Yazımın ana fikrini en başta söyleyeyim..
Şu anda Türkiye’de gerçekleşen Taksim Gezi Parkı odaklı genel direniş hareketinin bir iç savaşa dönüşmesine şiddetle karşıyım..
Yine bu direniş hareketinin bir askeri darbeye dönüşmesine şiddetle karşıyım.
Tüm bu olayların baş sorumlusu ve tahrikçisinin Sayın Başbakan olduğuna inanıyorum.
Özetle..
Direnişin şiddetlenmesi için polise taş ve molotof atmayı, banka ve kurumları yakıp yıkmayı, parti binalarını ateşe vermeyi, örneğin İzmir’de yüz küsur yıllık bir basın organı olan Yeni Asır gazetesini ne kadar yandaş olursa olsun yerle bir etmeyi, tahrikçi ve küfürbaz taktikler izlemeyi, direnişi bir veya birkaç klasik sol fraksiyona, bir partiye veya partilere mal etmeyi, bundan rant sağlama peşinde olmayı asla kabul etmiyorum.
Yine 27 Mayıs’vari bir tutumla askerden yardım beklemeyi, askerin kışlasından çıkıp idareye el koymasını istemeyi, askeri tahrik etmeyi asla ve asla kabul etmiyorum. Her türlü darbeyi gögüslüyorum.
Hemen kendime soruyorum.
Peki, direnişten yana mısın?
Evet.. Sonuna kadar direnişten yanayım.
Yıllar boyu sürse de direnmekten yanayım, teslim olmayacağım.
Peki bunu nasıl yapacağım?
İyi okuyun.. Aşağıda onu anlatacağım:
Eğer milli kurtuluş savaşı aşamasında değil isek, yani ceberrut bir siyasi diktatoryaya karşı direniyorsak, dünyanın gözü önünde asla şiddete sapmayan barışçıl bir muazzam eylem planını kurmak ve ilerletmek durumundayız. Bunu iyi okuyun ve anlayın genç kardeşlerim.. Yapacağımız pasif ama şanlı bir direniş olmalıdır. Fiziksel bir karşı koyuş, küfür etmek, taş atmak, tümüyle satılmış veya imamın ordusu kimlikli olsalar da güvenlik güçlerine molotof atmak asla yapılmaması gereken davranışlardır. Aktif, zorba ve zalim müdahaleye karşı fiziksel anlamda pasif kalmanın, sadece slogan, jest ve onurlu tutumlarla karşı çıkmanın tarihsel ve evrensel anlamda müthiş puanı ve getirisi vardır. Bu tür eylemlerde pasif ama imanlı direnişçiler tarafından insana, doğaya, hayvana, toplumsal yaşama ve devlete en ufak bir zarar verilmez. Haydut içerikli iktidar, guruplar veya despot böylece dünyaya rezil edilir, teşhir edilir. İktidarların zalim tutumları önünde anarşik fiziksel direniş toplumun muhafazakar geniş kitleleri önünde direnişçileri haksız konuma getirir, oysa o muhafazakar sessiz kitleleri direnişçiler kazanmak zorundadır. İkna ederek, zalimi teşhir ederek.. Direnişin fırtınası sessiz ve onurlu başkaldırıştır. Düşünsel ve vicdani bir isyandır. Hindistan’da Gandi’yi zafere götüren bu yoldur. Pasif direniş toplumsal demokratik bir halk ayaklanmasını sandıkta patlatırsa zafere gidecek yol ortaya çıkar. Zafer sarhoşu olmak değil, direnişi devrime dönüştürecek aklı selime ihtiyaç vardır.
Emperyalizmi geriletmenin yolu budur..
Türk gençliği iyi dinle..
Zaman, Che Guavere tipi bir ayaklanma zamanı değildir.
Zaman, Gandi tipi bir isyan zamanıdır..
Ta ki, milli kurtuluş savaşı gerekirse işte o zaman bu yaşımda beni de cephede en önde götürsünüz. Ama Türkiye’de şimdi demokratik direniş zamanı yaşanmalıdır. Karşı taraf istediği kadar zalim ve hukuksuz olursa olsun, dünyanın gözü üzerimizde, onları teşhir edelim, şanlı direnişimizle tarihe geçelim.
Parti binalarını ateş vermek ateşle oynamaktır.
