Metroların hizmete girmesi İstanbul trafiğinde hafif de olsa hissedilmeye
başlandı. Az da olsa bu hafifleme belirtileri mucize bir haber. Bir rüya
görün ve açılmakta olan yeni metrolarla trafiğin biraz daha normalleştiğini
hayal edin, işte size dünyanın baş edemeyeceği muhteşem bir şehir!
Algılar bile değişmeye başladı, İstanbul trafiğinde araba kullanan her
insan evladı bıkkınlık içinde ve şehirden kaçmayı emekli olmayı Ege’ye
yerleşmenin planlarıyla yaşıyor. Metro kullananlar ise şehre ısınıyor ve
şehirde daha kalıcı düşler kuruyor.
Ancak İstanbul’da bütün eski çağlarını aşan daha büyük rüzgarlar esmekte.
Yüzelli yıl önce başlayan ve aralıksız kırk elli yıl süren büyük Balkan
göçünü bugün bir daha başka yönden yaşıyoruz. İstanbul tarihte ancak bin
yılda bir olan büyük kavimler göçünün tam ortasında. En kritik soruyu
Radikal yazarı Ezgi Başaran sordu, bu akıp giden dolup taşan göçmenler
üzerine elimizde araştırma verileri yok ve yapılması da istenmiyor.
*BU BİR NUH TUFANI GİBİ*
Orta-doğu savaşlarının adı henüz konmadı. Müslümanın müslümanı kırdığı bu
cinnetin muhataplarını çok konuştuk. Bu cinnete sebep olan vahşi siyasetten
bağımsız kabuğumuzu değiştirmekte olan sosyal yönünü ise konuşmaya dilimiz
varmıyor.
İstanbul ve Türkiye bugün Avrupa’nın muhatap olduğu hergün manşetine
taşıdığı muhacir göçmen akınının birkaç katı değil yüz iki yüz katı büyük
bir insanlık seliyle karşı karşıya.
Tarihlerde eşi benzeri görülmemiş bir kavimler göçünün tam ortasındayız,
tahmini rakamlar bile üç milyon beş milyondan açılıyor, bu bir Nuh Tufanı
gibi bir şey.
Hep sorulur İslam dünyasının rönesansı 12. asırda niçin durup gerilemeye
başladı diye. En büyük sebep Cengiz Orduları’nın İran ve Orta-doğu
topraklarını kasıp kavurması gösterilir. An itibariyle bu kadar derin büyük
bir tarihi dönemeçteyiz. *İslam toprakları güçle kuvvetle bin yıldır
coğrafyasına tutunmayı I. Cihan Harbine ve kısmen bugüne kadar başardı. *Ama
şimdi İslam coğrafyasının tam anlamıyla ‘infilak’ etmesi dinin kültürün
çözülmesi dağılması ya da beklemediğimiz bambaşka sonuçlarıyla karşı
karşıyayız.
Libya Suriye Irak paramparça. Geri kalanlar sert diktatörlük ve ABD
komutası altında.
Ve bu kapalı rejimlerin insanları nefes almaya en az göçmenler kadar
yoğunlukta en başta İstanbul’a akın ediyor.
Tarihler İstanbul’da bir Haçlı Latin istilasından söz eder. Sonra
İstanbul’un fethi, sonra Kırım Savaşıyla başlayıp Rus harbi ve Balkan
savaşlarıyla günümüze kadar devam eden Kafkas Kırım ve Balkan göçmen
selinden.
*DAĞILIŞ-ÇÖZÜLÜŞLE KARŞI KARŞIYAYIZ*
I. Dünya savaşı sonrası ülkelerimiz yeterince harap oldu. Dinimiz
kuvvetimiz mecalimiz yeterince tahrip oldu. Ama tarihlerin bu en zor
günlerinde Türkiye’de yepyeni bir*‘cumhuriyet’*, tayin edilen kukla şeyhler
krallıklardan bir zaman sonra Orta-Doğu’da tüm Arap coğrafyasını
birleştiren ayağa kaldıran büyük siyasi heyecanlar milli-sosyalist Baas
rejimleri kuruldu.
