Demokrasi, günümüzde seçimlerle birlikte düşünülmektedir. Öyle ki seçimsiz bir demokrasi çoklarına çelişik görünmektedir. Seçimlerin de demokratik olmadığı durumlarda demokrasiden söz edilmemektedir. O halde seçimlerin demokratik, demokrasinin de seçimli olması gerektiği düşünülmektedir.
Demokrasinin seçimli olması gerektiğini varsayalım. Seçimlerin demokratikliği kavramını daha yakından inceleyelim. Seçimlerin demokratikliğine koşul olarak şunlar sunulmaktadır:
1- Seçimlerin tüm yurttaşlara açık olması
2- Seçimlere hile karışmaması
Demokrasi ve Karar Alma
Birinci maddenin neyi gerektirdiği gayet açıktır. İkinci maddeden kasıt ise oyların çalınmaması ve tümünün dikkate alınmasıdır. Ancak bu koşullarda yer almayan ve esasında karşılanması daha güç olan bir gizli koşul daha vardır:
1- Seçme hakkını kullananlarının seçimlerinin kendilerine ait olması
Seçmenin kendi kararını verebilmesi için karar aşamasında karar vericinin kendisi olduğunun bilincinde olmasının yanı sıra kararının gerekçelerinin de karar vericiye açık olması gerekir. Tek tek gerekçelerinin de ötesinde gerekçeleri ele alış ölçütlerinin bilincinde olması gerekir. Aksi takdirde ölçütler ve gerekçelendirme kişinin kendisinden değil ama kişinin dışından hazır olarak gelecektir. Dışarıdan gelen ölçütler ve gerekçelendirmeler bilinçli veya bilinçsiz olarak alınabilir. Bilinçli olarak bir karar alma sürecinden geçirilerek alınan dışarıdan gelenler özümsenmiş olacağından kararın kişinin kendi kararı olduğu söylenebilir. Dışarıdan alınan farkında olunmaksızın alınmışlarsa benimsenmiş olmaları söz konusu değildir. Çünkü benimsenmesi için bu kez de benimsenme ölçütleri ve benimsenecek kararların gerekçelerinin anlaşılması gereklidir. Gerekçelerin anlaşılma ve test edilme sürecinden geçilmediği takdirde söz konusu kararların ve bu kararlara dayanak oluşturan ölçüt ve gerekçelerin özümsenmesi mümkün değildir.
Farklılıklar Demokrasisi ve Ortak Akıl
Günümüzdeki demokrasi anlayışında farklılıklara ve bireyselliğe referans verme demokratik söylemin esasını oluşturmaktadır. Farklılıkların karar alma sürecindeki konumu pek belirtilmese de kişiliğin kalktığı konusunda eleştirel yazılar çeşitli ortamlarda yer bulmaya başlamaktadır. Söz gelimi, demokratik toplumun bileşeni olarak öne sürülen cemaatlerin karar alma süreçlerinde kişiliği ortadan kaldırdığı yönünde eleştiriler yaygınlaşmaktadır. Örneğin bütçenin nereye harcanacağı konusunda Türk olmak, Kürt olmak, Fethullah Cemaatine ve/veya Süleymancılara dahil olmanın ne tür bir etkisi olabileceği üzerine düşünülürse bütçeye, belediye harcamalarına ve siyasal haklara ilişkin seçim kararlarında kişinin kararına karar alma sürecinin gerekçeleri ve ölçütleri adına bir etkisi olmayacağı görülebilir. Ancak bu durum bu etkenlerin seçilenin ne olacağını belirlemede etkisiz olacağı anlamına gelmemektedir.
Kişinin kendi seçemediği farklılıklarının (Türk, Kürt, Ermeni vb. olmak) ve kısmen kendisinin de etki edebileceği diğer kimliklerinin karar alma süreçlerinde belirgin bir etkisi olmadığı Türkiye’de oy alan partilerin seçmen kitlesi üzerindeki dağılımı göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkacaktır. O halde bunlardan çok daha etkili bir etkene bakmak yerinde olacaktır: medya. Elbette ki medyanın içindeki çeşitlilik kişinin kendisini ait hissettiği kimliklere göre farklı kanalların seçilmesine olanak tanımaktadır. Bu sayede kişilerin kimlikleri ve ait oldukları toplumsal gruplar kişinin seçimlerine medya kanalıyla etki edebilmektedir.
Medyanın karar alma süreçlerindeki gücü ise yayınlarına yansıyan ancak açıktan belirgin olmayan gerekçelendirme yöntemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu yöntemlerin doğruluğu veya mantıksallığı bir yana kişilerin hazır olmadığı bir ortamda onlara çeşitli gerekçelendirme sunduğu için karar alma süreçlerindeki boşluğu doldurmaya yetmektedir. O halde, demokratik bir seçim mekanizması için kişilerin gerekçelendirmeye ilişkin bilinçlenmesi gerekmektedir.
Bu türden bir bilinçlenme içinse dışarıdan bir yöntemsel bilinçlenme yerine medyanın sunduğu mevcut gerekçelendirme senaryolarına daha sağlam gerekçelendirmelerin oluşturulmasına ve kişilere ulaştırılmasına ihtiyaç vardır. Farklılıkları ve farklı toplumsal jargonları gözetmek yerine toplumun tümüne hitap edecek bir dil böyle bir alternatif için şarttır. Bu dilin referansları klişelere ve/veya toplumsal ezberlere değil gerçekliğe ve gerçekliği oluşturan tek tek olgulara yönelmelidir.
Ortak bir akıl ve ortak bir dil için farklılıkların ötesinde ortak bir referans zemini bulmak gereklidir. Zemin olarak da gerçekliğe yaslanan, demos’a dayanan ve yine demos’a seslenen bir zemin belirlenmelidir. Toplumsal yaşamın değiştirilmesi ve bu alana müdahale için toplumsal gerçekliğe referans şarttır.