Haydarpaşa Garı’nı düşünün, İstanbul’u Haydarpaşa Garı’ndan terk edip, Anadolu’ya gitmek ya da Anadolu’nun kuytu bir köşesinden çıkıp İstanbul’a Haydarpaşa’dan gelmek… İnsana tarihin derinliklerinde yolculuk yapıyormuş hissi verir. Yolcular Haydarpaşa’dan gelip geçerken yalnızca birer yolcu değildirler, tarihi oluşturan birer unsur gibi hissederler kendilerini. Ya da Kuleli Askeri Lisesi’ni düşünün, bir akşam vakti Boğaz’ı vapurla geçerken ışıklarıyla Boğaz’ı süsleyen, merak uyandıran Kuleli Askeri Lisesi’ni… Şimdi bir de Haydar Paşa’nın artık gar olmadığını, Marmara Denizi’ne karşı keyifle çalışmak isteyen bazı «şanslılara” ait bir iş merkezi olduğunu düşünün… Ya da Kuleli Askeri Lisesi’nin tıpkı Çırağan Sarayı gibi yalnızca çok zenginlerin düğünlerinin yapılabileceği ve üst düzey devlet yetkilerinin «gururla” ağırlanabileceği bir otel olduğunu… Yani toplumun tarihten, kendisin parçası olduğu tarihten, koparıldığını düşünün… Toplumun tarihinden koptuğunda yok olacağını düşünün… Çok üzücü geliyor değil mi insana?
Sol Haber Portalı, Oda Tv, Aydınlık gibi haber organlarına göre, yaz aylarında onaylanan bir kanun hükmünde kararname ile tarihi yapıların satılmasının ve otel, iş merkezi ya da toplu konut olarak kullanılmasının önü açılmıştır. Hatta gayrimenkul değerlendirme şirketleri, İstanbul’daki tarihi yapılar için fiyat tahminlerinde bile bulunmaktadır. Örneğin, Haydarpaşa Garı’na 3 milyar 19 milyon 180 bin dolar, Sirkeci Garı’na 540 milyon dolar Harp Akademileri’ne 4 milyar 200 milyon dolar değer biçilmektedir. Başka bir deyişle, Haydarpaşa Garı’nın iş merkezi, Kuleli Askeri Lisesi’nin otel olacağı günler pek de uzak değildir.
Tarih, bir ulusu, ulus yapan ve toplumu oluşturan her parçayı birleştirerek ulusun sürekliliğini koruma altına alan en önemli unsurdur. Şehirde yaşayan herkesin belki de asırlar boyunca izini taşıyan tarihi yapılar ise insanlara tarihin yalnızca dün olmadığını, bugünün de mimarı olduğunu duyumsatır. İşte bu sebeple toplumun ülkedeki tarihi eserlerle bağlantısının sınırlandırılması, tarihi yapıların birer rant aracı olarak görülüp, belli bir kesime peşkeş çekilmesi toplumun tarihinden koparılmasıdır. Tarihinden kopan toplum ise yok olur. Tıpkı bir ağacın kökünü koparınca ağacın ölmesi gibi…
«Tarih ile yüzleşmek” tartışmalarının sıkça gündemi meşgul ettiği, tarihin birleştirici olmaktan ziyade ayrıştırıcı bir unsur olarak siyasi malzeme yapıldığı bu günlerde, tarihe dair asıl tartışılması gereken şey ise sessiz sedasız toplumun tarihsizleştirilmeye çalışılmasıdır. Osmanlı’nın Abdülmecid’ini milletin meclisinde anarak «tarihe sahip çıkanların” Cumhuriyet’in bayramını neden kutlamadıkları tartışılmalıdır. Tarihi satılığa çıkarmak nasıl bir vicdanın eseridir bu tartışılmalıdır. Bu tartışmalara ışık tutmak için sözlerimizi Mustafa Kemal’in tarih ile ilgili sözleriyle tamamlayalım. «Tarih ne güzel aynadır. İnsanlar, özellikle ahlakla gelişmemiş kavimler, en büyük kutsal kavramlar karşısında bile hasis duygulara tabi olmaktan nefislerini men edemiyor. Tarihin sinesine geçen büyük hadiselerde bu hadiseler içinde uygulayıcı ve etkili olanların hal hareket ve muameleleri onların ahlak seviyelerini ne açık gösterir.”