Şimdi yeniden tarihlere ve tariflere sığmayacak büyük bir *‘harap’* oluş
dağılış çözülüşle karşı karşıyayız.
Coğrafya tarihin önündedir. Kadim Anadolu’nun en eski uygarlıklarından
bugüne siyasi ve sosyal kaderimiz Araplar Kürtler Romalılar ve
bakiyeleriyle içi içe yaşadı.
An itibariyle durması sönmesi azalması mümkün olmayan bir göç dalgasının
tam ortasındayız.
*Balkan sürgünleri göçmenleri sefil perişan Tekirdağ’dan Adapazarı’na Ege
sahililerine kadar geniş bir coğrafyaya yerleştirildi. Edirne’den Ankara’ya
Muğla’ya kadar her şehirde göçmenleri yerleştirmek için yeni mahalleler
yeni köyler kuruldu. Milli araziler bölüştürüldü. Yoğunlaştık
kalabalıklaştık yeniden aile yeniden bir ülke olduk ve yüz yıldır
yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz.*
Şimdi muazzam bir Arap göçü karşısında çaresiz şaşkınız. Osmanlı
İstanbul’un fethine kadar defter kitap tutmayı az da olsa biliyordu ama
İmparatorluk’a giden yol ‘istatistik’in gücünden geçiyordu ve kayıt kuyut
devletin her şeyiydi. Bugün bu modern gelişmiş iletişim çağında bu
bilgilerden siyasilerin korkuları yüzünden mahrumuz.
Göçmen politikamız gün itibariyle çadır ve kamp’tan öteye gidemiyor. Bu
devasa sorun çadır ve kampları çoktan aşmıştır. Yepyeni mahalleler yepyeni
köyler ve göçmen politikalarına dair yepyeni düzenlemelere ihtiyacımız çok
acildir. Siyasi iktidar pasaport ve vatandaşlık kolaylıklarını sadece
Suriye Savaşı’nda kullandığı milislerine hak görüyor, geride kalan
milyonlar bir belirsizlik bekleyişi içinde son umut kırıntılarını
tüketmekteler.
Oysa bize içinde hayat olan içinde dükkanları sokakları yepyeni ilçeler
yepyeni iller yepyeni yeni mahalleler oturma yerleşme iskan vatandaşlık
yepyeni düzenlemeler lazım. Daha da ötesi kucağımıza koşan Arap nüfusa
karşı medyamız akademimiz ve yazarlarımızın hazırlıklı olması lazım.
*BÜYÜK BİR SOSYAL FELAKET YAŞIYORUZ*
*Osmanlı’nın borçlarını Osmanlı’yı bitiren Cumhuriyet ödedi. Bu büyük
kavimler göçüne sebep olanlar tarih önünde yargılanır, ayrı, şimdi artık
sorumluluk tercihimiz değil kaderimizdir, bu büyük Arap nüfus dalgasını
nasıl karşılayacak ve kucaklayacağız sorusu ortadadır.*
Bütün hesaplar Esat’ın yenilgisi üzerine yapıldığı için büyük bir sosyal
felaket yaşıyoruz. Esat’ın yenilgisi bir savaş hesabı yanılgısını çoktan
geçmiştir. Esat’ın yenilgisinin tüm Orta-Doğu’nun çözülüşü dağılışı infilak
ettireceğini ve sosyal hezimetin başımıza kalacağı gün gibi ortaya
çıkarmıştır.
