Fransız tarihinin kara lekelerinden biri olarak nitelendirilen Dreyfus Davası, yüksek disiplinin hukuk karşısında somut bir biçimde yenilgiye uğradığı sembolik olaylardan biridir. Devamındaki pek çok siyasiyi de konu üzerinde düşündürten ve politik tarihin seyrini değiştiren bir husustur. Özellikle dönemin Savaş Bakanı Auguste Mercier’in liderlik tutumu askeri düşüncenin insan haklarına aykırı kullanıldığını açıkça gözler önüne sermektedir. Bakan Mercier’in bu tutumunu incelemeden önce olayın nasıl geliştiğini ve siyasi arenada patlak verdiğine değinmek istiyorum.
1894 yılında, Paris’teki Alman Elçiliğinde çalışan bir hizmetçinin (aslında bu hizmetçi Fransız gizli servisinde de bulunmaktadır) çöpte bulduğu bir kâğıt parçasında yazanları ( bir Alman ataşe ile konuşmalar) ajanlık sıfatıyla merkeze göndermesiyle Dreyfus Davası’nın ilk kurşunu atılmıştır. Ardından, Fransa’da artan Yahudi düşmanlığının (antisemitizmin) büyük etkisiyle, bu kâğıt parçasında yazanları Yahudi asıllı Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un yazdığı söylentisi çıkmış ve yine o yıl kısa bir süre içerisinde Yüzbaşı Dreyfus tutuklanmıştır. Tutuklandığı mahkemenin savcısı, onun suçluluğunu «Dikkat çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması”, «fazla kültürlü olması”, çok iyi Almanca bilmesi gibi özelliklere bağlar ve bu nedenlerle Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir. Savcının bu sebepleri söylerken asıl dayanağı İstihbarat Merkezi’dir ve onlarla işbirliği içinde olan Savaş Bakanı Mercier mahkemeye tam anlamıyla üç maymunu oynatmıştır.[1] Ayrıca dava gizli yürütülmüştür. Bunca önemli bir davanın duruşmasının gizli yapılması elbette kamuoyunda soruların ve dedikoduların artmasına yol açmıştır ve bu açıdan insanın iç doğasıyla ilgili bir yasadır. Nitekim Dreyfus Davasında da bu psikolojik yasa hükmünü yürütmüştür. (Selçuk)
Dreyfus 1984’ün sonunda 7 yargıcın kararıyla suçlu bulunmuştur, rütbeleri sökülmüştür ve müebbet hapis ile sürgün cezası verilerek Şeytan Adası’na yollanmıştır.
Dreyfus Davası’nın ikinci aşamasından önce Bakan Mercier’den biraz daha bahsetmeyi uygun buluyorum. Mercier, döneminin ordu odaklı siyasetinin en üst yöneticisi olarak siyasetin içinde disiplin ile Yahudilere karşılık ve ilgisizliğiyle bazı kesimlerce uygunsuz, bazı meslektaşları tarafından ise yetersiz bulunmuştur. Dreyfus Davasını kendine olan saygıyı arttırma çabası olarak düşünmüştür ve özellikle adımları kendisi atmaya çalışıp, davayı kendi adıyla benimsetmeye yeltenmiştir. Ancak, Mercier’nin militarist fikirleri halkın pek hoşuna gitmemiştir, bununla birlikte faşist olarak da algılanmıştır. Özellikle Mercier aydın kesimlerin yoğun eleştirisine maruz kalmıştır. Kazanabildiği sayılı kurumlardan biri olan ordunun otoritesini sağlamışken, meşruiyetini halkın gözü önünde dava boyunca kaybetmeye başlamıştır. Bakanlık görevi sırasında dava ile ilgili ona bağlı olan ordudan ilginç bir biçimde bir karşıtlık da şu cümleyle anlaşılmaktadır:
‘’Eğer Yüzbaşı Dreyfus aklanırsa, işte asıl vatan haini o zaman General Mercier’dir.’’[2]
Davanın ikinci kısmına bakarsak, davanın gizli tutulan bir soruşturmadan bir halk taraftarlığına dönmesinden dolayı halk kendi adalet isteğine göre ikiye bölünmüştür: Dreyfusçular ve Dreyfus’un cezasını çekmesini isteyen antisemittik grup.
