Mustafa Yuluğ Hoca «İnsanı Güldüren Ekonomistler”adlı yazısında televole ekonomistlerini ve liberal ekonomiyi şöyle değerlendiriyordu:
-Sabahtan akşama şu borsa düştü, bu borsa çıktı konusu ile ilgilenmiyorlar mı?… İşsizlik, açlık, susuzluk, yoksul yığınlar, sömürüler ve hatta giderek dünya ve canlıların yok ediliyor oluşu onların pek umurunda değil. Aslında çarpık eğitimleri gereği, bu rezilliklerin yeryüzünden nasıl silinebileceği, ki pekala mümkün, üzerinde bilgileri sıfır. Milyonlarca insanın katledilmesine yol açan savaşlar gerçeği de, onlara göre, yalnızca silah ve petrol hisselerinin piyasa değerleri bağlamında ele alınabilir.
-Geçenlerde bunlardan biri ´mikro kredi´ diye bir şey uydurdu. İlle de esas olarak para dönecek tabi,yoksulların desteklenmesinde bile. Adama Nobel ödülü verdiler.
-Son Nobellik komik buluş: Orta gelir tuzağı…
-Günümüzde liberal ekonomi bir din niteliği kazanmıştır. Sistemin işleyişi bazı temel inançlara dayanır. Düzenin Tanrısı para´dır. ‘Müminlerin’ bütün derdi, ne biçimde olursa olsun aktiflerini büyüterek para tanrısına daha, daha yaklaşmaktır. Ekonomistlerin de bir çeşit din adamları sayılması yanlış olmaz.Din adamlarımızın bütün sorunu para bolluğuyla kutsanmış sayılan sermaye sahiplerinin hep ama hep kazanmalarını sağlamaktır.
-Liberalizm dini, kutsal değerlere yönelik farklı seslerin yükselmesine izin vermez. Özellikle de zenginleri bırakıp da yoksullara eğilen seslere… Eğer veriyorlarsa, bilinsin ki, izinler, patlamaları engelleyecek supap niteliğinde verilmektedir.
Bu tespitlerden yola çıkarak şu soruların cevabını arayabilir miyiz?
-Dünyanın geldiği noktada ekonomi bilimi,büyük sermaye karşısında, yansızlığını çoktan yitirmiş ve bilimin etik değer ve ilkeleri yara mı almıştır? Örneğin, açıklık yerine gizlilik, ortaklaşmacılık yerine şirketleri çıkarları mı öne çıkarılmıştır?
-Batı’da, ekonomi bilimcileri başta olmak üzere toplum bilimcilerinin ağırlıklı bir kesimi üçüncü dünya ülkelerinde güvenli yatırım yapacak şirketlere «risk çözümlemeleri, pazarlama teknikleri ve danışmanlık hizmetleri” mi vermektedir? Bir kesimi de işçi hareketlerinin denetimi ve hatta sendika yıkıcılığı konularında araştırma mı yapmaktadır?
-Benzer durum üçüncü dünya ülkelerindeki toplum bilimcileri için de geçerli değil midir?
-Yoksa, ekonomi bilgisinin yüzde 95’i İngiliz ekonomist J.Robinson’un dediği gibi,politikadan mı ibarettir?”
-Bu soruların cevabını ararken bir başka konu da şu olabilir mi?: Emeği ile geçinen toplumsal katman ve sınıflar bunların farkında mıdır? Onlar,kimi ekonomistlerin büyük sermayenin denetiminde olduğu gerçeğini yeterince gözlemleyebiliyorlar mı?.Asıl sorun bu değil mi?
Belirtelim,bu yazdıklarımız televoloji ekonomistler için geçerlidir.