42) olup üniversite kampüslerinde yüzde 4, alışveriş merkezlerinde yüzde 3, inşaat yakınlarında yüzde 2, çarşıda yüzde 2 oranında tacizlerle karşılaşıldığı saptanmaktadır. Tacize maruz kalan kadınların yüzde 36’sının başlarına geleni yetkili mercileri hiçbir şekilde ve hiçbir zaman iletmedikleri kayıt altına alınmıştır. Tacizi her zaman yetkili mercilere ilettiğini söyleyenlerin oranı yüzde 10’dur. Bu veri de kadınların yetkili mercilerin kayıtsızlığı, ilgisizliği ve safını tecavüzcünün lehine olacak şekilde algıladıklarını göstermektedir.
Araştırmadaki diğer bir ilginç sonuç da tacize maruz kalan kadınların yüzde 94’nün yanında taciz anında bir erkek arkadaşı veya tanıdığı bulunmuyor. Onların bulunması durumunda taciz yüzde 6’ya düşmektedir. Bu bile tacize yeltenenlerin, kadınları “sahipsiz” gördüklerinde cesaretlendirdiğini göstermektedir. Dolayısıyla, araştırmadaki pek çok veri bir arada ele alındığında, kayıtsızlığın, umursamazlığın ve yaptırımsızlığın tecavüzcüyü cesaretlendirdiği görülmektedir.
Tecavüzcünün ortaya çıkması, sıradan insanın canavarlaşması olgusu salt onun psikolojik tutumunun bir ürünü olmayıp içerisinde yetiştiği tarihsel ve kültürel ortamın da eseridir. Dahası, ortamın tecavüzcüye ve taciz vakalarına karşı tutumlar da bu vakaların sıklığını, etkisini ve vakalara verilen tepkiyi ciddi bir biçimde etkilemektedir. Canavar belirli kişilerden oluşuyor. Ancak canavarlığın ardında, bütün bir toplum ve kültür, dahası bunların yaşam tarzı üzerinde etkili olabilen sosyoekonomik yapı ve devlet erki bulunuyor.
Bir dahaki yazımızda tecavüzcü profillerine ve taciz eylemlerine karşı atılabilecek adımları irade-ahlak eğitimi ve devlet erkinin kullanımıyla ilişkilendirerek ele almaya çalışacağız.