Bir zamanlar Doğan Kardeş yayınları vardı. Yapı ve Kredi Bankası’nın kültür faaliyetleri kapsamında çocuklara yönelik kitap ve dergiler basardı. 13. Yüzyılın ünlü Venedikli gezgin ve tüccarı Marko Polo’nun yazdığı seyahatnamenin çocuklar için sadeleştirilmiş şekliyle böyle tanışmıştık. Yıllar sonra da, Tercüman gazetesi tarafından 1001 temel eser serisinden basılan iki ciltlik seyahatnamesini satın almıştık. Bu baskıda Marko Polo, güzergâhı üzerindeki Erzincan ve çevresini üzüm bağlarından söz ederek anlatmaktaydı. Polo anılarını Çin´den dönüşünde Pisalıların eline esir düştüğünde, hapishanede yatarken kaleme almış, ama yazdıklarına çağdaşlarının çoğunu inandıramamıştı.
Batılı Seyyahlar
Polo´dan sonra Doğuya gelen birçok Batılı gezginin anıları geçmişe ışık tutmaktadır. Onları Doğuya getiren bilgi açlığı kadar, ticaret ve kar hırsıdır. Anversli bir Protestan olan elmas taciri Jan Baptis Taverniye, 1631’de İstanbul’da on bir ay kaldıktan sonra, Revan üzerinden İran´a geçmiş, oradan Java’ya kadar gitmişti. Gördüklerini “Türkiye’den Asya’ya 6 Seyahat” isimli kitabında anlatmıştır. Seyahatnamesi bir kaç yıl önce Türkçeye çevrilmişti.
Seyahatnameler gibi sefaretnameler ve elçilik raporları da var. Habsburg´ların (Avusturya hanedanı) Kanuni nezdindeki elçisi Busbek´in kitabı bu kapsamdadır. Biraz mecburi ikamete tabi tutulmuş olsa da, gıptayla anlattığı tespitleri ilginçtir. Osmanlılarda rütbelerin asalete göre değil liyakate göre verilmesi, Türklerin hayvan sevgisi, seyislerin tayları çocukları gibi sevdiği ve evlerine götürdükleri, Avrupa´da ise atların seyislerden çok korktuğundan söz etmektedir.
Bunları okurken ister istemez şimdilerde kurban bayramlarında yaşanan dehşeti hatırlıyoruz, nereden nereye? Aslında çocukken kurbanların sessizce kesildiğine tanıktık, şimdiki dana kovalamaca manzaralarına rastlanmazdı. Eziyet edilen hayvanların ahirette hesap soracağı inancı, halkın hafızasından acaba ne zaman silinmiştir? Busbek Hollanda´ya laleyi götüren kişiydi, ama duyduğumuza göre Hollandalılar bunu öğrenince çok şaşırıyormuş.
17. Yüzyıldan sonra seyyahların ve de seyahatnamelerin sayısının arttığı dikkati çekiyor. Bunların içinde haritacı, botanikçi, jeolog, arkeolog, Monsenyör Tevno ve Turnefor gibi Fransa Kırallığı tarafından görevlendirilenler bile var. Leydi Montegü ve Miss Pardo var, Şarl Teksiye gibi mimar ve ressam, Edmondo De Amicis gibi bahriye subayları da. İlginç bir örnek de, Alman Dil bilimci Fallmerayer, Doğu Karadenizi ve Yunan Kırallığı´nı ve o zaman Osmanlı Devleti’nin olan Teselya ve Selanik´i gezmiş, «Doğudan Fragmanlar” (İmge yayınevi) isimli bir kitap yazmış. «Bunlar Helen değil, Bizans’ın Hıristiyanlaştırdığı Arnavutlarla Teselyalı Slavlardır!” deyince, henüz kurulmuş olan Yunan Kırallığının entelleri küplere binmiş.
İslam Dünyasında Seyyah ve Seyahat
Ya İslam dünyasındaki seyyahlar? «Geziniz, sıhhat bulunuz” hadis-i şerifi etkisiyle mi, yoksa Ortaçağ’da İslam dünyasının yaşadığı aydınlanmanın sonucu mu veyahut Hz. Muhammed´in tüccar olmasından mı bilinmez. Arap ve İslam coğrafyacı ve gezginlerin dünyanın keşfine katkıları büyüktür. Harun Reşit çağında, denizci Arap tüccarların Kore´ye kadar ulaştıkları biliniyor. O çağlarda İtalya hariç, Avrupa´da tüccar ve ticaret horlanmaktaydı. Bunu Avrupalı iktisat tarihçileri yazıyor (Bkz. Karlo Çipolla, Neşeli Öyküler, Tarih Vakfı Yurt Yayınları). Batı, Japonya’yı Portekizlilerin keşfettiğini sanıyor, oysa Japonya´yı ilk defa haritaya koyanın Kaşgarlı Mahmud olduğu öne sürülüyor. Batı öyle sanadursun, bize de öyle öğretiliyor. Endülüslü Coğrafyacı İbni Havkal Palermo´da üç yüz adet cami kaydetmiş, kendince bir gezgin olan ben Palermo´da ancak bir adet müze cami/ kilise bulabildim. O da Palermo’nun en nadide biblosu idi. Ve de birkaç kufi kitabe. İki yüz elli yıl, Tunus´tan gelen Müslüman Ağlebi hanedanının idare ve mamur ettiği Sicilya´da kalabilenler galiba bunlar.
