Bu ay, her fırsatta darbe karşıtı olduğunu yazıp söyleyen köşe yazarlarımızın, 12 Eylül 1980 darbesi için ne yazdıklarına, ne zaman yazdıklarına ve de bir şey yazıp yazmadıklarına bakacağız.
Türk Silahlı Kuvvetleri, «ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırma” amacıyla (Türkiye radyoları ve televizyonunun aynı gün saat 13.00’teki haber bülteninde okunan, 1 numaralı bildiriden), 12 Eylül 1980 sabaha karşı ülke yönetimine el koymuştu.
Barlas, Milliyet’in 14 Kasım 1983 tarihli nüshasında, 6 Kasım’da yapılan halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı seçilmiş Kenan Evren’in, şu tümcelerle bir demokrat (!) olduğunu söylüyordu: «Cumhurbaşkanı Evren, 10 Kasım’da Anıtkabir Defteri’ne duygularını yazarken, ‘demokratik parlamenter siteme geçiş sınavını başardık’ müjdesini vermektedir. Bir insan yürekten bunun sevincini duymasa, böyle bir ifadeyi seslendirir mi?”
Bilemem ve Barlas böyle olduğuna nasıl inanmış anlayamam. Görüldüğü üzere Barlas’ın yaptığı, niyet okumaktan ibarettir. Ayrıca, Anıtkabir Defteri’ne yazılanların samimiyeti, yazan her kim olursa olsun, tartışılabilir bir konudur.
Kenan Evren’in kaleme aldığı: 12 Eylül’den Önce ve Sonra Ne Demişlerdi? Ne dediler? Ne Diyorlar? başlıklı kitapta (İstanbul: Milliyet Yayınları, 1997), aynı günlerde Barlas şunları yazmıştı: «Ey Dünya kamuoyu… Türkiye Mehmet Ali Ağca ve benzerleri ile demokratik rejim içinde mücadele edemediği için 12 Eylül oldu… Biz de dünyanın bütün uygar ulusları gibi, demokrasiye bağlı bir toplumuz… Ne can, ne mal güvenliği kalmıştı ülkemizde. Silah sesleri, barut kokusu ve akan kanlar adeta bir iç savaş görüntüsü veriyordu… Biz demokrasiyi yeniden kurabilmek için, zorunlu olarak askıya alınmasına da razı olduk… Ey Dünya kamuoyu… Türkiye’de devlet vatandaşlarını kurtarmaya çalışıyor… Sizler de dünyayı terörden kurtarın ve bizi anlayın…” (s. 166).
Bu satırlardan da anlaşılacağı üzere, («biz” diyerek) Barlas 12 Eylülcülerle bütünleşmiş, gerekçenin ulviliğini («demokrasiyi yeniden kurabilmek için”) kendisine paravan ederek, darbenin meşru ve gerekli olduğunu ima etmiştir.
Barlas bir yıl sonra kaleme aldığı bir başka yazıda düşüncesini nedense değiştirmiş, darbeyle vatandaşın değil devletin kurtarıldığını yazmıştır. Aynı yazıda TSK’ya övgüler düzen Barlas, demokrasiye geçilmesi gerektiğini şu tümcelerle belirtmişti: «En yüksek rütbeli komutanından en kıdemsiz erine kadar, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne şükranımız sonsuzdur… Kaybolmuş can ve mal güvenliğini yeniden sağlamışlar, tehlikeye düşmüş olan ülke bütünlüğünü tekrar tartışılmaz bir kavram haline getirmişlerdir. Devlete ve ulusa, bundan büyük hizmet olur mu? Bu yüzdendir ki, 12 Eylülün birinci yılı dolarken özellikle şükran duygularımızı seslendiriyoruz. Ama biliyoruz ki, bu bir askeri rejimdir… Devlet kurtarılmıştır. Artık sıra demokrasinin kurulmasındadır”. (s. 182).