Direnişçiye parti binasını ateşe vermek, dükkanları, bankaları yerle bir etmek yakışmaz.. Bunu provakatörler ve direnişi haksız göstermek isteyen derin güçler, Gladyo tipi örgütlenmeler, karanlık odaklar yapar.
İzmir direnişini örnekleyelim..
İzmir’de 2-3 Haziran gecesi gerçekleşen polis-direnişçi çatışmasının arka planında patlayan yağma, yakıp, yıkma, talan olaylarını derin PKK gerçekleştirmiştir. Nasıl mı?
Hepsini anlatacağım.
Baştan sona olayların tam göbeğindeki bir yazardan bunları öğreneceksiniz. Şatolarında keyif içinde televizyonun aşağılık proğramlarını izleyen medya kralları benim gördüklerimi asla görmediler.
Gördüklerim ve izlediklerim konkunçtu..
Özetle anlatıyorum.
Günboyu (2 Haziran Pazar günü) İzmir Gündoğdu Meydanı’nı dolduran tertemiz, yürekli, güzel, İzmir insanları ailece ellerinde şanlı Türk bayrakları ile yine «vatan ve namus” kokan bir eylemi gün boyu sürdürdüler. Ancak akşam yaklaşırken binbir dedikodu ve provokasyon girişimleri sonucunda eski İzmirlilerin Bella Vista dedikleri Gündoğdu kavşağında, yani Zübeyde Hanım büstü önünde biriken çok atak bir gençlik gurubu polisi taşlamaya ve ikinci kordonda barikatlar yapmaya başladı. Polis su sıkarak tomalarla yanıt verdi, hızla çatışma ortamı büyüdü, gelişti ve bir süreklilik kazandı. Gece kıyameti getirmeye hazırlanıyordu. İzmirliler yavaş yavaş guruplar halinde evlerine, semtlerine çekilirken, ortada binbir dedikodu sosyal medya üzerinden pazarlanırken bir sağduyulu ses geldi. Konak Belediye Başkanı şehrin diğer bölgelerinin özellikle Çankaya ve Basmane’nin giderek tekinsiz bir hale geldiği ve eğer direnişe devam etmek isteyenler varsa, Gündoğdu meydanındaki artık yavaş yavaş azalan kalabalığa katılmalarını istedi. Böylece ilerleyen saatlerde Gündoğdu yine kalabalıklaştı. Gerginlik sürüyordu ve bu dünyanın her yerinde olduğu gibi olağan bir gerginlikti. Polis ile aktivistler birbirlerine el ense çekiyorardı. Gece ilerledi. İşte o anda kudurmuş tomalar ve binlerce azgın polis Gündoğdu meydanına saldırdı. Kıyamet koptu. Bu da normal.. Hamama giren terler.. Eğer direnişçi isen polisten dayak yemeyi göze alacaksın.
Ama burada normal olmayan, dürüst olmayan bir başka durum belirdi.
Polis, direnişçileri dağıtıp Alsancak’ın arka sokaklarına itince, her sokakta kıyamet koptukça o arka sokaklarda yüzlerce evet yüzlerce eli sopalı, sopaları çivili sivil haydutlar onları bekliyordu. O zalimlerin zulmü, polis dayağının yanında Azrail tokadı gibi indi gençlerin üzerine. Binlerce genç dövüldü, yüzlercesi tutuklandı, ambarlara, karakollara, otopark mahzenlerine tıkıldı. İzmir Barosu avukatları, idealist doktorlar halkın yardımına koştular, çoğu dayak yedi itildi kakıldı. Tam bir zulüm ateşi parladı Alsancak’ta, yüzlerce kişi sıkıştıkları sokaklarda apartman kapılarının açılıp içeri sığınmaları için dakikalarca zile bastılar. Kapılar açılmadı. Derhal sosyal medyayı örgütleyenler, içinde benim de olduğum aklı başında olan kişiler internet yoluyla apartman sakinlerine yalvardık. Kapılar açıldı, yüzlerce genç kurtarıldı. Az sonra kapı açan apartmanların, kapı açan işletmelerin adresleri sosyal medyada ilan edilmeye başlandı. Sıkışan halk o adreslere koştu.. Zulmün bir parçasını durdurabildik. Polis ve ardındaki eli sopalı karanlık siviller hiç te devletin kadim güvenlik ruhuna yakışmayacak bir düşman muamelesi yaptılar.
Bundan sonrası çok önemli..
