Sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısının, Amerikan Senatosu alt meclisinde onaylanmasının etkileri henüz geçmeden İsveç Parlamentosu’nda onaylanması, Türkiye’de hem şaşkınlık hem de kızgınlığa yol açtı. Hatta İsveç’in daha da ileri giderek Türklerin sadece Ermenilere değil, tüm Hıristiyan azınlığa soykırım uyguladığını öne sürmesi, olayın giderek siyasi bir boyut kazandığını da göstermekte.
Hiçbir tarihsel gerçekliğe dayanmayan iddiaların ülkelerin siyasi organlarınca onaylanması, Aydınlanma fikirleriyle övünen Batı için bir utanç kaynağı. Fakat görünen o ki, Batı Türkiye söz konusu olunca, Batı’yı Batı yapan bütün değerleri ayaklar altına almakta hiçbir sakınca görmüyor. Peki, Ermenilere ya da diğer topluluklara olan bu ilginin sebebi ne? Batı neden her fırsatta dünyadaki farklı kimlikleri ön plana çıkarma gayreti içinde?
Bu sorunun cevabı 1990’lardan sonra uluslararası sistemin dönüşümü ile yakından ilgili. Günümüzde kimlik üzerine yapılan vurgu, bu dönüşümün ortaya çıkardığı siyasi, ekonomik ve sosyal değişimlerin bir sonucudur.
Globalleşme ve Kimlikler
Globalleşmenin üçüncü dalgası, Sovyetler Birliği’nin de çöktüğü 1990’lı yıllara rastlamıştır. Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile uluslararası sermayenin önündeki ideolojik engel de kalkmıştır. Dahası Soğuk Savaş döneminin ideolojik kamplaşmasının temeli olan sınıf çatışması yerini yavaş yavaş kimlik çatışmasına bırakmaya başlamıştır.
Fransis Fukuyama «Tarihin Sonu” tezinde bunu liberalizmin zaferi olarak nitelemiştir. Samuel Huntington ise daha da ileriye giderek, bundan sonra uluslararası sistemin temel belirleyeninin farklı medeniyetler arasındaki çatışmanın olacağını öngörmüştür. Nitekim Huntington’ın öngörüsünün gerçekleşmesi çok uzun sürmemiş ve başta Yugoslavya olmak üzere dünyanın pek çok yerinde etnik ve dini çatışmalar yaşanmaya başlamıştır.
Farklı etnik gruplar arasındaki düşmanlıklar, genel olarak geçmişte yaşandığına inanılan ve çoğu zaman gerçek olmayan mitlere dayandırılmış ve içinde farklı etnik unsurlar barındıran ülkelerde etnik ve dinsel temelli bölünmeler yaşanmaya başlamıştır. Bu ülkelerdeki sol entelektüeller, ideolojik liderlerinin ortadan kalkmasıyla dikkatlerini ezilen işçi sınıfı kavramından ezilen kimliklere çevirerek, Batı’nın ekmeğine yağ sürmeye başlamışlardır.
Soğuk Savaş döneminde ideolojik bir blok oluşturarak Batı kapitalizmine ve uluslararası sermayeye karşı koyabilen işçi sınıfı da, sınıfsal temelini unutarak etnik ve dinsel temelde bölünmeye başlamıştır. Üretimin globalleşmesi ve bir malın farklı bileşenlerinin farklı ülkelerde üretilebilmesi, bu bölünmeye bir de ulusal bir boyut kazandırmıştır.
Uluslararası sermayenin ucuz iş gücünü oluşturan Üçüncü Dünya Ülkesi insanları, maalesef birleşerek sömürüye karşı koymak yerine bölünerek daha fazla sömürüye maruz kalmaktadırlar. Muhtemelen her ikisi de işçi olarak İsveç’te bulunan biri Türk diğeri Kürt kökenli iki milletvekilinin, İsveç Parlamentosu’ndaki Ermeni soykırımı oylamasında gösterdikleri farklı davranış bu bölünmenin boyutunu da ortaya koymakta. Kürt kökenli milletvekilinin evet oyu kullanırken, Türk kökenli milletvekilinin oylamaya katılmaması bölünmenin boyutlarını gözler önüne sermekte.
Burada belirtilmesi gereken diğer bir nokta da şudur: Özellikle gelişmekte olan ülkelerde farklı gruplar, kendi etnik şovenizmine destek veren bütün ülkelerle iş birliğinden kaçınmamakta ve bunu da kültürel veya siyasi özgürlük adına yaptıklarını savunmaktadırlar.
Fakat burada ironik olan, bunu yaparken işi kendilerinden farklı olanları yok etmeye kadar vardırmakta bir sakınca görmemeleridir. Hatta bu özgürlüğün önündeki en büyük engel olarak gördükleri ulus devleti yok etmek için her türlü çabayı göstermekteler.
Fakat içindeki yaşadıkları ülkeyi emperyalist olarak tanımlayıp, devletle mücadelede aslında sorunlarının temelinde en büyük role sahip Batılı emperyalistlerle iş birliği yapmaktan çekinmemeleri ayrıca dikkate değer.
Batı’nın Yeni Stratejisi Olarak Kimlik
Batı’nın özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki etnik farklılıkları ön plana çıkarması, aslında böl ve yönet taktiğinin bir parçasıdır. Bütün enerjilerini ve kaynaklarını bu çatışmalarda harcayan ülkelerin, büyük devletlerin isteklerine boyun eğmekten başka çareleri kalmamaktadır. Bugün aynı oyun Ermeniler ve Kürtler üzerinden Türkiye için oynanmaktadır.
Dünyada hiçbir parlamentonun İngiltere’nin İrlanda politikasını ya da Fransa’nın Cezayir başta olmak üzere, diğer sömürgelerde yapmış olduğu katliamları oylamaya sunduğunu ve bunu adı geçen ülkelere karşı bir şantaj olarak kullandığını hatırlamıyorum. Bu tür bölünmelerin az gelişmiş ve stratejik öneme sahip ülkelerde ön plana çıkarılması, Batı’nın samimiyetinin derecesini de ortaya koymaktadır.
Avrupa’nın yanı başındaki Yugoslavya’da, Sırpların Bosnalılara karşı başlattığı etnik temizliğe sessiz kalırken, Ermeni soykırımıyla bu derece ilgilenmesi aslında kendi ikiyüzlülüklerini de ortaya koymakta.
Sonuç
Yukarıda kısaca açıklanmaya çalışıldığı gibi aslında bugün Türkiye’ye karşı girişilen bu kampanyalar, evrensel bir dönüşümün küçük bir parçası. Türkiye kendi tam bağımsızlığını sağlayıp kendi ayakları üzerinde durmadıkça bu tür oyunların da arkası kesilmeyecek.