İşini yurdunu ailesini evini ocağını terk etmiş ve geriye dönüş umutları
hiç olmayan milyonlardan söz ediyoruz. Daha düne kadar Halep’te bir hastane
başhekiminin üç-beş yaşındaki çocukları şimdi İstanbul Harbiye’de
otomobilinizin camını tıklatıp birkaç lira istemekte…
*Bir kısmı tam olarak sefil korunmasız inşaatlarda parklarda harabelerde
yatıyor. Bir kısmı otellerde son kuruşlarını harcıyor. Bir kısmı son umut
son dermanlarıyla gidecek ülke arıyor. Bir kısmı dönercisinden lokantasına
iş çevirmeye yerleşmeye çalışıyor.*
Orta-Doğu bataklığına saplandığımız açık ve acı ve talihsiz bir gerçektir.
Saplandığımız orta-doğu topraklarından çıkabilmemizin tek şansı çaresizce
kucağımıza koşan Araplar’la kuracağımız güzel günler yeni dünyalar bu
karanlık günlerin tek umut ışığı olmalı.
*ARAP DÜNYASI HAÇLI SAVAŞLARINDA GÖRDÜĞÜMÜZ BÜYÜK BİR İŞGAL İÇİNDE*
Unutmayın Araplar dünyanın en güzel insanlarıdır. Türkiye’de* ‘arap’ *algısı
hep iç savaş manzaralarıyla yani savaş fotoğraflarıyla gündeme gelmiştir.
Asya’dan çıkanlar olarak Çinlilerle Hintlilerle Farslarla Rumlarla
Slavlarla en çok evlenen karışan bir kültürüz ama tüm tarih içinde en yakın
olduğumuz ortak aileler şehirler ülkeler kültürler inşa ettiğimiz
Araplar’dır. Memluklu devleti en güzel örnektir.
Başkalarıyla dostluk aile kurma başkalarıyla geçinme başkalarıyla bir arada
yaşamak Araplar’ın çok yüksek medeni sosyal gücüdür, bir zamanlar Bağdat
Kahire Şam bin çeşit kültürü ve insanı barındıran en güzel şahitleridir.
Asırlar boyu sömürge yaşamış asırlar boyu ezilmiş ve asırlar boyu
saldırılmış bir coğrafyanın hazin tarihinden bahsediyoruz. Dünyada tarih
boyu benim diyen kim varsa Pers krallarından İskender’e Sezar’ından
Moğol’una Haçlısına Baybars’ına Yavuz’una Napolyon’una İngilizine Bush’una
Obamasına kadar herkes bu topraklara saldırmış işgal etmiştir. Dünya
imparatorluğu kurmak isteyen herkesin gözü bu topraklarda olmuştur ve an
itibariyle dünya imparatorlarının uçak gemilerinden üslerine radarlarına
kadar bütün savaş makineleri halen bu toprakları infilak ettirmekle
tetiktedir.
Ve şimdi Arap dünyası bir benzeri ancak Haçlı savaşlarında gördüğümüz büyük
bir işgal parçalanma günlerinin içinde. Ve daha hazini ülkelerini terk eden
milyonlarca Arap’ın*‘yurt’ ‘ev’ ‘toprak’ ‘memleket’ ‘vatan’* duyguları
kabus ötesi bir savaş içinde bitmiş tükenmiştir.
*Kardeşlerim, bu amansız saldırılara şimdi otel ve sokaklarımızda yeni yeni
içimize yerleşmekte olan Araplar’la birlikte göğüs germek zorundayız.*
Allah korusun, Türkiye *‘infilak’* ederse ortada İran ve Kürt ve Arap ve
Türk ve devlet ve din ve kültür olarak hiçbir şey kalmaz, artık
topraklarımıza *‘birlikte’* tutunacağız!
Türkiye toprakları bütün umutsuzluklara ve iç siyaset çatışmalarına rağmen
*‘huzur’* adası olmak Türkiye artık varıyla yoğuyla hem entelektüel
birikimini hem kardeşliğini hem de maddi iskan gücünü ortaya koymak
zorundadır, bu büyük nüfus selini geri döndürme imkanı kalmamıştır.
Bu büyük Arap göçüyle çatışmasız ve kardeşçe yeni bir dünya inşa etmek
zorundayız.