Ilıcak’ın Barlas’tan farkı, önceleri 12 Eylül´e karşıyken sonradan destekler bir tutum takınmasıdır. Bir yazısında Ilıcak, «Binmişiz bir askere gidiyoruz kıyamete… Ve kıyamet koptu. Dünyanın sonu değilse bile demokrasinin sonu geldi… Politikacıların topyekûn tasfiyesi, Türk siyasi hayatında telafisi imkânsız boşluklar yaratır” (Hayati Tek, Darbeler ve Türk Basını, Cilt 2, Ankara: Atılım Yayınları, 2003, s. 429). Bunları yazan Ilıcak, nedense 12 Eylül darbesine karşı tutumunu değiştirdi ve yumuşadı. Din, Siyaset ve Laiklik başlıklı kitabında (İstanbul: Birey Yayıncılık, 1999), «12 Eylül darbelerin en haklısıydı. Kan gövdeyi götürüyordu” diye yazmaktan çekinmedi (s. 236). Ilıcak daha da ileri gitti: «12 Eylül iktidarı devirmemiş, sadece bir iktidar boşluğunu doldurmuştur… 12 Eylül memleketin birlik ve beraberliği için yıkıcı akımlara karşı yapılan bir harekâttır. Felsefesi Türkiye’yi çıkmaz bir sokaktan kurtarmak, yozlaşmış bir demokrasiyi yeniden kurarak, en kısa zamanda iktidarı milletin temsilcilerine teslim etmek olmuştur…” diyen de oydu (Tek, Cilt 1, s. 443 ve Evren, s. 236).
Cemal, Milliyet gazetesinin 12 Eylül 2000 tarihli nüshasında, «… basınımız Atatürkçülük adına havaya girmiş durumda: 12 Eylüle tam destek. 12 Eylül öncesi parlamenter düzenin laçkalığı üzerine sayfalar dolusu yorum var. Sistemin laçkalaştığı, felç olduğu inkâr edilemezdi… Ama bütün bunlara rağmen bir askeri müdahaleyi en azından bir ilke olarak içime sindiremiyordum… Bir askeri yönetimi, bir darbeyi içime sindirmem olanaksızdı…”diye yazmıştı. Cemal’in 12 Eylül’den tam 18 yıl sonra yazdığı bu satırların, darbe günlerindeki düşünceleri olduğunu kim bilebilir? Cemal, 12 Eylül 1980’de Cumhuriyet gazetesinin Ankara temsilcisiydi. O günlerde, çalıştığı gazetede 12 Eylül darbesine karşı yazıp çizdi mi?
Koru, Yeni Şafak’ın 22 Ekim 2008 tarihli nüshasında, «Bazı dönemlerde insanlar sokaklara çıkamadı; sırf güvenlik endişelerimiz yüzünden darbelere boyun eğdik. 11 Eylül 1980 günü sokaklarda insanlar sapır sapır dökülürken 13 Eylül günü ülkeye asayiş ve huzur geldiği iddialarıyla rahatlatıldık” diye yazmaktadır. 2008’in, 12 Eylül´e karşı olmak için oldukça geç bir tarih olduğu ortada. Ne yazık ki, Koru’nun eğer varsa, 12 Eylül darbesine karşı çıkan ilk yazısının tarihini bilemiyoruz.
Göktürk, Çandar ve Aköz’ün ise, 12 Eylül´e, darbenin hemen ardından yazarak karşı çıktıklarını tespit edemedik.
Günümüzde kendisini darbe karşıtı konumlandıran yazarlarımızdan bazıları, 12 Eylül´e ve gerçekleştirenlere hemen veya kısa bir süre sonra destek verip alkış tutarken; bazıları uzunca bir süre veya büsbütün sessiz kalmayı tercih etmişlerdir.
Önümüzdeki ay yazarlarımızın 28 Şubat 1998’e nasıl baktıklarına odaklanacağız. Yeni sürprizlere hazır olun.
Eylül ayında buluşmak umuduyla.