Klasik Osmanlı yapısı içinde kütüphane, toplumsal işlevinin tersine, oluşumu açısından bireysel bir hayır kurumu olarak algılanmaktaydı. Hayır sahibinin vakıf yoluyla oluşturduğu kütüphanenin kitap varlığı, yine hayır sahibi ve başka kimselerin bağışlarıyla gelişmekteydi. Modern devletin eğitim konusundaki yeni yaklaşımı, kütüphaneler konusundaki tutumunu da değiştirdi; 19. Yüzyılın ikinci yarısında karşımıza çıkan «umumi kütüphane” oluşturma gayreti, başta İstanbul ve İzmir olmak üzere, kütüphanelerin yeni bir kimlikle ortaya çıkmasını sağladı. Ancak Osmanlı’dan günümüze uzanan bu süreçte, «kütüphane” kurumunun iki önemli öğeyle olan varlıksal ilişkisi değişmedi; kitap ve okur.
Kitap ve okur olmadan bir kütüphanenin varlığı söz konusu değildir. Bu nedenle kütüphanelerin toplumdaki yerini belirlemek, hukuksal ve fiziksel varlığını betimlemekten çok, bu iki öğe ile ilişkisini sorgulamaktan geçiyor.
Yazmaları bir kenara bırakacak olursak, Türkiye’de basma kitap birikimi, Batı’dan yaklaşık iki yüzyıl sonra 1729’da İbrahim Müteferrika’nın ilk Türkçe kitap basımını gerçekleştirmesiyle başladı. Ancak Batı’yla aradaki fark sadece iki yüzyılla sınırlı kalmadı; Osmanlı’da matbaanın ilk yüzyılında basılan kitap sayısı sadece 180’le sınırlıydı.
1928’de Harf Devrimi gerçekleştirildiğinde ise basılı kitap sayısının 30 bin civarında olduğu tahmin ediliyor. Üstelik bu sayıya okul ders kitapları, 5-10 sayfalık risaleler ve reklam amacıyla üretilmiş metinler de dahil. Kuşkusuz toplumdaki okur-yazarlık ile basılan kitap sayısı arasında doğrudan bir ilişki bulunuyordu. Yetişkin okur-yazar oranı 1913’de yüzde 10 civarındaydı. Bu da yaklaşık 1,7 milyon kişi demektir. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Harf Devrimi, eğitim konusundaki seferberlik vb. çabalarla 1950’de bu oran yüzde 32’ye çıkarıldı. 2005 yılında yetişkin nüfusun yüzde 89’unun okuma-yazma bildiği saptanmıştır. Doğal olarak bu artış basılan kitap sayılarına da yansımıştır. 1929’da basılan kitap sayısı 591 iken, bu sayı 1950’de 2187’ye, 1970’de 5052’ye ulaşmıştır. 2008’de ders kitapları hariç basılan kitap sayısı 6031’dir.
Peki, bu artış yeterli midir ve ne anlam ifade etmektedir? Bazı ülkelerle yapılacak bir karşılaştırma sorunun yanıtını verecektir.
2008’de yapılan bir araştırma, Türkiye’nin kitap okuma ve buna bağlı aktiviteler konusunda bazı Afrika ülkelerinden bile geride olduğunu gösteriyor. Japonya’da toplumun % 14’ü, ABD’de % 12’si, İngiltere’de ve Fransa’da % 21’i düzenli kitap okuruyken, Türkiye’de bu oran % 0,01, yani binde birde bulunuyor. Toplam nüfusu 7 milyon civarındaki Azerbaycan’da bir kitabın ortalama baskı adedi 100 bin iken, Türkiye’de 2-3 bin. BM İnsani Gelişim Raporu’na göre kitap okuma oranında Türkiye, 176 ülke arasında 86. sırada yer alıyor. Bir Japon yılda 25, İsveçli 10, Fransız 7 kitap okurken, Türkiye’de 6 kişiye bir kitap düşüyor.
Kütüphanelerle ilgili istatistiklerde de farklı bir tablo yok, birkaç örnek verelim: 80 milyon nüfuslu Almanya’da kütüphanelerdeki kitap sayısı 150 milyon iken, Türkiye kütüphanelerinde 13 milyon kitap bulunuyor. 5 milyon nüfuslu Finlandiya’da kütüphane sayısı 202, kütüphaneci sayısı 1500 iken, Türkiye’nin kütüphane sayısı 1434, kütüphaneci sayısı ise 295. Kütüphanelerden yararlanan okuyucu sayıları ise, karşılaştırılamayacak kadar birbirinden uzak.
Yetkililerin Kütüphanecilik Haftası kapsamında gerçekleştirilen törenlerde, biraz da bu konular üzerinde durmaları gerekmez mi?