Ekonomimizi şehirlerimizi siyasetimizi artık bu büyük Arap nüfusu önümüze
koyarak hesap ederek yeniden düzenlemek zorundayız.
Bu beklenmedik savaş ve göç karşısında huzuru bozulan bir çok sınır
şehrimizde iç karışıklıklar olabilir, bunlar normaldir. Ama İstanbul bütün
Türkiye’ye ve tarihe bir daha öncülük rolünü oynamak zorundadır.
*BEYOĞLU ARAP İŞGALİ ALTINDA*
Bir şehir olarak İstanbul’un tarih boyu öne çıkmasının bir dünya şehri
olmasının mucizevi sosyal özelliği budur. İçine alacak emecek karıştıracak
tanıştıracak iş güç sahibi kişilik ve kimlik sahibi yapacak. İstanbul hep
böyleydi bir tarafta ihtişam ve lüks diğer tarafta sefil dipsiz bir
yoksulluk tarih boyu hep İstanbul’da yanyana yaşadı.
*Birkaç yıl içinde Beyoğlu yani Türkiye’nin en iftihar edilen caddesi tam
anlamıyla Arap işgali altında. Tanıdığım ne kadar yayıncı varsa pılını
pırtını toplayıp Kadiköy’e kaçıyor.*
Beyoğlu’nda Türk nüfus kağıdı taşıyanlar artık iş saati sabahın dokuzunda
görünür oluyor. Otellerin hepsi yığma Arap. Bir kafede oturun önünüzden
geçen değil yirmi kişiden elli kişiden kırkdokuzu Arap. İstanbul! Herkesin
elinde bir paket taşıdığı şehirden söz ediyoruz. İstanbul! Tek bir kişinin
yere değil herkesin etrafına bakındığı şehirden konuşuyoruz!
Aksaray’ın bütün sokaklarını dolaşın başka bir ülke kurulmuş, bu göç yirmi
yıl öncesinin çözülen Sovyetler’in Rus Ukraynalı akınına hiç benzemiyor.
İstanbul’a akın eden Ruslar’ın ellerinde bavul dönecekleri bir ülkeleri
vardı, Araplar’ın yok. Avrupa ülkeleri an itibariyle onbin kişi yirmi bin
kişi kabul ederim hesabında ne on bin ne yirmi bin hesap milyonları aştı.
Aksaray’da Beyoğlu’nda o kadar başka bir ülkenin içindesiniz ki tanıdık
bizden birini görünce ‘hemşehrim’ deyip boynuna sarılacağınız geliyor.
*İstanbul çok sert sosyal bir devrim yaşıyor.*
*Kabuğunu bu sefer Araplar soyuyor ve değiştiriyor.*
*Hazırlıklı ol İstanbul, onları hala turist sananlar çok fazla!*
İlk şaşkınlığım yanımdaki arkadaşlarım sokaklarımızdaki bu Araplar’ı zengin
Suud ve Katar aileleriyle çokça karıştırıyor.
Oysa sokaklarımızda Araplar bu vahşi petrol zenginlerinden en az sizin
kadar nefret ederler.
İkinci şaşkınlığım, sokaklarımızdaki Arap aileleri orta-doğu’nun elinde
kaleşnikof tutan sakallılarıyla karıştıranlar. Oysa bu vahşi şiddet
piskopatlarından en az sizin kadar nefret ederler.
*Ve unutmayın, iç savaştan kaçıp gelen insanların camii önlerine değil
eğlenceli tempolu müzikler çalan Beyoğlu’na dadanmaları hepimizde güzel
duygular uyandırsın hem de çok derin hayat neymiş sualleri içinde
düşündürtsün…*
Kendi sokaklarında kendi ülkelerinde vur patlasın çal oynasın atamadıkları
göbekleri üstelik başörtülerini çıkartmadan bizim sokaklarımızda kıvıra
kıvıra atmaları ve bu savaş felaketinin ortasında neşelenmeye çalışmaları,
hayatlarımız için bize çok büyük varoluşsal sorular sorsun.