Arap coğrafyacılardan söz açılmışken, Abbasi döneminde İbni Fadlan elçilik heyeti ile Volga (İdil) Bulgarları Hanlığı’na yaptığı yolculukta, Hazar´ın kuzeyinde yaşayan henüz Müslüman olmamış Oğuzlar hakkında verdiği bilgilerle tarihimize ışık tutmaktadır. Bu seyahatname yakınlarda tekrar basılmıştır, yaşlı başlı bazı köşe yazarları İbni Fadlan´ı daha yeni tanımıştır, merak meselesi bu.
Bir başka Arap coğrafyacı ve gezgin, Tancalı İbni Batuta´da 14. Yüzyılda Anadolu´yu gezmiş ve tarihimizle ilgili çok kıymetli kayıtlar bırakmıştır. Özellikle İzmir ve art bölgesinde hüküm süren Aydınoğulları Beyliği hakkında. Yapı ve Kredi Yayınları İbni Batuta Seyahatnamesi’ni basmıştır, ilgilisine duyurulur.
Evliya Çelebi
Ama bizim bir gezginimiz var ki, Osmanlısız tarih yazılamaz diyen Prof. Süreyya Faruki O’nu, “eşşiz Evliya Çelebi” olarak tanımlamaktadır. Yazdığı seyahatname ihtiyatla okunması gereken, ancak Osmanlı tarihinin temel kaynaklarından biridir. Aslında Evliya, IV. Murat zamanında maliyeci bir bürokrattı. Belki de onun için Viyana´daki dükkânları bile saymıştı. Ama ona sorarsanız, “… bir gün Ahi Çelebi Camii’nde ibadet ederken uykuya dalmışım, rüyamda Peygamberimiz efendimizi gördüm, eline ayağına sarılmışken, şaşkınlıktan Şefaat Ya Resulallah diyeceğime, Seyahat Ya Resulallah dedim, onun için çok gezdim” demektedir. İyi ki de gezmiş. Rüya gördüğü camii de İstanbul Eminönü’ndedir ve son zamanlarda restore edildi. İstanbul´un ilk Türk başhekimi, Türkçe tıp kitabı olan ünlü hekim Ahi Çelebi´nin camisi.
Evliya Çelebi, şeceresini Horasan’a, Ahmet Yesevi’ye kadar götüren Kütahyalı bir kuyumcu ailenin saray çevresinde yetişmiş entelektüel oğludur. Arapça ve Farsça biliyor, seyahatnamesinin ilk iki cildinde İstanbul´u, diğerlerinde Anadolu´yu ve Osmanlı ülkesini anlatmış. Mısır piramitlerinden Sudan´a varıncaya kadar ve nüktedan bir üslupla bunu yapmıştr. Viyana´da beyin ameliyatında bulunmuş, Viyana çarşılarını, İstefan manastırının zengin kütüphanesini, 2010’da İstanbul´la birlikte Avrupa kültür başkenti ilan edilen Peç şehrini, camilerini ve medreselerini anlatmış. Kırım’da Musevi Karay Türklerini, mahallelerine ve zanaatlarına, geçim şekillerine varıncaya kadar kayıtlara geçirmiş. Kopuz denen Türk çalgısını ilk defa Balkanlarda görmüş, beygir gibi kişner bir acaip sazdır diye tarif etmiş. Kalenderi dervişlerini, Mudurnu´nun suzenkar (iğneci) esnafını, Malatya´nın elmalarını, Kandiye kuşatmasını yazdıklarında bulabilirsiniz.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi defalarca basıldı. En son ve aslına en uygun olanının, YKY baskısı olduğu söyleniyor. Ama biz onunla tanışmak isteyenler için, Nihal Atsız’ın yakınlarda IMF hatırana kapatılan Milli Eğitim Basımevi ve Varlık Yayınları Türk Klasikleri serisinden basılmış öğretmen Cafer Erkılıç’ın özet kitaplarını sahaflardan bulup okumalarını salık verebiliriz. Seyahatnameler bizleri zaman tünelinde keyifli yolculuklara çıkaran okunması gerekli kitaplardır. Evliya Çelebi Seyahatnamesi Milli Kitaplığımızın en önemli eserlerinden biri ve dünya kültür tarihine eşşiz bir armağandır. Kıymetini bilmek lazım.
Eloğlu önemli şahsiyetlerini büyük katedrallerinin zeminine gömmüştür. Peki Evliya’nın mezarı nerede? Duyduğumuza göre İstanbul Kuledibi çevresindeki mezarlıklardan birinde, aile sofasında imiş. Şimdi yok tabii, kim bilir hangi devlet büyüğünün (!) yol açma aşkına kurban edilmiştir. Canım ne var bunda? Kayıp mezar makbuldür diyenler yok mu? Vahabi işi yani!