Suriye’ de silahlar bir türlü susmuyor. Son bombalı saldırılarda yüzü aşkın insan yaşamını kaybetti. Ne yazık ki çok sayıda çocuk da yaşamını kaybedenler arasında yer aldı. Bu bombalı saldırılardan sonra olay yerinde toplanan Suriyeliler «çocuk katili Erdoğan” sloganı attılar. Katliam sonrası Şam’ da bu şekilde tepki verilmesinin nedeni, Suriye halkının Türkiye’nin muhaliflere ve teröre verdiği desteği çok iyi bilmesidir.
Gerçekten de AKP döneminde izlenen dış politika hem ülkemiz hem de komşular için istikrarsızlığın kaynağı olmuştur ve olmaya devam etmektedir. «Komşularla sıfır sorun” politikasının bugün geldiği yer politikanın bizatihi kendisinin sıfır değerinde olduğudur.
Türkiye bilerek/bilmeyerek ve dolaylı/dolaysız olarak komşuları olan Suriye, Irak ve İran’ a terör ihraç etmekte, bölücülük yapmaktadır. Hatta komşularının ötesinde tüm Ortadoğu’nun etnik, dinsel ve mezhepsel olarak ayrışmasına yardım etmektedir. Bu politikalar ülkemizin ve bölgemizin çıkarına değildir. Bölge halkları bu durumun farkındadır.
ABD Libya’ da yaptığını Suriye’de de yapmak istemektedir. Fakat bugüne dek bu süreçte bunu başaramamıştır. Çünkü Rusya sağlam durmaktadır. Rusya, ABD’nin küresel amaçlarından birinin de kendisini kuşatmak ve parçalamak olduğunu, soğuk savaş döneminde selefi Sovyetler Birliği’ ne yönelik hedeflerin kendisi için de geçerli olduğunu yaşayarak ve hatalar yaparak anlamış bulunmaktadır.
Amaç bellidir; Ortadoğu bölgesinde İran, Suriye ve Hizbullah direncini kırmak, İran’ ı yalnızlaştırmak ve İran’ a saldırmaktır. Suriye saf dışı edilmeden İran’ a müdahale edilirse bölge ateş topuna döner ve İsrail bu topun içinde yanar, kül olur. Diğer bir tehlike de Arap Baharı’nın iyice kontrolden çıkmasıdır.
Suriye’ye «Libya stili” müdahale planı ABD, İngiltere ve Fransa tarafından yapıldı. Fakat Çin ve Rus vetoları planın gerçekleştirilmesini engelledi. Bunun üzerine B planı devreye sokulup örtülü savaşa hız verildi. Bu savaşta asker kaçakları, suçlular, paralı askerler, aşırı dinci gruplar ve batılı özel kuvvetler kullanılmaktadır. AKP yönetimindeki Türkiye ise bu savaşta üs, eğitim, lojistik ve istihbarat desteği en başta olmak üzere suç ortaklığı yapmaktadır.
Bugüne kadar olanlar değerlendirildiğinde görünen Suriye’de Beşar Esad yıkılmayacaktır. ABD Suriye’de rejim değişikliğinden hala vazgeçmemiştir. O zaman yapılması gereken Türkiye ile Suriye’ye müdahale etmektir.
Baskılar, şantaj,sırt sıvazlamalar ve karşılıklı ziyaretler hiç şüphesiz bu amaca yöneliktir.
TSK’ nın stratejilerini ve tehdidin kaynağını doğru saptayabilmesi artık çok önemlidir. Bunun bu iktidarla mümkün olup olmaması ise elbette önemli bir sorundur. Dünyada kendine yönelik tehdidin kaynağıyla ‘’müttefiklik’’ ilişkisi kuran başka bir ülke bulunmamaktadır. Bu anlayışın ve ABD gücü karşısında korkmanın adı NATO’culuktur. Türk ordusu önce bu bağı koparmalıdır.
ABD gücü karşısında korku, yenilginin başladığı yerdir. Ergenekon tertibinin bile başarılı olması, bu korkudan kaynaklanmış ve Türk Ordusu savaşta bile görülmeyecek büyüklükte esir vermiştir. Tertibin kaynağını salt AKP ya da cemaat olarak tespit etmek, yanlış ve eksik mücadeleyi hatta mücadelesizliği getirmiştir. Korkan; direnemez ve milletini seferber edemez. Oysa korkudan korkanlar dünyayı analiz ettiklerinde gerçeği göreceklerdir. O korktukları ABD, Afganistan’da ve Irak’ta yenilmiştir, inişe geçmiştir.Artık 20 yıl önce korktukları ABD’ den daha zayıf bir ülke vardır. Üstelik ABD karşıtı cephe daha büyüktür ve gün geçtikçe büyümektedir.
ABD ve Avro Bölgesi eko-politik anlamda hızla güç kaybetmektedir. Açıklanabilecek olası genişleme paketleri dahi ABD ve Avro Bölgesi ekonomilerini kurtaramayacaktır.
Tabii ki Türkiye ekonomisi de bu durumdan fazlasıyla etkilenecektir. Dolar kuruna, faize ve İMKB’ye yansımaları şimdiden görülmeye başlamıştır. Türkiye ekonomisinin göbeğinden bağlı olduğu dış sermaye, Yunanistan ile ilgili her tatsız haberden etkilenip kaçmakta ve kaçmaya da devam edecektir.
Türkiye’nin risk primi dünya ekonomisinde yükselmektedir. Türkiye’nin hem avuç dolusu para ödeyip hem de hoşlanmadığı S&P, Fitch, Moodys gibi derecelendirme kuruluşları Yunanistan, Portekiz, İtalya ve İspanya’nın hem ülke hem banka notlarını aşağı indirmişlerdir. Bu haberler ekranlara düştükçe borsadaki ve devlet kağıdındaki sıcak para, sadece Türkiye’ye değil, tüm Avrupa coğrafyasına alternatif aramaktadır.
Yunanistan depremi yanı başındaki İtalya’yı, İspanya’yı sarsınca, oralarda riskli kredileri olan bankalar, Türkiye dahil olmak üzere, fonladıkları ülkelerden kredilerini geri çağırmaya başlamışlardır. Türkiye’ de toplamı 310 milyar doları bulan dış borçların üçte ikisi özel sektöründür. Koca koca gökdelenler bu borçlarla yükselmektedir. THY bu borçlarla hava atmakta, özelleştirmeden kamu malı kapanlar dış kredi ile bunu yapmaktadırlar.
Yunanistan, 11 milyon nüfusu, Avro alanındaki yüzde 2’lik payıyla küçük ekonomi olmasına karşın suları bulandırmakta, kötü örnek olmaktadır. Kime ? Avrupa üçüncüsü İtalya’ya ve beşincisi İspanya’ya. Oradaki sokak «Yunanistan yaptı, kemer sıkmaya hayır dedi, biz de yapabiliriz.” demeye başladı. Oralarda mali disiplin cenderesine hayır sesleri yükseldikçe Avrupa’nın dikişleri atmaktadır ve atacaktır. Artık belli ki bu AB, bu Avro alanı kurgusu sürdürülebilir değildir. Türkiye’ye yansıması başlayan ve artacak olan sermaye çıkışıdır.
Sözün özü, ABD ve Avrupa eko-politik anlamda inişe geçmiştir ve yeni değerler doğudan yükselecektir.
Türkiye Avrasya Birliğinde geç olmadan yerini almalıdır.
Aydınlık bir ay dileği ile…