2010 yılı, kapitalizmin ne kadar akıl dışı ve insana düşman bir ekonomik model olduğunu bir kez daha sergiledi. Hükümetler, 2010 yılında, geniş halk kitlelerinden gelen tüm itirazlara karşın bir seri insan aklına zarar karar aldılar. Son G20 Toplantısı’nda bu kararları küresel bir programa dönüştürdüler. Bu kararların etkileri 2011 yılında giderek daha çok hissedilecek. Bu yüzden 2011’de sınıf mücadelelerinin, tüm dünya ölçeğinde sertleşeceğini kolaylıkla söyleyebiliriz.
Krediye dayalı tüketimi körüklemeye, bu kredi mekanizmasını spekülasyona çevirmeye yönelik finansal hareketler, 55 trilyon dolarlık dünya ekonomisinde 1000 trilyon dolara ulaşan bir finansal balon yarattılar. Sonra bu balon patladı. Devlete «sen kenara çekil, bırak yapalım, bırak geçelim” diyen finans sermayesi, bu kez «bizi kurtar yoksa ekonomiyi çökertiriz” tehdidini hükümetlerin başına bir tabanca gibi dayadı. Ekonomi yönetimindekiler de zaten bu kesimden gelme insanlar olduklarından, 2009 yılı bankaları kurtarma operasyonlarıyla geçti, kimi hesaplara göre dünya çapında 12 trilyon dolar harcandı.
Bu kurtarma dalgasında, operasyonun devletlerin hazinesine getirdiği yük ortaya çıkmaya başlarken «bırakın yapalım, bırakın geçelim” sloganı «yükü halkın sırtına yıkalım” sloganına dönüştü.
2010 yılı, yükü halkın sırtına yıkmaya yönelik politikaların hazırlanması, gündeme alınmasıyla geçti. Böylece kapitalist devlet modeli bir kez daha akıl dışı, insana düşman özünü sergileme fırsatı buldu.
Devlet hazinesinde açılan deliği kapama önlemleri, toplumun birikmiş serveti, ödeme gücü en yüksek kesimini değil, ödeme gücü en düşük ve krizin etkisiyle de düşmeye devam eden kesimini, çalışanları hatta emekçileri hedef aldı.
Halbuki bu arada dünyanın en zengin 70-80 milyarderi, servetlerinin neredeyse yarısını «hayır” işlerine ayırabileceklerinden söz ediyorlardı.
Demek ki bunlar, servetlerinin yarısını topluma verseler bile bir refah kaybına uğramıyor, hala dünyanın en zengin insanları olmaya devam edebiliyorlardı. Ama devletler bunlara dokunmaya, katkı istemeye cesaret bile edemediler.
Bu saldırgan politikalar gündeme gelirken, emekçi sınıflar, öğrenciler de hayır diyerek sokaklara dökülmeye başladılar. İspanya, Portekiz ve Yunanistan’da genel grevlerin yanı sıra, tüm Avrupa çapında ama özellikle İngiltere, İtalya, Yunanistan ve Türkiye’de öğrenciler direnişlerde büyük bir özveriyle ön safta yer aldılar, coplandılar, gazlandılar, hastanelik oldular, ama toplumun geri kalanının sempatisini, desteğini aldılar.
Bu yıl çok daha sert bir sınıf mücadelesi ve devlet şiddeti ortamına girilirken; öğrencilerin de geçen yıldan dersler çıkarmaları, çalışanların, halkın geri kalanıyla, özellikle sendikalarla güçlü ilişkiler kuramaz, eşgüdüm içinde davranmayı başaramazlarsa daha fazla ilerleyemeyeceklerini görmeleri, sendikaların ve diğer meslek örgütlerinin de öğrencilere sahip çıkması gerekiyor.