İşte tam o kargaşada yüzü poşularla kaplı, maskeli, Türkçe konuşmayan binlerce kapkara bir başka ordu ortaya çıktı. Yakıp yıktılar, bankaları talan ettiler, Yeni Asır’ımızı taşladılar, dükkanları yağmaladılar, trafik levhalarını devirdiler. Bunlar dağdan inmişlerdi yani Kadifekale ve Yamanlar yönünden.. Direnişçi gibi gözüküyorlardı, ama tıpkı Nevruz’larda yaptıkları gibi hedeflerini biliyorlar ve nereyi kudaklayacaklarını çok önceden hesaplamışlardı. Karşıyaka AKP binasını da onlar yaktı. Ben bunlara derin PKK diyorum.
Polis o esnada birkaç sokak ötede gerçek direnişçilerle boğuşurken, bu öteki kara orduyu ya görmezden geldi, ya da onlarla da uğraşacak ne vakti, ne de stratejisi vardı.
Polis ve ardindaki eli sopalı zalim siviller..
Arka sokakları talan eden profesyonel gizli teröristler..
Ve direnişçiler, bizim çoçuklarımız..
İşte İzmir olaylarının içyüzü..
İşte kapkaranlık İzmir gecesinin gerçek hikayesi..
Çıkarılacak ders..
Direnişçi asla kendini savaşçı olarak görmeyecek. Arasına yakıp yıkanları almayacak. Onları teşhir edecek.
Polisim, vurduğu evladın kendi kardeşi olduğunu bilecek..
Tüm siyasilere, yöneticilere aklı selim hakim olacak.
Bu halk bizim halkımız..
Bu din bizim dinimiz..
Bu vatan bizim vatanımız..
Bu bayrak bizim bayrağımız..
Bu demokrasi bizim demokrasimiz..
Bir kişinin inadına mağlup olmayalım..
«Sen 100 bin toplarsan ben karşına 1 milyon kişi dikerim” diyen zihniyet, «yüzde elli halkımı zor tutuyorum” diyerek tehdit eden aynı zihniyet, güzelim halkımı topyekun birbirine kırdırma tahrikini, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, ötekine nefret duymayı, aba altından sopa göstermeyi yansıtmıyor mu?.. Eyy sabahtan beri konuştuğum sivil AKP’li kardeşlerim, sessiz ordu mensuplarım, hepiniz bu konuda bana hak vermediniz mi?.. Birisine önce aklı selim gerekmiyor mu?.. O birisine, kadim ve tarihi Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet devlet felsefesi gerekmiyor mu?..
«Kindar nesil yetiştireceğim” sloganı ile koca ülkeyi kindar bir kargaşa ortamına sürükleyen o kişiye en önce çevresi, partisi, yakınları, partisinin tabanı (milletimizin değerli yarısı) ve dünyanın büyük demokratik kurumları akıl ve sükunet telkin etmelidir.
Korkmadan bunu önermeliyiz..
Ya iç savaş, ya darbe..
Her iki durumda Türkiye’nin yerinde kısa sürede yeller eser..
Bir daha bu devleti bu coğrafyada bulamayabiliriz.
Kahramanca ama pasif direniş öneriyorum.
Tek çare direnerek demokrasiye ulaşmaktır..
Yıllar boyu sürse bile bu yol ülkemizi kurtuluşa götürecektir.
Gencim eline taş alırsa, polis eline çivili sopa alırsa bunun sonu mahvolmaktır. Geçmişimizde acı demokrasi tecrübelerimizde bunu defalarca yaşamadık mı?.. 27 Mayıs.. 12 Mart.. 12 Eylül.. Binlerce provokasyon.. Çorum, Kahramanmaraş, Sivas.. Neler yaşandı neler?..
Artık son aşamadayız..
Ya, Atatürk’ün Cumhuriyeti’ni tarihten silecekler..
Ya da daha demokratik bir düzlemde yolumuza devam edeceğiz.
Ama şimdi zaman demokratik direnme zamanı..
Savaş zamanı değil..
Ben, İzmir Savaşı’ndan bu dersi çıkardım.
9 Eylül’de Yunan’ı denize döktüğümüz kıyılarda polis ile gençlik arasındaki kanlı kardeş kavgasını görünce, tertemiz Türk gençliğine yapılan saldırıları izledikçe, poşulu kalleş gizli PKK’lı provakötörlerin milli servetimizi nasıl yağmaladıklarını görünce bunları düşündüm.
Aklı selim, sükunet, ama daha inançla direniş diliyorum.
Tanrı milletimi korusun..