Onların sokaklarımızdaki bu sokak neşesi hepimizin neşesi olup bizleri
mutlu kılsın.
Aileleri parçalanmış çocukları ölmüş yurtlarını kaybetmiş bu insanların
İstanbul sokaklarında vur patlasın çal oynasın eğlencesinden ‘ey insanlık!’
büyük dersler çıkartsın.
İstanbul bunun için büyülü ve mucizevi bir şehir!
İhtişam ve zafer günlerinde İslam ve Doğu topraklarının başkentiydi ve
şimdi en sefil hezimet günlerinde yine en önde başkent!
*İSTANBUL BİR YÜCELİŞ ANI YAŞIYOR*
İstanbul! Arapların Farsların eğlenceli tempotik gerdan kırmalı şarkılarına
hiç de yabancı değil!
Bir köşesinde Kürtler bir köşesinde İranlılar bir köşesinde Araplar!
Hepsi yanyana iç içe kardeş şarkılarını söylüyor!
Onlar meydanın ortasında kıvırdıkça yüzler yumuşuyor! Coğrafya yumuşuyor!
Tarih yumuşuyor!
Onlar ya habibi dedikçe hepimizin yüzü tek bir şarkıya dönüşüyor!
Onlar sokak ortasında çalkalayıp kaynaştıkça sınırlarımızdaki vahşi savaşı
unutuyoruz!
Onlar şarkılarını söyledikçe İstanbul bir yüceliş anı yaşıyor!
Onlar vur patlasın oynadıkça İstanbul’un hayalleri büyüyor!
Tarihlerin en vahşi savaşından kaçanlar tarihlere sığmayacak bu
felaketi İstanbul sokaklarında şarkılarla bir nebze olsun unutuyor
unutturuyorlar!
*Asla korkmuyor İstanbul, bitkin yorgun umutsuz gidecek kapı bulamayan
Araplar’ın varlığıyla çember daralmıyor, aksine insanlık dairemiz
İstanbul’da bir kat daha büyüyor genişliyor!*
Yoksulluk diz boyu sefalet umutsuz ve nereye kaçacağını bilmeyen
milyonlarca arap’ın İstanbul sokaklarında kimseye beddualar okumadan
büyüleyici şarkıları söylemesi, ey insanlık, birlikte kurup yeniden
başlayacağımız hayatımızın coşkun ateşli marşları olsun!
Kardeşlerim,
*Araplar Farslar Kürtler! Tarihin en büyük acıları ortasında bu büyüleyici
şarkıları söyleyebiliyorlarsa hesap hatası yapan vahşi siyasilerdir,
birlikte varettiğimiz kültürümüz değil!*
Unutmayın şehrin her bolluğu HOŞGÖRÜ’yü getirir ve hepimize bir daha
öğretir!
Unutmayın en zehirli günlerimizi lezzetlere dönüştürecek bir kültürün
çocuklarıyız!
Unutmayın büyük şehirler de yılanlar gibidir kabuk değiştirmeseler ölürler!
Unutmayın hepimizi ateş renginde eriten uçsuz bucaksız türkülerin
şarkıların lezzetlerin evliliklerin çocuklarıyız!
Unutmayın bu toprakların cenneti karışma ve kaynaşmadır!
Unutmayın araplar yeni bir misafir değil açmakta olduğun kucağın son
misafire sofraya koyacağımız son tabak, hiç değil!
Unutmayın Boğaz’ın pırıl pırıl ışıkları akşamları bir sofrayı kaldırır
sabahları yeni misafirlerine yeni bir sofra kurar!
Bir kültür bir şehir başkalarına sofra kura kura göğe yükselir!
Bir şehir kucağını aça aça betondan çelikten çıkıp insanlığın kutsandığı
tapınak’a dönüşür!
Unutmayın başta İstanbul, Anadolu, tarihin her rüzgarını taşıyacak kadar
test edilmiş kuvvetli yelken direklerine sahip!