Her fırsatta «Kartaca yıkılmalıdır!” diyen Romalı senatöre öykünüp bir kez daha «Türkiye’nin iktidar değil, muhalefet sorunu vardır” diyorum.
Kasetsel değişim sürecinde CHP dönüşüm yolunda hızla ilerlemeyi sürdürüyor. Ancak, bu dönüşümün olumlu bir yönde ilerlediğini söylemek oldukça zor.
Artık adının önüne Y harfi de konur olan CHP varlık nedenlerini anımsamaktan ve kendisine dönmekten vazgeçip her çiçekten bal almaya hevesli bir yapıya dönüştürülmüştür.
Genel Başkanı’nın ağzından «Türkiye’de laiklik sorunu yoktur!” sözleri dökülen partinin dinci gericiliğe göz kırpması şaşırtıcı olabilir mi? Böylesi duyarlı bir konuda bile ben daha iyi yaparımcı kesilen bir CHP vardır karşımızda.
Laiklik oku kırılmıştır artık bir kez!
Öte yandan, CHP Türkiye’nin bir başka önemli sorunu olan dış kaynaklı etnik ayrılıkçılık konusunda da alışık olmadığımız bir görüntü vermeye başladı. Ülkeyi kuran ve devrimleri yaşama geçiren CHP bu alanda da ben daha iyi yaparımcı kesilmiştir. Bu tutuma hayranlık öyle bir noktaya varmıştır ki; bir milletvekili 30 Mart seçimlerinde işi HDP’ye oy verin demeye vardırmıştır. Bir başkası ise aynı partiden Cumhurbaşkanı adaylığı teklifi almaktan onur duyabilmiştir. Rastlantı mıdır bilinmez ama, bir kaç ay önceki marifetleri anılan iki milletvekili Binnaz Toprak ve Rıza Türmen son günlerde bir kez daha sahne çıktılar. Diyorlar ki; «Ulusalcılıkla, solculuk bir arada olamaz!”
Böylelikle hem Cumhuriyetçilik hem de Milliyetçilik okları kırılmış oluyordu!
Y-CHP’nin yaklaşık 4 yıldır pençesine düştüğü küreselci anlayış hemen her seçim öncesinde gerçek CHP’liden tepki ve eleştiri görmüş olsa da seçmenlerin «oyları bölmeyelim” güdülemesine boyun eğmesi sağlanabildi.
Cumhurbaşkanlığı çatı adayı olarak Ekmeleddin İhsanoğlu’nun parti yöneticilerinin de haberdar olmadığı bir biçimde belirlenmiş olması bardağı taşıran son damla oldu. Buna eklenen «tıpış tıpış gidecekler, oy verecekler” efelenmesi sürecin üzerine tüy dikti. Seçim öncesindeki tepkileri «risk aldım” diyerek geçiştiren genel başkan, çatının % 7’ye varan oy kaybıyla hezimeti sonrasında sözlerini unutmayı yeğledi. Önceleri kurultay isteklerine bilmem kaç imza bul da gel diyenler baskın kurultayla durumu kurtarmanın çekiciliğine kapıldılar. Küçük bir salonda, yeterince zaman tanımaksızın güven tazelemenin dayanılmaz hafifliği sağduyunun önüne geçmekte gecikmedi.
Tek başına İhsanoğlu tercihi bile başka pek çok konudaki kırılmanın yanı sıra Devrimcilik okunun da kırılması anlamına gelmiş oluyordu.
Hiç olmazsa 2 okumuz vardı!
Altı ok içinde en önce kırılan ikisinin Devletçilik olduğunu nasıl unuturuz?
Bir kez daha Genel Başkan’a kulak vermeli!
«Özelleştirmeye karşı katı, ideolojik tutumumuz yok. Ama kamu açısından stratejik alanların özelleştirilmesine karşıyız. Aslında zaten özelleştirilecek bir şey kalmadı. Karşı çıksak ne olacak, çıkmasak ne olacak?”
Serbest piyasa ekonomisi de pek çok kez yetkili ağızlarca kutsandığına göre Devletçilik okunun da yerinde yeller estiğini, adet yerini bulsun diyerek olsun Devletçilik ilkesinin savunulmadığını söylersek çok mu abartmış oluruz!
Elde kaldı tek ok! Hem de adında! Halkçılık oku ayrıcalıklar ve seyrek olumlu örnekler bir yana bırakıldığında çoktan kırılan bir başka oktur. Denilebilir ki, iktidarda mıyız da Halkçılık okumuzu birilerine batırabilelim? İyi de, şu ya da bu şekilde elde tutulabilen yerel yönetimlerde Halkçılık sergilenebiliyor mu? Orasını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim demekle yetiniyorum!
Oklarını dolayısı ile ilkelerini yitirmiş bir partide olması beklenenler oluyor! Bu haliyle, kendisiyle çelişen ve doğal olarak didişen bir partinin muhalefet eder görünmesi bile olanaksızlaşmıştır. Durum böyle olunca da, muhalefet etme eylemi iktidara karşı değil, kendi kendisine karşı olmaya başlamıştır.
Cemaatten çok cemaatçi, bölücüden çok bölücü, dinciden çok dinci, liberalden çok liberal olmak ilk bakışta verimli bir oy tarlası gibi görünebilir gözlere! Ama, hiç unutulmasın ki; anılan bu alanların Türkiye’de son derece sağlam ve güçlü siyasi temsilcileri var. Onların varlığında bu alanlardan oy devşirmek gerçeklerden çok hayallerle örtüşebilir. Son Cumhurbaşkanlığı seçimi taze deneyimdir. Başkalarına benzemeye başlayan Y-CHP bir kısım yandaşı tarafından ilk kez bu denli kitlesel ölçekte yalnız bırakılmıştır. Bu bir uyarıdır! Üçü de biri birine benzeyen adayların hiç birine iç rahatlığıyla oy veremeyeceğini düşünenler sandığa gitme zahmetinden uzak durmuştur.
Buna karşılık, bu durumu irdeleme ve özeleştiri yapma durumundakiler seçmeni suçlamayı yeğlemişlerdir.
Hezimetten sorumlu genel başkanın görevden çekilmediği ve yeniden aday olduğu bir kurultayın partiyi çıkmazdan kurtarması olası gözükmemektedir. Kurultay öncesinde milletvekillerine kurultayla ilgili konuşma yasağı uygulandığı ortamda Rıza Türmen ve Binnaz Toprak’ın partinin varlık nedenini tartışmaya açmakta sakınca görmeyen söylemleri dikkat çekicidir. Konuşma yasağına karşın konuşan milletvekilleri genel merkezden ve parti yönetiminden tepki görmediğine göre kurultayda yönelinmesi olası doğrultuyu ortaya koymuş olmaktadırlar.
Genel Başkan’ın «Altı ok yeniden yorumlanmalıdır!” sözü de bunlara eklendiğinde partiyi ulusalcılardan/ulusalcılıktan arındırma günlerinin uzakta olmadığı öngörülebilir. Bu köktenci yaklaşımı yaşama geçirmek partinin bugünkü egemenleri açısından zor olmayabilir. Ama, bu yaklaşımın Türkiye’nin muhalefet sorununu çözmeyeceği de bir o kadar açıktır. Türkiye’nin muhalefet sorunu çözüme kavuşmadıkça, kırılan oklar onarılmadıkça üzerine düşen koyu gölgeden kurtulması olasılığı da zayıflamaktadır.
«Türkiye’nin iktidar değil, muhalefet sorunu vardır!”