Bu zaman diliminde halkın işe dâhil olması basın ile aydınları gerek karşı karşıya gerekse bir araya getirmiştir. Bakan Mercier ve hükümet yanlıları basını Dreyfusçuların aklanma girişimlerinin önünü kesmeye çalışmaktadır. Bu sırada, Walsin Esterhazy adında bir adam yeni gelen İstihbarat Başkanı Georges Picquart tarafından gerçek suçlu olarak gösterilmiştir ve bu, davanın ilk dönüm noktası olmuştur. Ancak, Esterhazy açığa çıkmasına rağmen askeri mahkemede beraat etmiştir, bununla birlikte de Picquart davanın yeniden görülmesini talep edince Tunus’a sürgüne yollanmıştır.
Bakan Mercier’e karşı davada en büyük ve ikinci dönüm noktası ise zamanının edebiyatını derinden etkileyen, natüralist materyalizm tekniği ile gerçekleri insanlara aktaran romancı Emile Zola’nın davanın içine girmesi olmuştur. Emile Zola, Dreyfus hakkındaki fikirlerini l’Aurore gazetesinde manşeti kaplayan bir sayfalık makalesiyle açıklamıştır. Orada tarihin en önemli yazlılarından biri şu şekilde beyan edilmiştir:
‘’İtham ediyorum! Emile Zola tarafından Cumhurbaşkanına mektup…’’
Bu mektup doğrudan devleti ve onun en büyük gücünü dürüst, namuslu davranmamakla suçlamaktadır. Ve şimdi ne ordu, ne yargı, ne hükümet Dreyfus Davasının efendileridir. Efendi artık kamuoyu olmuştur. Kamuoyu, sadece kışkırtılmamış, yerinden kıpırdatılmış, harekete geçirilmiş, Dreyfus Davasının sahibi de artık halkın kendisi olmuştur, bu mektupla birlikte. (Selçuk)
Zola bu mektupta Bakan Mercier’i ağır bir dille suçlamaktadır. Mektupta Fransız Parlamentosunu ve yaptıkları laiklik hatta daha özelinde Yahudi karşıtı hareketi çok sert bir şekilde eleştirmiştir, bu sayede laik kesimin sembolü haline gelmiştir. Zola ve aynı fikirleri paylaşan yazarlar cezalara çarptırılmıştır, Zola ise ceza almasına rağmen İngiltere’ye kaçıp hayatını orada sürdürmüştür.
Mektubun yazıldığı sene gerçekleşen hükümet değişiminde, Bakan Mercier yerine Savaş Bakanlığına Cavaignac atanmıştır. Mercier gibi tepki gösteren Cavaignac da Zola’yı destekleyen solcu kanadı tepkiyle karşılamıştır. Ancak Mercier, meşruiyetini kaybetmiş, suçsuz bir insanı suçlu olarak göstermeye çalışmış ve halkın inanılmaz boyutlara çıkan tepkisiyle karşı karşıya kalmıştır. Bu da onun liderliğinin başarısız bir şekilde işleyip artık konumunun değişmesine yol açmıştır.
Zola’nın gidişini takiben, Esterhazy’i savunan ve kaçak belge işini yapan bir albay intihar eder. Bunun üzerine yeniden yargılanma sürecinde Dreyfus yargılanır, ancak 10 yıl hapse indirilen cezası nedeniyle Şeytan Adası’na geri gönderilir. Bu kararın ardından özgürlükçü kesim ayaklanır ve baskıya dayanamayan cumhurbaşkanı Dreyfus’u affeder. Görkemli bir tören ile rütbeleri geri takılır. Ayrıca bir Onur Nişanı alan Dreyfus, ona ‘Yaşasın Dreyfus!’ diyenlere şu şekilde geri cevap vermiştir:
‘’ «Hayır, yaşasın hakikat!”
Dreyfus aklandıktan sonra siyasete tekrar atılan Mercier, 1900 yılında senatoya girmiş, Dreyfus Davasının izini taşıyan her durumda karşıt görüşlü olarak 1920’ye kadar fikir beyan etmiştir. Orduya tekrar katılan Dreyfus ve Tunus’a sürgüne yollanan Picquart’a karşı davalarda yer almıştır. Bir sene sonra, 1921’de, hayatını kaybetmiştir.
Fransız devriminden neredeyse 100 yıl sonra, hala devrim arayışında olan Fransa’nın aslında bir simgesidir bu olay ve baş suçlusu Auguste Mercier’dir. 3. Fransız Cumhuriyeti, Dreyfus Davası ile tarihine leke sürmüştür. Laiklik, adalet, hukuk gibi temel yargı ve hakları umarsızca kullanan bakanlar ile popülist ve hükümet tarafında bulunarak çıkar sağlamaya çalışan yanlı basının karşısında, Zola’nın fitili ateşlemesi ile başlayan savunma hareketi, Dreyfus Davası’nı bir kilometre taşı yapmıştır.
