Türkiye´nin 2012 yılı sosyo-ekonomik görüntüsü için bir yazı kaleme almak istediğimde reel veriler ve yaşanan realiteler açısından umutlu bir şeyler maalesef yazılamıyor.
Türkiye’de hızlı büyümenin kaynağı döviz girişleridir ve bu büyüme döviz girdikçe devam etmektedir. Döviz girdikçe Türk lirasının değeri artmakta, «aşırı değerli Türk lirası” ithalatı pompalanmaktadır. Yerli üretici yurt içinde üretmektense yurt dışından satın almayı tercih etmektedir. Dışarıdan döviz girişi sürdükçe, dış ticaret açığımızı ve cari açığımızı finanse edebilmekteyiz.
2009 yılından itibaren ülkemize her ay istisnasız net yabancı sermaye girişi olmuş ve bu miktar toplam yaklaşık 115 milyar dolara ulaşmıştır.Türkiye´ de milli gelir 2010 ve 2011´ de yüksek oranda büyürken, aynı dönemde dış ticaret açığı ve cari açıkta rekor kırılmıştır. Yani Türkiye´ de ekonomik büyüme üretimle değil, yurt dışından satın alarak büyüme yoluyla gerçekleşmektedir.
Türkiye, 2012´ de her vadesi gelen bu dış borç için döviz girişi sağlayacak, hem de yapısal bozukluğundan ötürü, büyüdükçe artan ve bu yıl 80 milyar doları bulan cari açığı finanse edecek. Türkiye bu bozuk sistemi ile yüzde 1 bile büyüse yaklaşık 40 milyar dolarlık cari açık yaratacaktır. Türkiye´nin artan döviz ihtiyacı ile beraber riskli görülmeye başlandığı bir ortamda bu kadar döviz girişi bulması zor olacaktır.
Borç parayla sürdürülen geçici cennet 2001 ile 2007 yılları arasında bütün dünyada geçerliydi. Likidite boldu, tüketim artıyor, konut emtia ve bu gibi alanlarda balonlar oluşuyordu. Türkiye de bundan yararlandı. Fazla likiditenin körüklediği büyüme ABD´ de konut balonu olarak patladı. 2008´ den beri dünya içine girdiği bu krizden debelenerek çıkmaya çalışıyor. Kriz Avrupa´ ya da daha sonra sıçradı. Ancak etkileri ABD´ dekinden daha yıkıcı oldu. Artık devletler de borçlanmakta zorlanır hale geldiler. Borçlanma faizi çok ciddi ölçüde arttı. Bu durumda Euro´nun sürdürülebilirliği de tartışılır duruma gelmiştir.
Bütün sorunlarına rağmen doların rezerv para olması, arzu edildiği kadar basılabilmesi ve kriz durumlarında FED´ in sınırsız parasallaşmaya sıcak bakacağına duyulan inanç nedeniyle, dolara hızlı bir dönüş yaşandı.
Halbuki bu gelişmelerin tamamı zaten dünyayı bir önceki krize taşıyan nedenlerdir. Şimdi aynı reçeteyle krizden çıkış umulmaktadır.
Türkiye´nin ekonomik görüntüsünden sosyo-politik görüntüsüne geçtiğimizde ise, 2011 yılında yaşanan hukuksuzluğun , cambaza bak oyunlarının, polis devleti uygulamalarının 2012 yılında da sürdüğünü ve süreceğini görüyoruz.
Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti´nin kurumlarına yönelik operasyonların, Ergenekon, Balyoz, Oda TV gibi operasyonel davaların bir tek nedeni vardır. Bu da ülkemizin küresel sermaye tarafından dönüştürülmek istenmesidir.
Küresel sermayenin, Türkiye Cumhuriyeti´nin kurucu felsefesi, laik, üniter yapısı ve Lozan’da tescil edilen kararlar ile sorunları vardır.
Türkiye´nin BOP´ a (Büyük Orta Doğu Projesi) yönelik olarak dönüştürülmesinin önünde en büyük engel Türk Silahlı Kuvvetleridir. Yani Türk Silahlı Kuvvetlerini itibarsızlaştırmadan ve etkisizleştirmeden bu dönüşümü yapamazsınız.
Askeri Casusluk ve şantaj iddialarına ilişkin açılan dava İstanbul Özel Görevli 11.Ağır Ceza Mahkemesinde görülmektedir. Davada yargılanan isimler ise, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Tübitak’ın ürettiği projelerde görev alan üst düzey isimlerdir. MİLGEM Projesi, Milli Kripto Sistemi, Milli Yazılım Sistemi, Milli Torpido Sistemi, Milli Sonar Sistemini yürüten mühendisler askeri casusluk yaftasıyla hapse atılmıştır. Ortak özellikleri Türkiye´nin milli projelerinde çok önemli görevler yürütmekte olmalarıdır.
2012 yılında Türkiye´nin içinde bulunduğu coğrafya daha da riskli kaotik bir süreç içerisinde yer alacaktır.
Bölgede İran ve Suriye dışındaki, özellikle enerji kaynaklarının bulunduğu ülkelerin hepsi ABD´nin siyasi askeri nüfuz alanı içinde yer almaktadır. ABD´nin karşısında yer alan Çin ise , bölgeden en büyük petrol ithalatını ABD nüfuz alanının dışında kalan İran´ dan gerçekleştirmektedir.
Çin, ABD´ nin İran´ a uygulamaya başladığı ambargoya büyük olasılıkla katılmayacaktır. Bu durumdan cesaret alan Hindistan da İran´ dan petrol ithalatını, ticari ilişkilerini geliştirmek isteyebilecektir.
Bu bağlamda Çin, körfez ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini geliştirmeye devam edecektir. Bu da ABD´yi bölgeden dışarı iten bir basınç oluşturabilir. ABD açısından denetimli istikrarsızlık, Sünni – Şii çatışmasını kışkırtmak giderek tek uygulanabilir senaryoya dönüşüyor. İran ve Suriye´nin komşusu ve Sünni eksenin parçası olan Türkiye´yi bu senaryoda pek de olumlu gelişmeler beklememektedir.
Burada unutulmaması gereken, ABD´nin zayıf halkasının ´´insan´´ olduğudur. Ayın sonunda alacağı maaş için savaşan askerlerle, savaş kazanmayı mümkün kılacak güç ve nitelikte bir savaş aygıtı henüz icat edilmemiştir. Böyle bir orduyla milyonlarca insan öldürebilir, tonlarca bomba atıp her yeri yakıp yıkabilir ama değil iki buçuk ABD´nin yeni güvenlik stratejisinde belirlendiği üzere bir buçuk savaşı bile kazanamazsınız.
Haksız bir savaş, saldırdığınız milletin insanlarını öldürür ama yok edemezken sizin hayatta kalan askerlerinizi insan hurdasına çevirip yok eder.
Kapitalizmin önünü açan demokratik devrimlerin, güdülen bir sürü olmaktan çıkartıp hayatın merkezine oturttuğu insan, bugün kendi ezilen milletinin simgesi olarak emperyalizmin karşısına dikilmektedir.
Aydınlık bir ay dileğiyle,