Valiler ve büyükelçiler çok özel görevlerin insanlarıdır.
Valilik, illerde devleti temsil eden en yüce makamdır.
Büyükelçilik ise Türkiye Cumhuriyeti’nin başka ülkelerdeki en yüksek temsilciliğidir.
Her ikisinin ataması da temsil ettikleri Cumhurbaşkanı tarafından yapılır.
Cumhurbaşkanı, atama kararnamelerini imzaladığı vali ve büyükelçilere şunu söylemiş olur:
«Atandığınız makamlarda beni temsil ettiğinizi unutmayın. Siz de benim gibi (!) her türlü siyasi kaygının üzerinde olun”.
Şimdiye kadar gelip geçen nice valiler ve büyükelçiler bu yüce görevlerin hakkını vererek görevlerini tamamlamışlardır.
Çünkü birlikte çalıştıkları (emrinde değil!) iktidarlardan, mesleklerine karşı saygı görmüşlerdir.
Anlaşılacağı gibi vali ve büyükelçilerin huzurlu çalışması için iktidar partisinin onlara «kendi adamı” gözüyle bakmaması, bir başka deyişle onlardan hükümetin emir kulu olmalarını istememesi gerekir.
Elbette bunun için ön koşul, ataması yapılacak olanlar seçilirken «bizden ve bizden olmayan” ayrımının yapılmamasıdır.
Peki, bugün durum böyle mi?
Ne yazık ki değil…
Başbakan ve Dışişleri Bakanı, büyükelçileri «elit monşerler” olarak görmekte ve onları yurt dışı ziyaretlerinde neredeyse protokol dışına itmeye çalışmaktadır.
Bu durum sadece büyükelçilerimizi üzmekle -ve hatta istifaya götürmekle- kalmamakta, Türkiye Cumhuriyeti’nin saygınlığına da zarar vermektedir.
Aynı şekilde Başbakan’ın valilere sözlü tehditler göndererek «gerekirse kömür taşıyacaksınız” demesi valilik makamında saygınlık bırakmamıştır.
Bazı «zayıf” valilerin, memurlarını iktidar toplantılarına gönderecek kadar ileri gitmesi de başka bir tuhaflıktır.
Bunlar bir yana, bazı valilerin iktidara yakın görünmek için «tarikat ağzıyla” konuşmasını mantığa ve valilik etiğine sığdırmak mümkün müdür?
Gazete ve televizyonlarda bazı illere giden bakanların, o ilin malum tipte valileriyle olan görüntülerine dikkat ediniz.
Bakanın yanında vali, ellerini göbek hizasında kavuşturmuş, «acaba bir hata yapar mıyım” korkusunu taşırmışçasına tedirgin duruyor.
Bakan ise elini cebine sokmuş, işaret parmağını valiye doğru uzatarak ve onu ciddiye almaz bir görünüm içinde konuşuyor.
Ne yazık ki, seneler geçtikçe bu tür valilerin sayısı artıyor.
Ancak bir gerçek var: İktidar partisi içinde ya da hükümetteki güçlü birine yaslanmayan ya da arkasında bir tarikat gücü olmayan bir valinin kendini tedirgin hissetmesi çok doğal bugünkü ortamda.
Bir yanlışında (!) ya bir sayın bakanın ya da bir partili yetkilinin hışmına kurban edilmesi hiç de az bir olasılık değil.
Rahmetli Ecevit’in Başbakanlığı döneminde, valilerin ne kadar rahat çalıştıklarını herkes bilir.
Anadolu’daki illerden birinin milletvekili olan bir arkadaşımız bir gün Başbakan Ecevit’e, «Efendim, ilimizin valisinden siyasi olarak şikâyetçiyim” diye yakınmıştı.
Ecevit, «Sahi mi?” diye sorduktan sonra; «Yoksa halka ve kente karşı görevlerini yerine getirmiyor mu?” diye sormuştu.
Arkadaşımız boğuk bir sesle «Şey… Efendim durum farklı” gibi bir şeyler söylemiş; ama susmak ve konuyu kapatmak zorunda kalmıştı.
Çünkü ilin valisinin aleyhine söz söylemek, Rahmetli Ecevit’e göre devlet ciddiyeti ile bağdaşmazdı.
Bu nedenle de Başbakan Ecevit’ten başlayarak, hiç kimse valilere en küçük müdahalede bulunma hakkını kendisinde göremezdi o dönemde.
Bir o günlere bakın, bir de bugün vali ve büyükelçilerin düşürüldüğü duruma…
Gelin de isyan etmeyin.