Antisemitizm burada bir koz olarak kullanılmış ve ırkçı kesimler bu kozu kullanarak hükümet yanlısı bir şekilde aklanmaya karşı çıkmışlardır. Ayrıca bu davada belgede sahtecilik gibi yasadışı faaliyetlerde bulunan Bakan Mercier, bu suçunu örtbas ederek bir suçsuz insanı suçlu haline getirmiştir. Zaman geçtikçe bu gizli dava yıllardan beri arka planda çatışan sağcı milliyetçiler ve solcu laiklerin çatışmasını gözler önüne sermiştir. Fransızların savaş başarısızlıklarından dolayı kendi içlerinde dışa duydukları öfke, Yahudi asıllı bir yüzbaşına patlamıştır.
Bu dava, Fransızlar kafasına çok iyi işlenmiştir çünkü Dreyfus olayı, Fransa’nın yaşadığı en büyük hukuksal skandal olarak tarihe geçmiştir. Dreyfus davası, toplumda egemen olan Yahudi düşmanlığı duygularının açığa çıktığı, bu duyguların siyasi ranta tahvil edildiği, askeri kurumların militarizmi süreklileştirmek için basın ve kilise gibi kurumlarla işbirliği yapmaya yöneltildiği ve Fransız Cumhuriyeti’nin temel değerlerinin tartışıldığı bir süreç yaratmıştır. Bu haliyle Dreyfus davası, Fransa’nın siyasal ve toplumsal hafızasına kazınmış sembolizmi çok güçlü bir olaydır. (Delail, 2011)
Sonuç olarak, Dreyfus Davası Fransa Cumhuriyet tarihinin en önemli ve iyice bilinmesi gereken olaylarından birisidir. Hukuk, adalet, hak gibi kavramların bakanların elinde oyuncak gibi oynandığı, bunun en açık örneğinin Savaş Bakanı Auguste Mercier olduğu görülmektedir. Medya organlarının zıt taraflar için ne kadar önemli olduğu da göz önüne çıkmaktadır. ‘’Suçluyorum!’’ diyerek bir halk hareketine yol açan aydınların ne güçte olduğunun, şişirilmiş ordunun yüksek siyaseti çıkar için kullandığının bir göstergesidir bu dava. Gerçek gözler önüne serilmiş ve halkın gücü suçsuzu aklamıştır. Aşağıdaki iki sözle özetlenip son bulur Dreyfus Olayı:
“Dreyfus´un zaferi, gerçekte militarizmin ve faşizmin yenilgisi olmuştur. Bu zaferde en önemli pay, Èmile Zola gibi dürüst aydınlara aittir.”
‘’Gerçek, yürüyor ve onu hiçbir şey, durduramayacak!’’(Émile Zola)
Kaynakça
(tarih yok). http://www.law.uga.edu/dreyfus/studentpapers/munnmercier.pdf adresinden alınmıştır
Akhenaton. (2007, Ağustos 19). Dreyfus Davası ve Siyasal Sonuçları. Mayıs 1, 2014 tarihinde Gizli İlimler: http://gizliilimler.tr.gg/Dreyfus-Davas%26%23305%3B-ve-Siyasal-Sonu%E7lar%26%23305%3B.htm adresinden alındı
ARSLAN, D. D. (2006, Nisan 27). Dreyfus olayı. Savaş Karşıtları: http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=32655 adresinden alınmıştır
Auguste Mercier. (tarih yok). http://www.law.uga.edu/dreyfus/studentpapers/munnmercier.pdf adresinden alınmıştır
Çetin, S. (2013, Kasım 2). Dreyfus Davası ve Vicdanlı Bir Aydın: Emile Zola. Öteki Yüz: http://www.otekiyuz.com/dreyfus-davasi-ve-vicdanli-bir-aydin-emile-zola/ adresinden alınmıştır
Delail, A. (2011, Şubat 14). Dreyfus Olayı. Mayıs 2, 2014 tarihinde Has Türk Tv: http://www.hasturktv.com/carpitmalar_ve_gercekler/1670.htm adresinden alındı
Ortaylı, İ. (2012, Ocak 15). Dreyfus olayı. Milliyet: http://www.milliyet.com.tr/dreyfus-olayi/ilber-ortayli/pazar/yazardetay/15.01.2012/1489036/default.htm adresinden alınmıştır
Selçuk, S. (tarih yok). DREYFUS DAVASI . Star Gazetesi, s. 1-44.
[1] (Akhenaton, 2007)
[2] http://www.law.uga.edu/dreyfus/studentpapers/munnmercier.pdf