Türkiye, içinde çözümü zor çok bilinmeyenli birçok denklemin olduğu bir ülke. Hele yıllardır çözülemeyen ancak sonucun «Barış” a çıkması istenen bir «Kürt Sorunu”denklemi var ki; onun çözümü, iki üç bilinmeyenle çözülecek gibi değil. Yeni çözümde de kafaları karıştıran, sonucun «Barış” a çıkıp çıkmayacağına dair soru işaretleri uyandıran noktalar var.
Öncelikle Kürt meselesinin, sadece Türkiye’yi değil Ortadoğu coğrafyasında yer alan başka devletleri hatta dolaylı ya da doğrudan farklı güç odaklarını da ilgilendiren bir mesele olduğunu belirtmekte fayda var. Barzani denetimindeki Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi, bu süreçte üzerinde çokca düşünülmesi gereken örneklerden biri. Çünkü bugün bu Özerk Yönetim, Bağdat’a «Biz eşit ortak değil miyiz?” diyecek, Kerkük gibi petrol bakımından zengin bir bölge için merkezle silahlı çatışmaya girecek ve Türkiye gibi ülkelerin muhattabı olabilecek bir duruma geldi. Bu noktaya gelinmesinde ülkenin iç dinamiklerinden ziyade Körfez Savaşı ve özellikle ABD’nin Irak işgalinin rolü olduğu biliniyor. Benzer bir durum Suriye’nin kuzeyinde örgütlenen ve mevcut iç savaş da Muhalifler ve Merkez dışında üçüncü bir cepheyi oluşturan Suriye Kürt Ulusal Konseyi için de söz konusu. Tabii bu Konsey´in yönetim üzerindeki etkisi, ülkenin iç dinamikleri nedeniyle Irak’daki kadar etkin değil. Ancak gelecekte bu bölgelerde vuku bulacak olası bağımsızlık hareketlerinin Türkiye’yi etkilemesi olasılığı var. Tüm bunlar Türkiye’deki Başkanlık Sistemi tartışmalarıyla ele alınıp denkleme dahil edilmelidir. Çünkü bu sistem Türkiye’deki «özerklik” taleplerini de tetikleyecek nitelikte olabilir.
Bir diğer nokta ise, Türklerle Kürtler arasındaki tek ortaklığın «İslam” olduğuna dair yanlış algıdır. Bu algı, Avrupa Birliği’ni sadece bir Hristiyan Birliği olarak görmek kadar yanlış olur. Nasıl ki bu birliği birarada tutan ortak tarih ve ortak değerler söz konusuysa benzer durum Türkler ve Kürtler için de söz konusudur. Aynı zamanda göze çarpan bir başka nokta Anayasasında demokratik bir devlet olduğu belirtilen Türkiye Cumhuriyeti´nde, böylesine önemli bir süreçte Muhalefetin bir şekilde sürece dahil olamamasıdır. Ancak bu konuda hala net bir tavır ortaya koymayan, temkinli açıklamalarda bulunan ve topu meclise atan ana muhalefet partisinin de etkisi olduğu söylenebilir. Ayrıca çözümün,Türkiye halkının ortak belleğinde acı izler bırakmış bir isim olan ve PKK’nın tüm kanatları üzerinde mutlak bir etkisi olup olmadığı kesin bilinmeyen Abdullah Öcalan’la aranması da bir başka soru işaretidir . Yıllardır Kürtler´e özerklik, kendi yerel meclislerini kurma, anadilde eğitim gibi talepleri olan terör örgütünün Diyarbakır’daki Nevruz kutlamalarında okunan Abdullah Öcalan’ın mektubuyla tüm bunlardan vazgeçerek, kayıtsız şartsız ülke dışına çekilecek olması, yine bir belirsizliktir.
Bu anlamda Türkiye’deki barış sürecinin, bulunduğu coğrafya nedeniyle Kolombiya, Filipinler ya da İrlanda’dan daha farklı ve zorlu bir süreç olacağı söylenebilir. Bu anlamda denklemin doğru kurgulanıp, çözümün barışa çıkması anlamında, Türkiye’nin geleceğine yön verecek karar vericileri zor bir süreç beklemektedir.