1 Mayıs sadece işçinin bayramı değil uzun zamandır. İşçinin, kadının, öğrencinin, LGBT bireylerin de bayramı; kısacası farklı pek çok kesim kendini ifade ediyor artık 1 Mayıs dövizlerinde. Ellerde rengarenk bayraklar; bir yandan sözleşmeli işçiler haklarını ararken, bir yandan kadına şiddet kınanıyor, homofobi karşıtı pankartlar açılıyor. Yemekhaneler protesto ediliyor, ‘dekan bizi işletme, müşteri değil öğrenciyiz’ yazıyor pankartlarda. Böylece çeşitlilik birer renk oluyor alanlarda; renk derken bir çiçek bahçesi değil elbette kasıt ama aslında bir çürüğün mordan sarıya geçişi gibi. Sistem bir noktada herkesi eziyor. İsimler farklılaşsa da zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan işçi sınıfının yanı sıra kimliklerinden, yaşamlarından başka kaybedecek bir şeyi olmayan toplumsal gruplar da 1 Mayıs’ta alanlardaki yerlerini alıyorlar.
Zira kadını döven erkek egemen ev içi iktidar, ona yeterli cezayı vermeyen adaletsizlikle birleşiyor; aynı iktidar yemekhanede öğrenciyi eziyor, özel güvenliklerine (ÖGB) öğrenciyi dövdürüyor. Emeği yıkan da aynı iktidar, her yeri alışveriş merkezlerine çeviren de.
Emek meselesinin ucundan tutup bunu da atlamayayım demek değil bu yazının amacı; ama Emek protestosu sırasında gözaltına alındığını ve iki ila altı yıl arasında ceza almasının öngörüldüğünü öğrendiğim gençlerin bu durumda kalmış olmasından duyduğum üzüntü. İktidar muhalifi, yazanı, protesto edeni de eziyor.
‘Bir grup genç’
Ben mi daha çok görür oldum yoksa son dönemde gençlere-öğrencilere yönelik şiddet gittikçe artıyor mu sorusunu soruyorum kendime. Üniversitelerde şiddet olayları artıyor. ‘Dicle Üniversitesi karıştı’, ‘İstanbul Üniversitesi’nde şiddet olayları’, ‘Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü üç gün süreyle tatil edildi’ gibi haberleri son dönemde daha sık görüyoruz sanki. Elbette her zamanki gibi artanın, şiddetin miktarı mı yoksa görünürlüğü mü olduğunu bilmek mümkün görünmüyor. Üniversite gençleriyle görüşülmediği sürece elbette.
Diğer yandan, haklarını aradığını söyleyen öğrenci gruplarının muhatap alınması yerine marjinalize edilmesi ve devamında hedef gösterilmeleri bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Gerçekten haklarını mı arıyorlar, aradıkları hak mı değil mi kısmı bile tartışılamıyor. Doğrudan şiddete maruz kalmasalar dahi kendilerine şiddet uygulanmasına sessiz kalınması önemli riskler barındırıyor. ‘Bir grup gencin’ dayak yediği özel güvenlikleri ve üniversitelerin güvenliği meselesini ise bir kere daha düşünmek gerekiyor.
‘Buna varıncaya kadar’
Her konuda sosyal medya farklı kesimlerin tepkisini görmek açısından önemli bir alan olarak karşımıza çıkıyor ama her zamanki gibi okuyucunun ne kadar farklı kişilere ulaştığı önem kazanıyor. Tabii bunlara ne ölçüde sabır gösterebildiğiniz de ayrıca önemli. Son dönemde sabır göstermekte en çok zorlandığım yorumların başında ‘buna varıncaya kadar’ yorumcuları geliyor. Bu kişiler, genelde kültürel değerlere ve yakın tarihe ilişkin İnci Pastanesi ve Emek Sineması’nın yıkılması gibi olayların aslında çok da önemli olmadığı, onlardan önce ilgilenilmesi gereken farklı konuların olduğu benzeri yorumlar yapıyorlar. Böylece, sorunların önemleri bir tartışma konusu haline getirilip varlıkları önemsizleştirilmeye çalışılıyor. ‘Bir bina yıkılmış çok mu ?’, ‘Emek’e gösterilen duyarlılık şuna gösterilseydi’ benzeri sözler umut kırıcı oluyor.
Tüm bunlara rağmen umudu kaybetmeden ve ertelemeden bu konuları gündemde tutmak gerekiyor. Nisan’da temsili olarak koltuklarımızı bıraktığımız çocuklar dönüp bizden ‘gerçekten’ hesap sormasın diye.
Sonuç olarak bu sene yemekhaneler ve Emek de dövizlerdeki yerini alacak gibi görünüyor. Tam da bunları gözden geçirmeye bir kez daha imkan verdiği ve umutları taze tutmaya bir vesile olduğu için:
Yaşasın 1 Mayıs!